Köy köy, kasaba kasaba gezip binden fazla eser derleyen bir halk müziği sevdalısı Erol Parlak. Bu alanda profesörlük unvanı taşıyan birkaç kişi arasında yer alan Parlak, “Toplum o kadar dejenere oldu ki, onun kendi kanından ve genetiğinden bile bir Neşet Ertaş çıkacağına inanmıyorum.” diyor.Türk halk müziğine gönül vermiş hemen herkesin kulağına bir kez olsun çalınmıştır Erol Parlak’ın bağlaması ve kadife sesi. Ya da yolu son 20 yıldır İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarı’na düşen her genç, onun rahle-i tedrisatından geçmiştir. Türk halk müziğinin gerçek emektarlarından biri olan Parlak için en uygun tanım; ‘türkülere ömrünü adayan akademisyen’ olur kuşkusuz. Çünkü bugüne kadar dağ bayır demeden, köy köy, kasaba kasaba gezip derlediği binden fazla türkü, bozlak ve ağıtta onun imzası var. Sadece bu da değil; konservatuvarlarda Türk halk müziği branşında profesörlük unvanı bulunan birkaç kişiden birisi. 3 yıl önce vefat eden Neşet Ertaş’ın gönül yoldaşı olan Parlak, o hayattayken kendi yaptığı besteleri gün yüzüne çıkarmaya teşebbüs bile etmemiş. “İçimden geliyordu ama ustalara bakınca, ‘Haddini bil’ dedim kendi kendime ve hep o kapıyı kapattım.” diyor Erol Parlak. Bugüne kadar Sezen Aksu’dan İbrahim Tatlıses’e, Güler Duman’a yüzlerce sanatçının albümüne bağlamasıyla eşlik eden Parlak, geçen yıl kendi türkülerinden oluşan “Pervaneyim Yar” adlı 50. yaş albümüyle çıktı sevenlerinin karşısına. İTÜ Konservatuvar’da Ses bölümünde akademisyenliğe de devam eden ‘türkülerin profesörü’ Erol Parlak’la bir araya gelip, Türk halk müziğinin geleceğini, konservatuvar eğitimlerini, ses yarışmalarına katılan konservatuvarlıların durumunu masaya yatırdık. Her ne kadar tüm dünyada pop müzik yaygın olsa da Parlak, “Türkiye’nin en popüler müziği türküdür.” yorumunu yapıyor.10 ömrüm daha olsa yine müzikle uğraşırımAğrı Eleşkirt doğumlu olan Erol Parlak, müzik sevgisini çok küçük yaşlarda fark edenlerden. Gurbetçi olan babasıyla Almanya’ya giden Parlak, 4 yaşında ayağını kırıp 60 gün yatağa mahkûm olduğunda 45’lik plaklardan Âşık Mahzuni Şerif, Selahattin Erorhan, Mahmut Erdal ve Neşet Ertaş dinleyerek geçirmiş zamanını. O zaman sevdalanmış türkülere. Türkiye’ye döndüklerinde okulda mandolin kursuna başlamış önce. Romanya, Polonya halk şarkılarını o kadar hızlı çalıp söylemeye başlamış ki, bir süre sonra onlar yetersiz gelmiş. İlkokul öğretmeni Mustafa Arı bakmış olacak gibi değil, Parlak’a bir bağlama almış. O gün bugündür düşmemiş bağlama elinden. Basketbol, voleybol ve jimnastikte lisanslı sporcu olan Parlak, müzik uğruna hepsinden vazgeçmiş. “Bugün iyi ki de bırakmışım diyorum. Hiç pişmanlığım yok. 10 ömrüm daha olsa bir tanesini bile başka işle uğraşmam.” diyerek açıklıyor müzik sevgisini. İTÜ Konservatuvar’da üniversite eğitimine başlayan Parlak’ın hayatı merhum hocası Nida Tüfekçi’ye denk gelmesiyle değişmiş. Onunla birlikte gerçek kültürü, sanatı ve üstatların, arşivlerde kalan müziklerini görmeye başlamış. 10 yıl aralıksız alan araştırması yapan Erol Parlak, Orta Anadolu’da, Çukurova’da, Toroslar’da, Ege’de bine yakın türkü derleyip TRT arşivine kazandırmış.Toplum kutuplaşmış, deyiş dinleyen bozlak dinlemiyorBu araştırmaları sırasında özellikle 1980’den sonra Türkiye’de farklı sosyal ve kültürel katmanların ayrıştığını fark etmiş Parlak. Kendisinden dinleyelim: “Günümüzde Neşet Ertaş dinleyen, Âşık Mahzuni Şerif dinlemiyor. Deyiş dinleyen, bozlak dinlemiyor. Ben o dönem bir tavır koydum ortaya. İnsanların düşüncelerine göre sanatçı ayırdığı bir dönemde bir taraftanmış gibi görünüp popüler olmaktansa, ‘Ben herkesin sanatçısı olmalıyım’ dedim ve Anadolu’nun dört bir yanından eserler seslendirdim.”Prestijli salonlar halk müzisyenlerine kapalıBütün coğrafyalardaki yerel olguların ortadan kaldırılarak yerine kolay ve çabuk tüketilen müzik ve sözlerin kullanıldığını, böylece insanların algılarının yönetildiğini söyleyen Parlak, “Pop müzik her dönem kılıktan kılığa girerek toplumun belleğine sızan ve müziğe dair gelirin en büyük payını ele geçiren ticari bir mekanizma. Türkiye’nin en popüler müziği türküdür.” yorumunu yapıyor. Kapitalist sistemin yerli olan her şeyi yok etmeye çalıştığını belirten Erol Parlak bunu bir örnekle açıklıyor: “Eskiden bizler bu ülkenin en prestijli sahnelerine çıkıyorduk. Şimdilerde halk müziği yapan yerli müzisyenlerin neredeyse tamamına kapatılan bu salonlara on binlerce dolar ödenerek yabancı sanatçılar getiriliyor. Onlar da çoğu zaman boş salonlara söylüyorlar.”Türkü evleri kanatçılara dönüştüPek çok Türk halk müziği sanatçısının popülariteye ayak uydurma çabasına düştüğünü dile getiren Erol Parlak, bundan en büyük zararı yine türkülerin gördüğünü vurguluyor. Nedenine gelince; “Bir dönem türkü evleri çok moda oldu, sanatçılar oralarda sahne almaya başladı. Sonra türkü evleri, türkü barlara, ardından restoranlara şimdi de kanatçılara dönüştü.”Erol Parlak’la sohbetimizde söz sırası konservatuvarlara geliyor. Erol hoca isim vermek istemese de piyasadaki pek çok sanatçının yetişmesinde emeği var. Hal böyle olunca türkülerin kanatçılara düşmesinden onların bir suçu olup olmadığını soruyoruz. Parlak, “Camiadaki pek çok sanatçı için günden güne zorlaşan bir hayat var. Kaçınılmaz olarak uyum sağlamak zorunda kalıyorlar. Hatta birçoğu tercih etmedikleri halde bambaşka müziklerle bile uğraşıyor.” cevabını veriyor.Bu topraklardan bir Neşet Ertaş daha yetişmezTürk halk müziğinde bayrağı taşıyacak yetenekli gençlerin olduğunu söyleyen Erol Parlak, yine de bu topraklardan bir Neşet Ertaş daha yetişmeyeceğine inanıyor. Ertaş’ın sazıyla, sözüyle çağların dehası olduğunu dile getiren Parlak, “Toplum o kadar dejenere oldu ki, onun kendi kanından ve genetiğinden bile bir Neşet Ertaş çıkacağına inanmıyorum.” ifadelerini kullanıyor. Türkülerin gençler tarafından dinlenmediği savının da koca bir yalan olduğunu düşünüyor Erol Parlak.Konservatuvar öğrencisinin başarısı albüm çıkarmak değil“Konservatuvar öğrencisinin başarısı, albüm çıkarıp meşhur olması mıdır?” diye soruyoruz Erol hocaya. Kesinlikle albüm çıkarmak olmadığını söylüyor. “Eğer albüm başarıysa cebinde parası olan herkes albüm yapabiliyor. 80’li yıllarda gurbette 10 bin markı cebine koyan gelip burada albüm yapıyordu. Bakıyorsunuz kötü bir solist para bulmuş, sonuçta ortada kötü albüm var. Bir firma size para harcatmadan albüm yapıyorsa başarı budur.” yorumunu yapıyor.Erol hoca ses yarışmalarına katılan konservatuvar öğrencilerine de kızıyor; çünkü orada gençlerin harcandığı görüşünde; “Ses yarışmalarına katılan çocuklar ‘konservatuvarlıyım’ diyor ama bakıyorsunuz ses yok, birikim yok ve okulu adına kötü örnek oluyor. Diğer taraftan sıradan bir vatandaş dedesinden babasından öğrendiği gibi söylüyor ve çok beğeniliyor. O halde bu kadar kuruma, yatırıma ne gerek var?”Popçular türküleri ticarete alet ettiErol hoca, pop müzik sanatçılarının türkü okumasını da ticari olması sebebiyle hoş karşılamıyor. Nedenini ise şöyle açıklıyor: “Türkü kültürüne karşısınız, türkü sevenleri alt kültür diye hor görüyorsunuz. Sonra birdenbire çıkıp türkü okuyorsunuz. Ait olmadığınız, özümsemediğiniz bir şeyi kullanma adına dilinize alıyorsunuz. Elbette ki hiçbir şeye benzemiyor. Okumalarıyla okumamaları arasında fark yok bence. Okudukları anda yaptıkları şey ticari bir işe dönüşüyor. Okumasalar daha saygın olurlar..”
↧