Sherlock Holmes müdavimleri için başka bir keyiftir filmini izlemek. Hikâyenin merkezine yerleşir dedektifle beraber ipuçlarını toplayıp gizemli cinayetleri çözmeye çalışır izleyici.
Bu kez karşımızda başka bir hikâye var, bambaşka bir Sherlock Holmes. Yeni macera ‘Mr. Holmes ve Müthiş Sırrı', İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk geliyor. Uzun zaman önce emekli olmuş ve Sussex kasabasında evdeki yardımcısı ve yetiştirdiği yeni yetme dedektif oğlu ile yaşamaya başlayan Holmes'u merkezine alıyor. Holmes, huzur içerisindeyken birden kendisini 50 yıldır çözülmemiş bir davanın içinde buluverir. Kaderin cilvesi hafızası eskisi kadar kuvvetli değildir. Bu olaya istinaden hatırladığı tek bir kare vardır: Kızgın bir koca, güzel ve bir o kadar dengesiz bir eş.
Dedektifin dünyasına aşina olanlar için hikâye çok yabancı gelmeyebilir. Conan Doyle'un kaleme aldığı benzer bir hikâye var; zamanı, yaşadıkları biraz farklı. 20. yüzyılın başında emekliye ayrılır, köy evine yerleşip arıcılıkla uğraşır. 1. Dünya savaşı patlak verdiğinde ‘son görev' için tekrar mesleğe döner, Almanlara karşı istihbarat amacıyla Amerika'ya gidip araştırmalar yapar. Sonrası bildik polisiye hikâye. Mr. Holmes'ta benzer bir son görev var ama bambaşka bir şekilde işlenmiş. Odakta çözülmeyi bekleyen olaylar dizgesinden ziyade Holmes'un kendi özel hayatı var. Tercihleri, oğluyla ilişkisi, unutkanlığı, pişmanlıkları…
Holmes'u bekleyenlerin bir diğer motivasyonu, Ian Mckellen'dı. Zira Yüzüklerin Efendisi, Hobbit ile başka bir dünyaya yerleşen oyuncuyu uzun süredir tek başına bütün yükü sırtlandığı bir filmde görmüyorduk. Usta oyuncu, karakteri baştan sona taşıyor ama bazı noktalarda elinden kaçırmıyor değil. Şöyle ki: Mckellen 76 yaşında. Bu rol için biçilmiş kaftan. Ancak bahis mevzuu bilinç kaybı yaşayan, ikinci ayağı da çukura girmeye hazır 93 yaşında bir karakter olunca durum değişiyor. Beden formunu değiştiriyor, karakterin ritmiyle oynuyor. Ancak bu yaklaşım baştan sona tutarlı bir şekilde devam etmediği için karakter eksik kalıyor. Bazen 76 oluyor, bazen 93. Arada çok fark var. Belirli yerlerde yapılan rol kendini sobeliyor. Yine de derdi tasası, insani zaafları olan Holmes'u ondan izlemek çok keyifli. Buradakinden daha iyi oynadığı ve onu bugünlere taşıyan filmler var.
5 filmle McKellen
Ak sakallı Gandalf dede
Yüzüklerin Efendisi-Hobbit: Kurduğu dünya, var ettiği sıra dışı karakterler, anlattığı masalla sinema dünyasında özgün bir yerde duruyor Yüzüklerin Efendisi. Tüm zamanların en çok kazanan, kazandıran yapımlarından... Bu fantastik dünyanın önemli sakinlerinden Gandalf'ı McKellen canlandırıyor. Sanki doğduğu günden beri kesmediği uzun saçı ve sakalı, bol kıyafeti, sihirbazdan ödünç aldığı şapkası, ancak ruhani bir lidere yakışacak asasıyla kazıdı karakteri zihnimize. Sanki 90 yaşında doğmuş ve 300 yıl geçse yaşlanmayacak gibi dinç, asil… Serinin üç filminde de rol alan oyuncu, sonrasında orta dünyayı başkent edinen Hobbit serisiyle seyircinin karşısına çıktı. İki serideki karakterler gibi performansı da eşdeğer. Oldukça başarılı. Gandalf'ın unutulmaz karakterler listesinde ilk 25'te gösterilmesi tesadüf değil.
Richard'ın kardeşi Hitler
III. Richard: Dünyanın en karizmatik kötü karakterlerinden biri III. Richard. Sir Thomas More şöyle tanımlar: Ufak tefek, sıska, bir kolu sakat, kambur, sert yüzlü, kötü huylu, kıskanç… Kötülüğünü çirkinliğinden alan, iktidara gelmek için akıl almaz planlar yapan Richard'ı farklı yorumluyor McKellen. Sol tarafı felçli, hafif kambur, topal.. Shakespeare'in ölümsüz metninin modern uyarlamasında (1995) 1930'ların hayali ve faşist Londra'sında geçiyor hikâye, dünya siyasi tarihinin kırılma noktası sayılacak bir dönemde. Richard, McKellen'ın vücudunda karşımıza Hitler ve Mussolini'yi andıran bir ruhla çıkıyor. 20. yüzyılda Shakespeare'i en iyi idrak eden isimlerin başında gelen Laurence Olivier'ın yorumunun yanında pek güçlü durmasa da uyarlama metinlerde ilk adı geçen. Richard yaşadı mı yaşamadı mı tartışılabilir ama McKellen'in yaşattığı karakteri tartışan pek yok.
Macbeth karanlığın içinde
Macbeth: McKellen oyunculuğa başladığı günden beri ayağını sahneden çekmedi. İngiliz oyuncu, son yıllarda Hollywood'a yerleştiği için Londra'da oynadığı Godot'yu Beklerken'i Broadway'a taşıdı. Sahneye ara verince nefes alamayanlardan. Hastalık derecesinde Shakespeare hayranı oyuncu, çoğunluğu National Theatre'da hemen hemen bütün oyunlarını oynadı dahi yazarın; Othello, Romeo Juliet, Fırtına… Hamlet ve II. Richard, Macbeth'in TV filmlerinde rol aldı. Tabii ki ana karakter olarak. Uzun listede en çok plana çıkan, Macbeth (1978). Dikkate değer olan hem uyarlama tarzı, hem de oyuncuların performansı. Filmi özel kılan ayrıntı şu: Bir tiyatro sahnesinde oynanıyormuş gibi atmosfer kurgulanmış. Arkada simsiyah bir fon. Minimal dekor, kostüm, aksesuar… Kostümlerin çoğunda metnin ruhu gibi siyah ağırlıkta. Yönetmenin kurduğu dünyayı başka açıdan şöyle yorumlanabilir: “Önemli olan görsellik değil, oyunculuk. Tek ve en değerli malzeme bu.” Oyuncuların, yönetmenin yüzünü kara çıkarıp çıkarmadığına siz izleyip karar verin. Bizce sonuç takdire şayan. Zira böyle bir yükün altına girmek her baba yiğidin harcı değil.
Metallerin lideri: Magneto
X Men: Senaryo sıkıntısının hat safhaya çıktığı 2000'li yılların başında Hollywood tekrardan çizgi roman uyarlamalarına yöneldi. 11 Eylül saldırısından sonra yeni hikâyelere öncelik verilse de perdedeki çizgi karakter sayısı artarak devam etti. O günlerden bugüne kalan bir kahraman X Men. Marvel Comics'in süper kahramanının 2000'deki ilk perde uyarlaması geniş kitlelere ulaşınca ilerleyen yıllarda altı film daha çekildi. Şimdi sekizincisi yolda: X-Men: Kıyamet. Mutantlar ve insanlar arasındaki karmaşık ilişki üzerinden gerçek dünyanın sorunlarına değinen serinin vitrininde Hugh Jachman var. Güçlü karakterleri canlandırmanın yanı sıra dans eden, şarkı söyleyen gözde oyuncu… Ancak metallere hükmeden Megneto'nun yeri, takipçilerinin gözünde başka. Selvi Boylum Al Yazmalım'da aşk Kadir İnanır ile Türkan Şoray arasında yaşanıyor ama Ahmet Mekin filmden çekilse iskambil kâğıdından yapılan kale gibi hikâye devrilmez mi? Devrilir elbet. Megneto da böyle işte.
Frankenstein'ın dünyasına yolculuk
Tanrılar ve Canavarlar: Biyografik bir film. Frankenstein'ın yönetmeni James Whale'in hayatının son günlerinde yaptığı içsel yolculuğu ele alıyor. Sanat hayatını anlatırken aile hayatına, arkadaş ilişkilerine yer veriyor. Bir tarafta sinemanın pırıltılı dünyası, bir tarafta yoksulluk… McKellen, usta yönetmenimiz. Bu rolle Akademi'de en iyi erkek oyuncu ödülünü hakkıyla aldı, fazla söze ne hacet. Johnny Depp'in yönetmen Ed Wood'u canlandırdığı aynı adlı filmdeki gibi eğlenceli bir karakter hayal etmeyin. Ne Mckellen, Depp gibi serseri ruhlu; ne Whale, Ed Wood gibi eğlenceli… Karşımızda filmografisi dâhil hayatıyla da korku filmleriyle özdeşleşen bir isim var. Bu ‘korkutucu' dünyada usta oyuncu bize ayakları yere basan bir portre çıkarıyor. Whale ile McKellen'ın gençlik fotoğraflarına bir bakın, ben mi çok benzettim.