Doğan Satmış, Habertürk'teki işini kaybedince 33 yıldır yaptığı gazeteciliğe 3 buçuk ay ara vermek zorunda kaldı. Bu süreci ‘Bir İşsizin Günlüğü' adıyla kitaplaştıran Satmış, hem gazete patronlarına baskı yapan iktidara hem de bir kelime yüzünden çıkarılan çalışanlarla kendisini karşı karşıya bırakan müesseslere sitemli.
Doğan Satmış, 33 yıllık gazetecilik deneyiminin ardından Habertürk'teki genel yayın yönetmenliği görevinden alınınca üç buçuk ay işsiz kaldı. 33 yıl uzun bir süre tabii… Hele ki gazetecilik dışında başka hiçbir işi aklına getirmemiş biri için. Bu süreçte düşünecek çok zamanı olmuş. Neden bu zamana kadar gazetecilik dışında başka bir seçenek üzerinde kafa yormadığına takılmış en çok. Çalıştığı zamanlarda sık sık arayan tanıdıkların işsiz kaldığında telefonlarına bile bakmadığını fark etmiş sonra. Gazetecilerin aslında sanal bir dünyada yaşadığını, bunu da en çok işsiz kaldığında anladığını itiraf edip, bir ara ‘umarım gazeteciliğe bir daha dönmem' bile demiş. Bir süredir Cumhuriyet Gazetesi'nde genel yayın danışmanlığı görevini sürdürüyor. İşsizlik günlerinden geriye ise bütün bu düşünceleri ve farkına varışları esprili ve samimi bir dille kaleme aldığı ‘Bir İşsizin Günlüğü' adlı kitap kaldı. Satmış ile kitabı vesilesiyle bir araya geldik. İşsizlik günlerini konuşalım dedik, konu dönüp dolaşıp basına müdahalelere geldi. Ancak Satmış, geleceğe dair umutlu. “Artık kimse Türkiye'de baskı ortamını geri getiremez.” diyor.
İşsizlik günlerinize dair özlediğiniz şeyler var mı?
Her gün düzenli yürüyordum. Düzenli spor yapınca fit oluyorsunuz, insanın psikolojisine iyi geldiği de biliniyor. Bir de sağa sola gidebilme özgürlüğünüz var.
Gezerken ya da işsiz kaldığınız süre içinde gazeteciliği bırakmak mümkün oldu mu? Her şeye, her yere haber gözüyle bakma alışkanlığınız geçmemiştir...
O, otomatikman oluyor. Gazetecilik bu yönüyle polislik gibi. Şimdi burada bir olay çıksa ve polis de oturuyor olsa mecburen müdahale etmek zorunda kalır. Gazetecilikte de böyle. Mesela oğlanın YGS başvurusunu yaparken karşılaştığımız zorlukları oturup geniş geniş yazdım. Bir gün aklıma geldi. Fethullah Hoca ile de röportaj yapalım diye, onun için görüşmeler yaptım, hatta soruları bile yazdım. O tür şeyler aklınıza geliyor ve yapmak isterseniz çok fırsat da var. Kabul etse Fethullah Hoca, hemen atlayıp Amerika'ya gidecektim. Cumhuriyet'e gelince teklifimi tekrarladım. Sanırım CNN'in ünlü anchorwoman'ı da sıradaymış. Bütün dünya görüşmek istiyor doğal olarak. Öyle bir görüşme iyi bir gazetecilik fırsatı yaratabilirdi diye düşünüyordum. Kişisel olarak söylüyorum bunu. İsteğim hâlâ da geçerli.
Gençlere yazılı basını önermiyorsunuz. Bir sebebi de bu baskı ortamı mı?
Çünkü geleceği yok artık bu işin. Çok uzun bir ömür biçilmiyor yazılı basına. Baskı ortamıyla ilgili değil söylediğim, Türkiye'de seçimden sonra kimse eski baskı ortamını sağlayamaz, eski haline getiremez. Öyle bir imkân yok ama hâlâ uygulamalar sürüyor. Mehmet Baransu hâlâ hapiste mesela. Gazeteciyi yazdığı bir şey için hapse atamazsınız. Bu ancak çağ dışı birkaç ülkede olur.
KEŞKE İŞSİZLİK DÖNEMİM DAHA UZUN SÜRSEYDİ!
Gazetecilik dışında bir ikinci planınız olmamasından pişmanlık duymuşsunuz. Kitapta bunu özellikle belirtmişsiniz.
Keşke şu 3 buçuk aylık dönem daha uzun sürseydi de başka bir iş yapsaydım. O hep aklımda kaldı, bir türlü kafamdan çıkaramıyorum. Çünkü gazeteciliği zamanında bırakıp başarılı iş kurmuş çok örnek var. Benim çevremde de var. Türkiye'de şu anda 25-30 gazete çıkıyor. Yerelleri sayarsak çok fazla. Ama önemli bölümü para kazanmıyor. Bu kısır bir döngü. Para kazanmayan bir gazetede çalışırsanız size yük gözüyle bakıyorlar. Bunu kırmamız gerekiyor.
Gazeteciler kendini daha mı fazla kaptırıyor bu döngüye?
Biraz. Şimdi şöyle oluyor. Sizi mesela bir dış geziye davet ediyorlar. Normal bir muhabir maaşı nedir? En fazla 2-3 bin lira. Giderken sizi business classta uçuruyorlar. Uçaktan indiğinizde sizi özel transferle ağırlıyorlar. Transfer edilirken çaylar kahveler, içiyorsanız içkiler ikram ediyorlar. Beş yıldızlı otelde ağırlıyorlar; bir şeyi tanıtıp gazetede yazmanız için. Siz sanıyorsunuz ki bu size yapılıyor. Öyle değil halbuki. Bu bazı şeyleri yazın diye yapılmış sanal ortamlar. Hiçbir gazeteci bunu hayatında sağlayamaz. Ne aldığı maaş yeter ne de başka bir şey. Bir gazetede bunu sağlayabilecek tek bir kişi vardır, patron belki. Onun dışındakiler sanal. Fakat gazeteciler bunu yanlış algılayıp havalara giriyor.
Gazeteciler dışarıdan bakılınca hayatın içinde, sosyal insanlar gibi algılanıyor. Siz ise normalde farkına varmadığınız birçok detayı (trafik, SSK vs...) işsiz kaldığınızda farkettiğinizi yazmışsınız. Demek ki o kadar da hayatın içinde değilmişiz!
Gazetecilerin en büyük dezavantajı o. Her şeye yüzeysel bakıyorsun. Bir sorunu alıyoruz, yüzeysel olarak ilgileniyoruz. Bir gün yazıyoruz ve bir gün içinde bizim gündemimizden çıkıyor. Ateşböcekleri gibi bugün ışık nerede hemen oraya yöneliyoruz. Yarın bir başka ışık, oraya... Bizim için eskiyor artık.
İşsizliğe mizahi yaklaştım, çünkü…
İşsizlik gibi tatsız bir konuyu anlatırken esprili bir dil kullanmayı tercih etmişsiniz. Bir sebebi var mıydı?
Evet, işsizlik tatsız bir konu. Zaten Türkiye'de kayıtlı 2,3 milyon işsiz var. İş aramaktan bıkmış milyonlarca insan bulunuyor. Böyle bir ortamda bir de bunu dramatize edip insanları üzmek istemedim. Tabii ki evini geçindirmek, çocuklarının karnını doyurmak zorunda olan birine bunu böyle söylemek kolay değil, bunun da farkındayım. Fakat ben işsizliğin insandan kaynaklanan bir eksiklik, bir özür, bir ayıp olmadığını kanıtlamaya çalıştım. Onun için daha mizahi yaklaştım. Bir arkadaşım aradı, iki yıldır iş arıyor. Dedi ki, ‘İş aramaktan bıkmıştım ve kendimi çok kötü hissetmeye başlamıştım, kitap moral oldu.' Bu benim için kafi.
‘Alo Fatih'in kararları iktidarı bağlar
Kitapta bir arkadaşınızın, 'Merkez medyada işine son verilen çok az sayıda gazetecide Erdoğan'ın ya da hükümetin rolü vardır. Çoğu işten atmalar, medya yönetimlerinin tasarrufudur.' şeklindeki sözlerine yer vermişsiniz. Siz katılıyor musunuz bu görüşe?
Aslında bu sözün gerçeklik payı da var ama o kadar da masum değil. Bir atmosfer yaratıldı Türkiye'de. Diyelim ki şu odanın içine gaz sıkarsanız ya da gazı sıktırırsanız ‘hayır ben gazı sıktırmadım' diye işin içinden çıkmanız mümkün değil. Sizin adınıza sıkılmış neticede. O ortamı tamamen Tayyip Erdoğan yarattı. Gazetelerin içine Alo Fatih'ler yerleştirirseniz, Alo Fatih'in aldığı bir karar da sizi bağlar.
Geçtiğimiz süreçte bu anlamda nelere meydan verildi?
Bakın Habertürk'te benim çalıştığım dönemde Gül'ün bir haberi yüzünden iki kişi, Sağlık Bakanlığı ile ilgili bir haber yüzünden iki kişi, Erdoğan ile ilgili bir haber yüzünden iki kişi, Rixos haberi yüzünden iki kişi atıldı. Yazık değil mi?
İtiraz etmediniz mi?
Hepsine itiraz ettik. Arkadaş bu yapılan yanlıştır diye. Sadece cumhurbaşkanı yerine başbakan yazıldı diye bir sayfa editörü ve Ankara'dan haber müdürü atıldı. Tümüyle bizim dışımızda kararlardı. Gazete kurulurken oraya insanları biz aldık ama o insanlar bir kelime için işten atılırken bize sormadılar. Bu, doğru değil. Benim hiçbir dahlim olmadan işten çıkarılan bir-iki arkadaşla karşılaştım, bana selam vermediler. Beni bu duruma düşürmemesi gerekir müessesenin.