Diyarbakır Cezaevi’nden çıkanların ‘unutmayacağız’ yemini ettiği günlerden bu yana 30 yıl geçti. Bir zamanlar ‘bölge’ siyaseti olarak anılan Kürt hareketi, Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığıyla Türkiye’ye yayılınca, bu hareketin izini sürdük.“İşkence, hukuksuz yargılamalar dağa çıkışı körükleyen bir şeydi. 12 Eylül olmasaydı, 12 Eylül’ün Kürt politikası olmasaydı PKK bu kadar güçlenmezdi.”12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’nde olan Ahmet Türk, yıllar sonra o günlerin muhasebesini böyle yapıyor. 12 Eylül’ün üzerinden 32 yıl geçmişken, batı illerinden de aldığı oylarla kitlesini arttıran Kürt siyasetinin başlangıcı gibi bu söz.“Selahattin Demirtaş’ın bu kadar popüler bir siyasi figür olmasına Diyarbakırlılar ne diyor?” sorusunun izinde Diyarbakır’dayız. Sokaklar uzun bir yazın etkisinde, bomboş. Aralarda tek tük gezen akrepler, neredeyse iz kalmamış üç gün evvelki seçim, gölgelerin ferahına saklanmış insanlar, bu şehrin yıllardır gündemi politik hayatı unutmuş gibi. Ne seçim afişleri, ne hararetli konuşmalar. Hiçbirinin izi yok.Şehrin unutulmuş hanlarından biriyken 2000’lerin sonunda restore edilen, şimdilerde kahvaltıcılarıyla en turistik mekânlarından biri haline gelen Hasan Paşa Hanı ilk durak. Hanın girişinde İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Mazlum Doğan, Şeyh Sait portrelerinin dokunduğu halılar. Hemen altında boynunda fularıyla Selahattin Demirtaş. Kaça bunlar? 10 lira. Dükkan sahibi Seher Sarı, Demirtaş portresinin bu seriye yeni katıldığını söylüyor. Daha iki ay olmamış. Talep de çok. Peki mesela Ahmet Türk’ün portresi yapılmış mıydı? Ya da Hasip Kaplan’ın, Sırrı Süreyya Önder’in? Yalnız Selahattin Demirtaş mı bu listeye girebildi? Cevaplıyor:“Selahattin Demirtaş’ın yürüttüğü Cumhurbaşkanlığı kampanyası yalnızca bizi değil, tüm Türkiye’yi kapsadı. Onun sayesinde Kürt siyaseti yalnızca bölgenin dinamiklerini anlayıp yorumlayan güdük bir siyaset olarak görülmekten kurtuldu. Biz Diyarbakır’da kimlik siyasetinin ne kadar işe yaradığını yerel yönetimlerde görmüştük. Meclis’teki milletvekilleri de insanlara eşitlikçi, çoğulcu siyasetin önemini gösterdi. Kadın hakları, anadilde eğitim, azınlıkların değerleri... Bunların hepsi siyasetin kapsamı içine girdi. Bunun anlaşılması Türkiye’de de nihayet karşılık buldu. Bundan sonra söyleyecek sözümüzün daha güçlü olacağını düşünüyorum.”Sivil cumalar kırılma yarattıUlu Cami’deki kalabalıkların önünde namaz vakti, bir konuşmaya tanıklık edeceğim: Sivil cumalar hareketin kitleselleşmesinde ne kadar etkili oldu? Bir adam diğerine anlatıyor: “Burada panzerle namaz kılınan günlerden bugünlere geldik, çok şükür.”Sivil cumalar meselesine ismini vermek istemeyen bir gazeteci de değinecek: “İnsanların dinlerine de sahip çıkması, orada da varlıklarını göstermesi, Kürt hareketinin ne kadar halkın içinde karşılık bulduğunu anlatması açısından önemli bir açılım oldu. Bu sayede çok şey kazanıldı. Selahattin Demirtaş’ın kitleleri kucaklayan söylemleri, solculardan cemaatlere kadar pek çok kesime verdiği sıcak mesajlar burada karşılık buldu. Bu sayede de kitleselleştiğimizi düşünüyorum. Kürt siyasetinin her etnik, dinsel, grup ve kategorilere hitap eden kapsayıcı dili onu siyasette merkeze oturttu. ”Peki Diyarbakır’da siyasetin sınırlarının genişlemesi kimseyi rahatsız etmiyor mu? Bu popülerliğin sonunu nasıl yorumluyorlar?“Kürt hareketi hiçbir zaman tek insan üzerine hareket edecek lükse sahip olmadı. Birilerinin sürekli gözaltına alınıp tutuklandığı zamanlarda, hep alternatifler düşünüldü, ona uygun hareket edildi. Demirtaş da bir figür olarak önemli ama kitleselleşmesine, bir kişinin kitleselleşmesi olarak bakılmamalı. Bugün siyaseten o ön plandadır, yarın başka biri çıkar, öne geçer. Bunun faydaları da var. Böylece Ankara kulislerini kirleten siyasi rekabetin önüne geçiliyor, çünkü nihayet kazanılması gereken değerler var. Bizde insanlar değil, değerler ön planda.”Biraz da Türkiye düşünsünDiyarbakır’da öğrencilik yapan Muşlu Vedat, “Biraz da Türkiye düşünsün.” diyor. Bu ne demek?“Yıllarca burası yandı, görülmedi. Ateş kor gibi, bir yerde durmayıp sıçrıyor. Elbette siyaset de çoğalacaktı. IŞİD, Suriye, Filistin derken Türkiye’nin de huzuru yavaş yavaş bozuldu. Belki böylece yapılan siyasetin suya tirit olduğu, kimsenin gereksinimlerini karşılamadığı anlaşılır.”Tarlabaşı’nda bir yalnız Kürt1986’da Lice baskınları sırasında İstanbul’a kendi deyişiyle bir yorganla gelen Davut, o günlere bakınca hissiyatını, ‘Tarlabaşı’nda bir yalnız Kürt’ olarak yorumluyor: “İlk geldiğimde burada nasıl bir hayat olduğunu anlayana kadar kendime gelemedim. İstanbul’da boğulacak gibi oluyorduk. Köye dönecek halimiz yoktu. Sonra kardeşlerim de geldi, yavaş yavaş toparlandık. O zamanlarda siyaseten kendimizi ifade edebileceğimiz bir mecra yoktu. Şivan Perwer kasetlerini Unkapanı’nda kaçakçılara çektirir, evde gizli gizli dinlerdik. Kürtçe konuşamazdık. Partinin buraya kadar geleceği uzak bir ihtimaldi. Ne zaman ki, Newrozlar kitleselleşti, İstanbul’da Kürt nüfusu arttı, biz de artık buralı olduğumuzu hissetmeye başladık. Artık Lice kadar İstanbul’u da memleketim olarak görüyorum. Son seçimlerde buradan da milletvekili seçtirebilmek bizim için çok önemli bir aşamaydı. Yüksek Seçim Kurulu’nun genel seçimlerde milletvekillerine kota koymaya çalıştığı günlerde Tarlabaşı kavruldu. Nasıl ki Diyarbakır’da polisler çocukların taşlarından sokağa çıkamıyor, burada da aynısı oldu. Artık sivilleştik, insanların inkar edemeyeceği bir noktaya geldik. Çok şükür.”Şehrin öbür yakası Kadıköy’de kitapçılık yapan Samed için de durum ayın. O, Davut kadar sıkıntılı günlerden geçmese de cumhurbaşkanı seçimlerinde Kadıköy’de çıkan oyların fazlalığı onun için de umut olmuş: “Memur bir ailede büyümenin etkisiyle yaşanan sıkıntılara herkes kadar vakıf olmadım ama gezdiğimiz yerlerde Diyarbakırlıyım demek yerine Elazığlıyım demek bile yeterince üzücüydü. Evde hiç Kürtçe konuşulmadı. Kürt siyaseti şimdiye kadar hep yerelin sorunlarını dile getiren güdük bir siyaset olarak görülmüştü, artık bu önyargı kırılıyor. Tek bir seçimden bu sonuç çıkmaz ama umut bu.”O kadar da değilOyunu bu seçimde de CHP’ye veren Kadıköy sakini Meriç Hanım, Kürt hareketini milliyetçi ve bölücü bulduğunu inkar etmemekle beraber, Selahattin Demirtaş’a saygı duyduğunu kabul ediyor: “Sazla çıktığı program çok güzeldi. Sonradan internette izledim. Bir de TRT yasaklarıyla tatlılıkla dalga geçmesini çok takdir ettim. Herkesin üç maymunu oynadığı bir dönemde bu kadar açıkyüreklilikle, kompleksizce konuşabilmesi bende ‘böyle de bir siyasetçi oluyormuş’ hissine neden oldu.”Meriç Hanım, 70 yaşındaki annesinin sözleriyle bitiriyor konuşmasını: “Annem dedi ki, ‘Temiz yüzlü bu çocuk, buna da oy verilirmiş.’ ‘Verme’ diyemedim ama vermediğine memnun oldum açıkçası. O kadar uzun boylu değil.”Türk medyası kabul ettiParis Politik Etütler Enstitüsü, Uluslararası Etütler ve Araştırmalar Merkezi’nden Dr. Cuma Çiçek, Demirtaş’ın BDP’de radikal demokrasi oluşturduğunu söylüyor: “Demirtaş, toplumun alt ve orta sınıflarına hitap eden, yoksulları önceleyen, bununla birlikte radikal bir sermaye karşıtlığından uzak duran bir siyasi söyleme başvurdu. Gelir dağılımındaki eşitsizlik, yoksulluk, hükümetin sermayeyle kurduğu ilişki, hükümete ve Başbakan’a yönelik yolsuzluk ve hırsızlık iddiaları bu siyasetin ana söylemlerini oluşturdu. Bu söylem, Kürt hareketini yakından takip edenler için kuşkusuz yeni değildi. Bununla birlikte, Türkiye geneline hitap ederken, Kürt siyasetinin bu yüzü bugüne kadar hem görülmedi hem de gösterilmedi. HDP ile birlikte seçim çalışmalarında bu sol söylemin merkeze taşınması, görünür kılınması ve ana akım Türk medyası tarafından ‘kabulü’ en önemli yenilik olarak not edilebilir. Kürt siyasetinin öncü gücü olduğu HDP’nin bugün Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) ardılı Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) tarafından temsil edilen ana akım Kürt hareketinden farklı olarak sol söylemi merkeze aldığı söylenebilir.”
↧