Son dönemde revaçta olan yemek yarışmaları okullarda da yapılmaya başlandı. Geçtiğimiz hafta Fatih Koleji tarafından düzenlenen yöresel yemekler yarışmasında 7 bölge ve Orta Asya yemekleri görücüye çıktı.Geçenlerde yemek yarışmalarında jüri üyelerinin tüm yemeklerin tadına bakmaktan dolayı yaşadığı zorlukları konu eden bir haber okumuştum. Haberin ara başlığı beddua edeceksen “Allah seni jüri üyesi yapsın!” şeklindeydi. Bu, katıldığım bir yemek yarışmasında gözlemlediğim benzer bir olayı hatırlatmıştı bana. Tüm gün süren organizasyonun sonlarına doğru sabahtan beri onlarca yemeğin tadına bakmış şeflerden biri dokunsan istifra edecek haldeydi. O güne dek birçok yarışma takip etmiş olsam da işin dışarıdan görüldüğü gibi ‘iştah acıcı’ olmadığının ilk defa o zaman farkına varmıştım. Öyle ya tatlı, tuzlu onlarca yemeğin bir çatal da olsa tadına bakmak, adil olmak adına her bir tabağı tattığı ilk yemekmiş gibi değerlendirmek, bunu yaparken mide zafiyeti geçirmemek kolay olmamalıydı.Gel gör ki gözlemlemek ile deneyimlemek farklı şeylermiş. Bunu geçtiğimiz hafta Kayaşehir’deki Fatih Koleji tarafından organize edilen yöresel yemekler yarışmasına jüri üyesi olarak davet edildiğimde daha iyi anlayacaktım. 7 bölgeye ait 7 çadır, (okulda Orta Asyalı öğrenciler de bulunduğundan) bir de Orta Asya standından oluşan ve yemeğin görücüye çıktığı yarışma alanına ulaştığımda ‘küçük’ çaplı bir şok yaşayacaktım. Zira yarışmanın tek ve yegane jürisi bendim. Ne şef, ne gurme... Yalnızca yemek yazıları yazan bir muhabirdim. Ben kimin bedduasını almıştım acep? Abartmaya mahal yok. Alt tarafı mütevazı bir okul organizasyonuydu. Tamam da hiçbir şey biraz sonra tatlı tuzlu yüzlerce yemeğin tek başıma tadına bakacağım gerçeğini değiştirmiyordu. Yarışma, çadır dizaynı ve yemek olmak üzere iki kategoriden oluşuyordu. Yani bir yandan yemeklerin tadına bakacak, diğer yandan da çadırların temsil ettikleri bölgeyi ne kadar yansıtır şekilde dizayn edildiğine... Çadırları ziyaret ederken bir şok daha yaşayacaktım. Zira yarışma amatör, ben amatör, yemekler ise ulusal çapta bir yarışmada yarışacak kadar profesyonel görünüyordu. Veliler işi bir hayli ciddiye almış ve gerek görüntüsüyle gerek de lezzetiyle birbirinden güzel yemekler hazırlamışlardı.Jüri olduğumu öğrenen çadır görevlileri, stantlarındaki her bir yemek için “bunun da, bunun da tadına bakın lütfen” diyor, ardından da göz temasıyla olumlu bir geri besleme almaya çalışıyordu. Zavallı midem, sen nere giden? İlk stantta kadınların ısrarı ve adil olma duygusundan ne varsa tadına baktım. Ancak bu şekilde hareket edersem ikinci standı görmeden başta bahsini ettiğim şeften daha bedbaht bir hale düşeceğimin neyse ki erken farkına vardım. Acil eylem planımı yapıtım, geriye kalan stantları hızlıca dolaşıp kadınlardan sadece yöresel ve en iddialı oldukları yemeklerden oluşan bir tabak hazırlamalarını rica ettim. Böylelikle zamandan tasarruf edecek, her yemeğin tadına bakmak durumunda kalmayacak ve adilane genel bir değerlendirme yapabilecektim.Yarışmanın birincisi hem dizayn hem de tadı damağımda kalan yemekleriyle Güneydoğu Anadolu Bölgesi oldu. Normalde pek aram olmamasına rağmen denediğim çiğköfte (Diyarbakır yöresi) ve perde pilavı (Batman) ise Güneydoğu çadırında yediğim en lezzetli yemeklerdi. Karadeniz’den medhini çok duyduğum ancak daha önce hiç tatmadığım Laz böreği ve fındıklı burma tatlısı, Akdeniz’den biber salçası ve kırmızı biberden yapılmış kahvaltılık, Doğu Anadolu’dan şeker helvası (Bitlis), Marmara’dan triliçe, Orta Asya çadırından ise geçen sene Özbekistan’da yediklerimden daha fazla beğendiğim Özbek pilavı ve mantısı, samsa (Özbek ve Uygur) yarışmanın bana göre iz bırakan lezzetleriydi. Amatör yarışmanın amatör jürisi olarak aldığım tüm ‘profesyonel’ tedbirlere rağmen günü mide sancısıyla sona erdirdim. Ne diyeyim, Allah kimseyi jüri yapmasın!
↧