Sponsorların kulüplere verdiği desteği çekmeye başlamaları olumlu ve önemli bir gelişme. Bundan doğan mâli açığın en azından büyük kulüplerde forma satışının artırılmasıyla dengelenebileceğini düşünmek ise pek gerçeğe uygun değil.Sponsorların kulüplere verdiği desteği çekmeye başlaması, çeşitli bakımlardan üzerinde durulması gereken çok önemli bir gelişme. En çok önemsenmesi gereken nokta şu: Bunun böyle olması gerektiğini biz spor yazarları yazdık ve söyledik. Futbolumuzdaki şike, küfür, şiddet gibi bezdirici bir süreklilik arzeden pisliklerin ortadan kaldırılabilmesi için sponsorların da tavır koymaları gerektiği defalarca vurgulandı. Onların bunu büyük tantanalarla filan yapması beklenemez. Böyle sessiz sedasız sahneden çekilirler ve bunun sonuçları da çok ağır olur.Aslına bakılırsa konunun tartışılacak bir yığın boyutu var. Bunların başında 3 büyükler dışındaki kulüplerin zaten hep forma reklamı konusunda sıkıntı çektikleri gerçeği geliyor. Şampiyonluk yaşamış takımlardan Bursaspor bile sürekli ve tatminkar gelir getiren forma reklamına sahip olamadı. Öteki kulüpler çok düşük bedellerle forma reklamı bulabiliyor ya da hiç bulamıyor. Kentin işadamlarından, milletvekillerinden yardım isteniyor, ‘nerede bu devlet!’ filan deniyor ve bazen sonuç alınıyor. Bunların çoğu bize özgü tuhaflıklar ama hepsi bir yere kadar…Olayın en önemli boyutlarından biri, Türkiye’nin ‘sportif pazarlama’ diye bir kavramı pek tanımayışı. Ahmet Gülüm’ün yakın zamanda piyasaya çıkan ‘Panoda Yer Yok’ adlı kitabı çok iyi anlatıyor bu durumu. Kulüplerin sponsorlardan aldıkları paranın karşılığını ödeyip ödemediklerini pek umursamadıkları biliniyor. Oysa dünyada bu işleri bilen kulüpler, bu kapsamda aldıkları paranın karşılığını tam olarak verebilmek, sponsorları mutlu etmek, iyi bir iş yaptıklarını gösterebilmek için çabalıyor. Biz de böyle burnumuz sürtülerek bunları öğreneceğiz.Formasına reklam almayan Fenerbahçe’nin gelen önerileri tatminkar bulmayışı ilginç. Çünkü başta UEFA’nın finansal fair play zorlaması olmak üzere başka pek çok nedenle kulüplerin her türlü gelire fazlasıyla ihtiyacı var. Geçmişte bazı önemli oyuncuların büyük bonservis bedellerini karşıladıkları belirtilen kulübe yakın büyük işadamlarının bu konuda devrede olmayışlarına akıl erdirmek zor. En azından bu sıkıntılı dönemi atlatabilmek için birer sezonluk destek sağlamaları gibi formüller bulunabilirdi.Bu arada Beşiktaş’ın ‘onlar bulamıyor ama biz bulduk. Üstelik biz onlar gibi devletten de almadık’ gibisinden şişinmelerinin bir anlamı yok. Beşiktaş bu konuda çok geç kaldığı için bir balık yakalamış gibi oldu. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin pek çok bakımdan Beşiktaş’ın çok önüne geçmiş durumda olduğunu aynı kişiler sürekli söylüyor. Bu tür avunmalar aradaki farkı kapatabilecek bir yol ve yöntem değil. Böyle anlamsız dokundurmalarla zaten bozuk olan ilişkileri büsbütün tatsızlaştırmak akıllıca olmuyor. Siz kendi işinize bakın!Fenerbahçe’nin forma satışını artırarak bu sorunu çözebileceği yolundaki iddialar da ciddiyetten uzak. Hemen her sezon aynı iddia gündeme getirilir ve sonrasında ne olduğuna hemen hiç bakılmaz. Ya da ‘vallahi o kadar çok forma satılıyor ki gelen paraları koyacak yer bulamıyorlar!’ türünden saçmalıklar haber diye gazete ve televizyonlarda defalarca tekrarlanır. Bunun hesabı defalarca yapıldı. Forma satışından gelen paranın hiçbir derde deva olması mümkün değil. Fakat bu konudaki yalanlara inanmaya hazır çok insan var.Herhangi bir hesap yapmaya gerek olmaksızın da gerçeği kolaylıkla anlayabiliriz: Forma ve öteki ürünlerin satışı gerçekten bu kadar çok gelir getiriyor olsa bunların satıldığı yerlerin sayısının da çığ gibi çoğalması gerekir. Sahiden bu şekilde para kazanılan işlerden biri cep telefonu bayiliği olarak görünüyor. Peki, her büyük caddede birkaç cep telefonu bayii varken kulüplerin forma ve öteki ürünlerinin satıldığı yerleri bulabilmek için epeyce bir çaba vermek gerektiğini bilmiyor muyuz? Kimi kandırmaya çalışıyoruz?Sanki forma ve öteki ürünlerin herhangi bir maliyeti yokmuş, satış bedeli doğrudan kulübün kasasına kar olarak giriyormuş gibi konuşuluyor bu konuda. Yahu, öncelikle üretim maliyetinden başlayıp o dükkanların kirası, elektriği, suyu, çalışan personelin parası, vergisi, amortismanı gibi sayısız gider kalemi görmezden gelinerek yapılan hesaba gülünmez mi? Gidip gördüm, M.United, Real Madrid, Barcelona, Bayern Münih, Milan gibi kulüpler bu işten gerçekten iyi paralar kazanıyor. Ancak hem ülkedeki insanların alım güçleri çok yüksek ve bundan bir süreklilik doğuyor hem de bunlar dünya çapında firmalar olduklarından ürünleri ülke sınırlarının dışında da epeyce alıcı buluyor. Biz henüz bu noktanın çok uzağında, emekleme çağındayız. Aradaki açığı kurduğumuz hayallerle kapatmanın mümkün olduğunu sanıyorsak, bir sonraki Dünya Kupası’nın en büyük favorisinin Türkiye olduğunu da söyleyebiliriz!Bırakalım bu masalları da işmizi doğru dürüst yapalım. Şimdilik öylesi herşeyden daha değerli… Kulüpler bugüne kadar korkunç denilebilecek kadar kötü yönetildi ve bunu yapanlar hiçbirşeyin hesabını vermeden çekip gittiler. Şimdi deniz bitti ve sorunlar birer ikişer karşımıza çıkmaya başladı. Onları aşmanın yolu da masal anlatmak değil...Telgeren’in vasiyeti Emektar (artık herkes ‘duayen’ olduğundan bu tür çok daha anlamlı kavramlar unutuldu) spor gazetecisi Hayati Telgeren’i geçen hafta içinde toprağa verdik. Epeyce tanığı var, “Öldüğümde TSYD önündeki törende benimle ilgili olarak sen konuşacaksın” demişti. O kadarla kalmadı, 15 gün kadar önce ciddi bir hastalık durumu nedeniyle gittiğim hastanede ona rastladım. Pek çok şeyi hatırlamakta zorlandığı söyleniyordu ama bu vasiyetini aynen tekrarladı.TSYD ya da başka bir yerde onunla ilgili tören yapma imkanı olmadı. O bakımdan rahmetlinin vasiyetini burada yerine getirmek istiyorum.Tam 74 yaşına kadar bizimle birlikte top peşinden koştu. Hem de Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin Levent’teki merkez tesisinin beton zeminli sahasında… Torunu yaşındaki gençlerle başedebilmenin keyfiyle o maçlar öncesinde herkesten önce sahaya gelişi gözümün önünde canlanıyor. 2009 Kasım’ında Ömer Üründül’ün katkısıyla orayı suni çim yaptırdığımızda o da bizimle birlikte çocuk gibi sevinmişti. Artık pek topa vuracak hali yoktu ama bizim böyle iyi koşullarda oynadığımızı görmek bile ona mutluluk veriyordu.Gençliğinde iyi bir futbolcu olduğunu, transferi için epeyce serüven yaşandığını onu tanıyanlar anlatıyordu. Her ne kadar büyük takımlarda oynamamış olsa da kendi çapında bir yıldızmış. İstanbul Amatör Küme maçlarında finallere gelindiğinde neredeyse Süper Lig maçları kadar heyecan yaşandığı dönemlere ben de yetiştim. Hayati Telgeren ondan önce benzer koşullarda oynanan maçların aranan oyuncularından biri durumundaymış. Aldığı transfer paralarını ve laf aramızda bazı şike hikayelerini tatlı tatlı anlatırdı...Gazeteciliği çok severek yapmış, sonuna kadar da öyle kalmıştı. Herhangi bir yerde çalışmazken bile örneğin Milli Takım’ın maç kadrolarını alıp dosyasına koyardı. Galatasaray’ın 1940’lı yıllardaki bir kadrosunu gösteren fotoğrafı bulmuş ama bazı oyuncuları tanıyamamıştı. “Sen bulursun” diye bana getirmişti. Ben de gidip Turgay Şeren’den yardım istedim ve o 11’de kimlerin yer aldığını belirledik. Bu, hiçbirşey için gerekli değildi ama onun başka türlü rahat etmesi mümkün olamazdı.Hastanedeki karşılaşmamızda “Şu işe bak Ahmet” diye hayatın getirdikleri karşısında biraz sitemkar biçimde, “Yıllarca nerelerde top peşinde koştuk. Şimdi yürümekte bile zorlanıyoruz” diye dertlenmişti. Sonrasında “Ne yapacaksın… Buna da şükür” diye eklemekten de kendini alamamıştı. Eş-dost durumundaki insanların vefasızlığı, pek arayıp soranın olmayışı gibisinden azap verici konulara girmemeyi yeğlemişti.Hemen arkasından Şişli Belediyesi’nin Mustafa Sarıgül döneminde başlattığı güzel bir uygulamayı anlattı. “Emekliler Evi’nde geçiriyoruz günlerimizi. Saat 10.00’da evden alıp 16.00’da bırakıyorlar. Gündüzleri ya kendi aramızda sohbet edip eğleniyoruz ya da İstanbul’un çeşitli yerlerini gezdiriyorlar. Hem evdekilere yük olmuyoruz hem sıkılmıyoruz. Allah razı olsun onlardan” diyordu.Allah’ın sevgili kuluymuş ki her Müslüman’ın özlemini duyacağı bir zamanda aramızdan ayrıldı, Kadir Gecesi’nin gündüzü noktalanmaya yakın saatlerde toprağa verildi. Allah rahmet eylesin.
↧