Hatırlayalım neler yaşandığını. Freni patlayan bir araba gibi sağa sola çarparak ilerleyen iktidar, kendini aklamak için geçtiğimiz yıl ‘Kod Adı: K.O.Z.' adlı bir film çektirdi.
Gezi sürecinden 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına, MİT müsteşarının ifadeye çağrıldığı 7 Şubat krizinden dinlenme skandallarına yakın tarihte yaşanan sıcak gelişmeleri konu edinen politik bir film. Bütün kötülüklerin sorumlusu olarak Hizmet Hareketi'ni gösteren, iktidarı pir ü pak sunan bir yapım. Devletin bütün olanaklarını kullanarak arkasına büyük bir rüzgâr alıp seyircinin karşısına çıktı ancak gişede büyük hüsran yaşadı.
Yıllar sonra bugünler tarih kitaplarına geçtiğinde üzerinde tekrar tekrar konuşulacak bir proje Kod Adı: K.O.Z. Adı üzerinde proje. Niteliğinden ziyade varlık sebebiyle önem arz eden; iktidarın, fikirlerini daha geniş kitlelere ulaştırmak için sinemayı aracı olarak kullanıp propaganda yaptığı bir yapım. Hikâye henüz fikir aşamasındayken yapımcısı iktidara yakın kanalları gezerek yazılmayan senaryonun belirlenmeyen oyuncularının ölümle tehdit edildiğini iddia edip yaşananların tek sorumlusunun ‘paralel yapı' olduğunu savunmuştu. Çekimler bittikten sonra asıl ‘misyon' ortaya çıktı. Film baştan sona öteki üzerinden AKP'yi günahlarından arındırmaya çalışıyor. K.O.Z.'un gösterim sürecinde yaşananlar ibretlik. Devlet desteğiyle sinema tarihimizin en büyük reklam kampanyası düzenlendi. Haftalarca televizyonlara tanıtım videoları gösterildi, billboardlara devasa afişler asıldı. İstanbul, Ankara, Gaziantep gibi birçok ilde belediyelerin organize ettiği oyuncu katılımlı ihtişamlı galalar düzenlendi. Emniyet ve parti teşkilatları tarafından özel gösterimler organize edildi, halk belediye otobüsleriyle salonlara taşındı, hatta vizyon zamanı kültür merkezlerinde ücretsiz gösterimler bile yapıldı. Bütün çabalara rağmen film gişede hayal kırıklığı yaşattı. Yapım kadrosu, Recep İvedik 4'ün 7 milyonluk izleyici rekorunu kıracaklarını söylemişti ancak gelin görün ki 388 salonda gösterilmesine rağmen sadece 300 bin kişi tarafından izlendi.
Şimdi karşımızda benzer bir film var: Darbe. Yine AKP'yi aklayan, yücelten bir proje. Merkezinde 7 Şubat'ta ifadeye çağırılan MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın hikâyesi yer alıyor. Bir dağ karakolunun teröristler tarafından basılması ve yaşanan çatışmada karşı karşıya gelen iki kardeşin hikâyesiyle başlayan film, çözüm süreci ekseninde devlet içindeki hesaplaşmalara ayna tutmaya çalışıyor. Bildik, tanıdık bir dille… Yönetmenliğini Yasin Uslu'nun üstlendiği, gazeteci, yazar Avni Özgürel'in senaryosunu kaleme aldığı film, ilk proje gibi gişede hayal kırıklığı yaşattı. 145 salonda gösterildi, bir ayda yalnızca 19 bin kişi tarafından izlendi. Sonuç gösteriyor ki, iktidar eliyle propaganda amacıyla çekilen filmlerin seyircide bir karşılığı yok. Meydanlarda binlerce defa işlenen nefret suçuna ortak olmak için seyirci neden para verip sinemaya gitsin? Hikâye eli yüzü düzgün anlatılsa amenna. O da yok. Yapmayın efendiler, bari sanatı siyasetinize alet etmeyin.
Televizyon için sinema filmi...
Macit Koper, ‘Türkiye sinemasının en büyük sorunu dizi estetiğiyle filmlerin çekilmesi' diyordu. Nasıl bir oyuncunun ekonomik nedenlerle dizide görünmesi gerekiyorsa, bir yönetmen de film çekmek için dizi setine inmek zorunda. Önümüzde Çağan Irmak'tan İsmail Güneş'e uzun bir liste var. Kültür Bakanlığı'nın verdiği destekle perdede kurgulamak mümkün değil ne yaparsın. Koper'in bahsini ettiği estetik sorunu son dönem başka bir yöne evrildi. Estetik bir kenara artık filmler televizyon izleyicisi için çekilmeye başladı. Bahsini ettiğim TV filmleri değil, sinema. Malumunuz televizyonun bazı kırmızı çizgileri var. Alkol ve tütün kullanımından şiddete geniş çizgiler… Özellikle düşük bütçeyle filmler yapan yönetmenlerin en büyük geliri televizyon satışları. ‘Orta şekerli' bir film, 300-400 bin TL'ye kanallara satılabiliyor. Yönetmenlerde satışı garantilemek için yöneticilerin izleyici profiline göre filmlerini tasarlıyor. Televizyon izleyici profili ile sinema izleyicisi profili bambaşka… Sinemadaki sonsuz dünya belirli çizgilerin arasına sıkışıp kalıyor. Bu dönüşümün sinemaya verdiği hasarı ilerleyen yıllarda hep beraber göreceğiz.
Maya sahnesi el değiştirdi
Alternatif tiyatrolar ekonomik olarak zor durumda. Gezi sürecinde iktidara eleştirilerini yüksek sesle dile getiren tiyatrolara devlet desteği kesilince süregelen sıkıntı daha da görünür oldu. Bu nedenle bazıları yerleşik düzenden ayrılıp gezici tiyatro olmayı tercih ediyor. Mesela geçtiğimiz yıl Hakan Gerçek Maya Sahnesi'ni kiralayıp düzenli olarak oyunlarını sahnelemeye başlamıştı. Tek kişilik oyunları Van Gogh, Üstü Kalsın, Savunma ile seyircinin karşısına çıkıyordu. İşler beklendiği gibi yürümedi. Yüksek kira, vergiler ve beklenen seyirci sayısına ulaşılamaması nedeniyle Gerçek Maya Sahnesi'ni devretti. Şimdi onun için bütün yeryüzü sahne.