Türkiye; Dersim, 1915, Sivas, Maraş, Çorum, Hrant Dink, JİTEM gibi faili meçhullerin yaşandığı karanlık bir geçmişe sahip. Bunlarla yüzleşmek için bugüne kadar ciddi adımlar atılmadı. Almanya geçmişiyle yüzleşirken, gazeteciler önemli bir rol üstlenmişti. Türkiye’de ise gazetecilerin bu konuda çok istekli davrandıkları söylenemez.
Geçmişiyle yüzleşerek, kendi toplumu nezdinde ve uluslararası platformda saygınlık kazanmış bir ülkenin bunu nasıl başardığını görmek üzere geçtiğimiz haftalarda Almanya’daydım. Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi’nin yönettiği Nazi Almanya’sı döneminde yaklaşık altı milyon Yahudi’nin sistemli bir şekilde öldürüldüğü Holokost katliamı ile uzun süredir yüzleşmeye çalışan Almanya’da bulunmak, bu anlamda doğru bir tercih olmuştu.
Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24) ve Friedrich Eberts Stiftung tarafından düzenlenen “Geçmişle Yüzleşmek, İleriye Bakmak” programının altı katılımcısından biri olarak Almanya’nın önde gelen medya kuruluşları, gazetecileri, medya yöneticileri ve tarihçileri ile görüşme fırsatımız oldu. Program süresince bilhassa cevap aradığım iki konu oldu. Birincisi Almanya’daki gazetecilerin böylesi bir katliamla yüzleşmek için neler yaptığı, neleri yapmak isteyip de yapamadığı, toplumun nasıl hazırlandığı. İkincisi ise Türkiye’deki gazetecilerin ne yaptığı, yüzleşme sürecinde devletin, medyanın rolü ve toplumun nasıl hazırlanabileceği...
Almanya’daki yüzleşme bitmedi
Toplumsal hafızanın kurulmasında medyanın sorumluluğunu araştırmak amacıyla düzenlenen programda, ilk olarak Almanya’nın muteber medya kuruluşlarından Der Spiegel’in eski genel yayın yönetmeni Dr. Martin Doerry, toplum sayfası editörü Özlem Gezer ve okuyucu servisi müdürü Catherine Stockinger ile görüştük.
16 yıl boyunca genel yayın yönetmenliği yapan Martin Doerry, Holokost’un (Nazilerin Yahudilere yönelik yaptığı soykırım) hem medyada hem de kamuoyu vicdanında tartışılmasına Der Spiegel’in büyük imkan tanıdığını anlatıyor. Doerry’e göre bu imkanın sebebi, vaktiyle verdikleri basın özgürlüğü mücadelesi. Der Spiegel’in kurucusu Rudolf Augstein’in de tutuklandığı “Der Spiegel Skandalı”nı hatırlatan Doerry, olayın kamuoyunda büyük tepki çektiğini ve insanların basın özgürlüğü için sokaklara çıktığını söylüyor. Almanya ve yüzleşme deyince akla gelen ilk görüntü ise eski Almanya Başbakanı Willy Brandt’ın Varşova’daki soykırım anıtı önünde diz çökmesi. Çoğu Almanya vatandaşında yüzleşmenin bu görüntüyle sona erdiği izlenimi oluşsa da, Martin Doerry öyle düşünmüyor. Doerry’e göre “Bu aslında Brandt’ın Doğu’ya açılma politikasıydı. Eski savaş düşmanları ile barışma amacıyla attığı bir adımdı. Ve bu barışma sürecinin bir parçası olarak bu diz çökme yaşandı. Ama geçmişle yüzleşme hâlâ devam ediyor.”
Gazeteciler bireysel yaptırımlara uğramayı göze almalı
Yıllarca yapılan katliama rağmen mağdur olduğunu düşünen Alman toplumunun Willy Brandt’ın bu hareketine tepki gösterdiği biliniyor. Doerry, Willy Brandt’ın Doğu’ya açılım siyasetini eleştirenler olduğunu, diz çökmenin işlenen suçların kabulü, Yahudi soykırımı tanımanın işareti olarak görüldüğünü söylüyor. O dönemde nüfusun büyük bir kısmının muhafazakâr medyanın da etkisiyle bu suçları kabul etmediğini anlatıyor. Ama ve var ki, kamuoyunun tepkilerine rağmen Willy Brandt’ın izlediği siyasetin yüzleşmede etkili olduğunu söylemeden geçmiyor. Almanya’nın yüzleşme başarısının sadece Der Spiegel’e ya da Willy Brandt’a ait olmadığını düşünen Martin Doerry, genel olarak Alman medyasının İkinci Dünya Savaşı katliamına yönelik önemli yayınlar yaptığını vurguluyor. Ve Doerry, toplumsal zeminin hazırlanmasında, sorumluluk algısının oluşturulmasında bu yayınların etkisi olduğuna inanıyor.
Holokostla ilgili yayın yapmak bizim için ahlaki bir görev
NDR’yi (Kuzey Almanya Radyo Televizyonu) ziyaretimizde ise gazeteci, aynı zamanda Auschwitz’in kurtuluşunun 70. yıldönümü programları sorumlusu da olan Dr. Jürgen Meier-Beer ile genel yayın yönetmeni ve gazeteci Kuno Habermusch gibi iki tecrübeli isimden dinledik yüzleşme tarihini. Bilhassa kamu yayıncılığı yapan gazeteciler olarak önemli bilgiler verdiler.
Ağırlıklı olarak Holokost, yakın tarih ve Stasi sonrası döneme dair çalışmalar yapan Kuno Habermusch, geçmişle yüzleşmede, gazetecilerin bağımsızlığına, yayınlarda kamu sorumluluğu taşınmasına ve bireysel ahlak tutumlarıyla hareket edilmesine dikkat çekiyor: “Neyin doğru olup olmadığına kendimiz karar veriyoruz. Özellikle Holokost ile ilgili yayınlarda kişisel motivasyonlar önem taşıyor. Geçmişte olan bitenleri duyduğumuzda utanç hissediyoruz. Savaş suçlularının ne kadar az ceza aldıklarını görmek öfkemizi artırıyor. Dolayısıyla bu insanlık suçunu hatırlatmak benim ve gazeteci arkadaşlarımın görevi.”
Habermusch, aynı zamanda NDR’nin belgesel bölümünde yönetici. Holokost’la ilgili daha önce ekrana gelmeyen görüntülerden oluşan, izleyiciyi geçmişle yüzleşmeye davet eden belgeseller yayınlanmasına karar veren isim. Türkiye’de bu tarz belgesellerin ilk etapta devlet engeliyle, ikinci olarak reklam getirisi az olacağından kanal engeliyle karşılaşacağını düşününce devlet kanalında böyle bir belgeselin yayınlanmasının önemini anlamak zor olmuyor. Dr. Meier-Deer, kamu yayıncılığının, geçmişle yüzleşme politikalarındaki önemine dikkat çekiyor: “Özel yayın kuruluşlarının finanse edemeyeceği yayınları kamu kuruluşları yapmakla yükümlü. Meşruiyetimiz de buradan kaynaklanıyor. Geçmiş büyük öneme sahip. Çünkü geleceğe doğru ilerlemek ancak geçmişimizle sorumlu bir ilişki kurmamızla mümkün.”
Yüzleşme, cesur gazetecilerle yapılır
NDR, ne pahasına olursa olsun geçmişle yüzleşmeye yönelik yayınlarını sürdürüyor. Kuno Haberbusch, “Yüzleşme cesur gazetecilerle yapılır. Siyasiler size müdahale etmeye çalışabilir. Başınız ağrıyabilir. Ama omurgalıysanız, atlatırsınız ve sorumlu gazeteciliğe devam edersiniz.” diyor. Haberbusch’u dinlerken, Türkiye'de geçmişle yüzleşmenin önündeki bariyerleri kaldırmaya çalışacak ‘cesur gazeteci'lerin azlığını düşünüyoruz.
Almanya federal bir devlet olduğu için, NDR de dokuz ayrı kuruluşa bağlı. Bu çoğulculuk sayesinde daha şeffaf bir yönetim ortaya çıkıyor. Kuruluşun çoğulcu yapısı, siyasetin yayına müdahalesine de engel oluyor. Türkiye'deki gibi yayın politikalarını belirleyen bir ‘Alo Fatih'in olmaması en büyük özgürlük. Kuno Haberbusch, 25 yıl evvel siyasilerin kanala müdahale etmeye kalkıştığını ama yönetim kadrosundaki arkadaşlarının denetleme kuruluşunda koltukları olan siyasileri bertaraf etmeye çalıştıklarını büyük bir onurla anlatıyor. En büyük desteği ise yüksek yargı vermiş. Federal Almanya Anayasa Mahkemesi, siyasilerin bu girişimini engellemiş. Mahkeme konuyla ilgili verdiği tüm kararlarda, kanalın mesafeli yayın yapmasını desteklemiş. Bu örnek; yasama, yürütme, yargı organlarının neredeyse tek elde birleştiği Türkiye adına ibretlik bir durum.
Siyaset ve medya destek olmalı
Toplumun geçmişle yüzleşmeye hazırlanması için devletlerin yüzleşme fikrine açık olması, siyaset ve medyanın bu konuda katkıda bulunması büyük önem taşıyor. Türkiye’de Dersim katliamı, 1915 Ermeni tehciri gibi yüz yıl evvel yaşanmış ya da Sivas, Çorum, Maraş gibi yakın tarihte yaşanan ve davası hâlâ devam eden birçok olay yüzleşmeyi bekliyor. Hrant Dink cinayeti, Engin Çeber ve JİTEM gibi faili meçhuller de bunlar arasında… Yargılamalar yoluyla geçmişle yüzleşme mücadelesi veren avukat ve insan hakları örgütleri mevcut. Ancak onların bu mücadelesine destek olunması, geçmişte yaşanan şiddet olaylarının faillerinden hesap sorma isteğini geniş kitlelere duyurmak, toplumun vicdanını harekete geçmek için bilhassa medyanın hükümete ve siyasi partilere yönelik bir baskı oluşturması gerekiyor.