Ataol Behramoğlu, sanat hayatında ellinci yılını geride bıraktı. Bu dönemin kesinlikle bir sivil dikta olduğunu belirten usta şair, “AKP iktidara geldikten hemen sonra bu teşhisi yapmıştım, yanılmadım!” diyor.
1965'te yayımladığınız ilk şiir kitabınız ‘Bir Ermeni General'den bu zamana 50 yıl geçti. Ve birçok edebî; türde eser verdiniz. O meşhur mısranızdan mülhem sorayım: Yazdıklarınızdan öğrendiğiniz ne var?
Yazma sürecimde öğrendiklerim çok önemli. Somut bir örnek vereyim. Geçen yazdan beri ‘Foça Dörtlükleri' diye şiir toplamına çalışıyorum. Büyükada'nın dışında yazları Foça'da geçiriyorum. Etkileyici bir balıkçı kasabası hâlâ. Tabii yazarken öğrenmeye de çalışıyorum. Foça ile ilgili neler var gibi. Bu, işin pratik yanı. Mesela Mustafa Suphi Destanı'na çalışırken; bütün I. Dünya ve Kurtuluş savaşları üzerine büyük bir okuma yapmıştım. Lenin kitaplığında Türkiye yakın tarihine ne varsa okudum. Ve çok şey öğrendim doğrusu. Epik çalışmalar için ‘öğrenmek' şart. Ama lirik çalışmalarda, duygusal eğitim akla geliyor.
“Necip Fazıl'ın Tabut ile Ömer Bedrettin Uşaklı'nın ‘Aşıkım Dağlara Kurulu Tahtım' şiirlerinden çok etkilendim.” diyorsunuz. Hangi ses çarptı sizi?
Necip Fazıl'ın o şiirini okuduğumda on yaşımdaydım. Ölen kardeşime ithafla yayımlanmış bir şiirdi. Ve beni çok vurmuştu: “Tahtadan yapılmış bir uzun kutu/ Baş tarafı geniş ayak ucu dar/ Çakanlar bilir ki bu boş tabutu/ Yarın kendileri dolduracaklar.” Çok güçlü bir ses. Necip Fazıl'ın bana göre en önemli şiirleri Otel Odaları, Kaldırımlar, Örümcek Ağları gibi şiirleridir. Ömer Bedrettin'de de hece vezni beni etkilemiştir. Bizim şiirimizde lirizm esastır. Bütün halk şiiri bunun üzerine kurulmuştur. Lirizm, şiirin omurgasıdır.
‘Bir Gün Mutlaka' toplumcu şiirin manifestosu addedildi. ‘Bu evler hüzünlendiriyor beni/ Bu derme çatma dünya.' Buradaki duyguyu bugüne getirsek; çok şey değişir mi?
Şu an her şey daha beter! İnsan, şu dünyada, şu ülkede pek de insana yakışır bir durumda değil. İnsandan daha da uzaklaşmış, gökdelenlerin çevrelediği bir dünya var artık!
1969'da İsmet Özel ile karşılıklı ‘Yıkılma Sakın' şiirlerini kaleme alıyorsunuz. Hangi duygular yazdırdı bunu size?
Şöyle sanılır: Ben o şiiri İsmet için yazdım, o da benim için. Doğrusu şudur: Ben Malazgirt'te yedek subaylığımı yaparken; bir ara Ağrı Askerî; Cezaevi'nde kaldım. Üstüme itaatsizlikten dolayı. Ama asıl sebep sosyalist olmamdı. Trabzon'da askerliğimi yaparken; terhisime altı ay kala Malazgirt'e gönderilmemdeki neden siyasetti. İsmet de Muş'ta askerdi, Yılmaz Güney'le birlikte. İlk olarak ben cezaevinde başladım ‘Yıkılma Sakın'a ki kendimle hesaplaşmamdır. Cezam devam ederken Muş'tan Zülküf Şahin diye ortak bir arkadaşımız geldi. Onunla ben İsmet'e yazdığım şiiri gönderdim. Ona da bir ‘merhaba' idi. Çok kısa bir süre sonra İsmet'ten de bana ‘Yıkılma Sakın' geldi ki olağanüstü bir şiirdir. İsmet'le arkadaşlığımız iki şairin, şiir temelinde, duygusunda buluşmasıdır. Birbirimize derin saygımız vardır.
HAYATIM DEVRİMCİ BİR DURUŞTUR
Kurucusu olduğunuz ‘Barış Derneği' 12 Eylül sonrası kapatılıyor. 1982'de de tutuklanıyorsunuz. Bugün de Can Dündar, Hidayet Karaca gibi ‘tutuklu gazeteciler' var. Ne düşünüyorsunuz?
Türkiye, hiçbir zaman demokrasinin egemen olduğu bir ülke olmadı. Hataları olmakla birlikte ancak 27 Mayıs sonrasındaki kısa bir süre özgürlük oldu. 1965'te o da bitti. Zaten arkasından 12 Mart geldi, 12 Eylül geldi falan. Bir de 70'li yıllarda Ecevit iktidarında nefes alınır gibi oldu.
Peki, bütün hayatınız devrimci bir duruş üzerine mi, darbeci bir bekleyiş üzerine mi geçti?
Hayatım devrimci bir duruştur. Darbe de bazen devrimin içinde olur. Yani devrim, darbelerle de yürüyebilir. Ben mücadele adamıyım, dolayısıyla bekleyiş hiç olmaz.
Herhangi bir askerî; müdahaleyi olumluyor musunuz?
Hiç o anlama gelmez. Tarihsel koşullar ne durumdadır, ona bakmak lazım. Faşist Salazar'ı deviren 1974 Portekiz askerî; darbesi kötü müdür? 27 Mayıs bütün hatalarına rağmen, yani idamların olması ki o zaman lise öğrencisiydim, çok üzülmüştüm, Türkiye'yi demokrasiye taşımıştır. Bana göre 1960 darbesi olmasaydı Türkiye kesin olarak ikiye ayrılmıştı, korkunç bir dönemdi. Sivil diktaya doğru gidiliyordu.
Bugün ‘sivil dikta'dan yüksek sesle söz edebilir miyiz?
Bu dönem kesinlikle bir sivil diktadır. AKP iktidara geldikten hemen sonra bu teşhisi yapmıştım. Tayyip Erdoğan'ı belediye başkanlığına aday olduğu ilk dönemlerde televizyonda görmüş ve ürkütücü bir kişilik olduğunu düşünmüştüm. Son derece kendinden emin, nobran, kibirli, sevgisiz ve söylediklerinde tutarsız.
Rus uçağının düşürülmesi tesadüf değil
Türkiye'de demokrasi neden rayına oturmuyor bir türlü?
200 yıllık demokrasi mücadele tarihi hem çok yenidir hem de ciddî; kesintilere uğramıştır, uğratılmıştır. Neden? Çünkü Türkiye jeopolitik konumu bakımından her zaman emperyalizmin etki alanında bir ülke olmuştur. Dolayısıyla emperyalizm, hiçbir zaman Türkiye'nin ayakları üstünde durup yükselmesini istememiştir. Kendi güdümünde tutmak istemiştir. Tabii üzerimize Osmanlı'nın mirası da yıkılmıştır. Ermeni meselesi gibi… Bu sıkıntılı dönemde işbirlikçiler de devreye girer. Mesela Rus uçağının düşürülmesi tesadüfî; değildir. Rusya-Çin ve Amerika arasında bir kamplaşma dönemi başlayacak, Türkiye de Amerika'nın kuyruğuna takılacak gibi duruyor.
Ege'nin bütün körfezlerinde denize girdim
Türkiye'yi otostopla gezdiğiniz söyleniyor, doğru mu?
1960'ta Bursa'dan tek başıma yola çıktım. Hedefim şuydu: Ege'nin bütün körfezlerinde denize girmekti ve girdim. Tren istasyonlarında yattım. Bazen yürüyerek, bazen otostopla bir ay sürdü bu yolculuğum. Şu ilginçtir: Bodrum ve Datça'nın yol ayrımı vardır. Yazı tura attım o esnada, Datça çıktı (Gülüyor). Bir otobüsün üstünde seyahat ettim. O gece Datça'dan dilsiz bir tekneci de Bodrum'a gidecekti. Ona bindim, fırtınalı bir gecenin ardından sabaha karşı Bodrum Kalesi'ni gördüm. Bizim aydınlarımızla yollarımız orada da ayrılmış. Herkes karayoluyla Bodrum'a giderken; ben denizyoluyla gittim. (Gülüyor.)
Müzisyen Haluk Çetin'le şiir-müzik dinletisi fikri nasıl ortaya çıktı, ki bu işin öncülerindensiniz yanılmıyorsam…
Bizim işimizin biricik temsilcisiyim. Bu konuda ilk adımı Almanya'da attım. Bazen bir saat falan şiir okurdum. ‘Aralarda şarkılar olsun.' dedim. Yanlış anlaşılma olmasın. Şiir okunurken; arka fondaki müzikten bahsetmiyorum. Şiirin zaten kendi müziği var, tersine bozar. Ya da saçma sapan sözleri müzik eşliğinde söylersen bu da aldatmadır. Şiirler ve şarkı örgüsü benim bulduğum bir şey oldu. Benim şiirlerimden şarkılar yapılması fikri de Haluk'undur. Yirmi sene oldu bu birliktelik.