Ziya Paşa, İstanbul’un bugünkü halini görseydi o ünlü gazelini “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm / Dolaştım İstanbul’u bütün viraneler gördüm.” şeklinde yazardı herhalde. Zira Suriçi’nin tarihî binaları otel olmamaya ve zamana karşı direniyor.Dubrovnik, Budva ve Kotor, kale içi şehirler… Tarihî mimarilerini dünden bugüne taşıyabilmiş bu Balkan şehirleri insana zamanda yolculuk yaptırıyor. Eskilerin İstanbul’u da bu kentler misüllü. Eğer korunabilseydi misli olacağı kesindi. Bugün biz pek telaffuz etmesek de şehr-i İstanbul’un bir “Suriçi” var. Surları Bizans’tan devraldığımızdan mıdır, yoksa kültürel mirasla pek barışık olmadığımızdan mı bilinmez Suriçi’nin durumu vahim. Surlar dilencilere terk edilmiş, tarihî binalar ise metrukluğa. Aman siz siz olun İstanbul sokaklarında yürürken dikkat edin. Zira başınıza cumba düşebilir, tarihî bir bina karşınızda son nefesini verebilir ya da bir yangının külüyle yeniden yanabilir. Metruk olmayanların halini görünce de “Allah’tan metruklar!” diyor insan. Çünkü birçoğu Gülhane’deki Osmanlı arşivleri gibi otel oldu. Sonu böyle olacaksa metruk kalsın daha iyi diye geçiyor aklımızdan. İşte şehrin belli dönemlerine tanıklık etmiş metruk binalar:İETT Troleybüs Aktarma MerkeziKimimizin unuttuğu, kimimizinse hiç tanışma fırsatı bulamadığı İETT’nin saklı T’si troleybüs. Kaçımız çocukluğunda İETT’nin açılımı nedir diye kafa yormadık ki. İstanbul Elektrik Tramvay dedik, troleybüse gelemedik. Zira 1984’e kadar hizmet veren troleybüse yetişemedik. İşte bu mazide kalan troleybüsün İstanbul serüveni yaklaşık 60 yıl önce başlıyor. 1950’li yıllarda elektrikli tramvayların kentin ihtiyacını karşılayamaması ve otobüslerin de maliyetli olması nedeniyle troleybüse geçilmesine karar veriliyor. İtalya’dan gelen ilk troleybüslerle 1961’de seferlere başlanıyor. Böylece Ankara’da 47’den, İzmir’de ise 56’dan beri var olan troleybüs, İstanbulluların hayatına giriyor. Toplam uzunluğu 45 kilometre olan sistemin 6 kuvvet merkezi, 100 troleybüsü bulunuyor. 1968’de yerli araç Tosun’un da katılmasıyla bu sayı 101’e ulaşıyor. 84’te elektrik kesintileri yüzünden sık sık yollarda kalan ve seferleri aksayan troleybüsler işletmeden kaldırılıyor. Geriye ise binalar kalıyor. İşte Beyazıt’taki kuvvet merkezi bunlardan biri. İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi ile aynı sokakta bulunuyor. Kuvvet merkezinin yanına fakültenin ek binaları inşa ediliyor. İETT’nin eski binasının durumu ise meçhul.Sultanahmet Çocuk MahkemesiYıllardır çocuk mahkemesi olarak kullanılan bina, adliyelerin Çağlayan’a taşınmasından sonra boş kaldı ve tüm dikkatleri üzerine çekti. Zira burada da gözü olan çok. Hem yeri hem de büyüklüğü üstüne bir de tarihiyle dikkatleri çekmemesi mümkün değil tabii. Girişin üzerinde bulunan kitabede Mekteb-i Rüşdiye-i Askeriye yazıyor. Yani burası Osmanlı zamanında bir askerî ortaokul imiş. Aslında sadece bir askerî okul değil. Çünkü 1898 yılında Tababet-i Askeriye Tatbikat Mektebi olarak kurulmuş. Bir nevi Askeri Hekimlik Uygulama Okulu. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde hizmet veren Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nin temelleri de bu binada atılıyor. Uzun yıllar okul olarak kullanılan bina, çeşitli kamu kuruluşlarına tahsis ediliyor. Bunlar arasında 1980’li yıllarda kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri de yer alıyor. Ardından hepimizin bildiği gibi Adalet Bakanlığı’na bağlı İstanbul Çocuk Mahkemeleri buraya yerleşiyor. Şu an boş olan binanın yeni sahibi konusunda söylentiler var. Tarihî yapının bir vakıf üniversitesine satıldığı ya da bir devlet üniversitesine devredileceği bunlar arasında. Hangisinin doğru olduğunu zaman gösterecek.Sağlık yurduGülhane’de Alay Köşkü Caddesi’nde bulunan metruk bina. Çevredekiler on yıldan fazla boş olduğunu söylüyor. Üzerinde eski harflerle “Sağlık Yurdu” yazıyor. Ayrıca çini panoları, kemerli pencereleri var. Bazı tarihçiler üzerindeki yazıya bakarak Osmanlı Sıhhiye Nezareti’nin bir mahalle dispanseri olarak kullanıldığını, çevrede oturan vatandaşlar ise buranın ilk doğumhane olduğunu söylüyor. Binanın talibinin çok olduğu ama sahibinin de satmadığı duyduklarımız arasında.O eski halinden eser yok şimdiTarihî yarımadada otel olmayan bina yok gibi. Osmanlı Devlet Arşivleri de bu akımın son kurbanlarından. Sultanahmet Tacarethane Sokak’ta bulunan arşiv Kağıthane’ye taşındı. Çok uzak olması ve Kağıthane Deresi’ne yakınlığı tartışılırken arşivi yeni evinde bir de su bastı. Tüm bunlara eseflenirken arşivin eski binası da yenilenerek lüks otel oldu. Aslında üç büyük medeniyetin başkenti olan tarihî yarımada, 1995’ten beri birinci derece SİT alanı. SİT alanı ama her geçen gün evler ve işyerleri birer birer otele dönüşüyor. Bugün yarımadada bin beş yüzün üzerinde otel bulunuyor. Tadilata hemen başlanması “Acaba arşiv bunun için mi?” taşındı sorusunu akıllara getiriyor. Eski arşiv binası, yeni Sura Hagia Sophia Hotel oldu. Yıllarca yayınevlerinin bulunduğu Ticarethane Sokağı’nın otel ve restoranlarla dolmasına sadece sokakta kalan birkaç esnaf tepki gösteriyor. 10 yıldır sokakta esnaflık yapan bir vatandaş “Buraya bakınca görüyorum ki paranın açamayacağı hiçbir kapı yok. Arşiv binası geçen yıl boşaltıldı. Üç ay içinde 24 saat çalışıp otele çevirdiler. Otelin yanındaki hastane binasını da almışlar. Orayı da restoran yapacaklarmış. İşin ucunda para olunca maalesef tarih, doğa, ağaç hiçe sayılıyor. Bahçedeki ağaçları bile kestiler.” diyor. Tarihî yarımadada otel olmayan bina yok denecek kadar az. Yıkılan, boşaltılan, restore edilen hemen her binanın mutlak kaderi bu. Geçtiğimiz aylarda Yerebatan Sarnıcı’na zarar verdiği için yıkılan İl Özel İdaresi’ne ait bina yıkılıp yerine lüks restoran yapıldığı da ortaya çıkmıştı.
↧