300 binden fazla Bulgaristan Türk’ünün, yüzlerce yıldır yaşadıkları toprakları terk ettiği ‘Büyük Göç’ün üzerinden çeyrek asır geçti. Türkiye’ye sığınan göçmenler, doğdukları topraklarla bağlarını koparmadılar.Osmanlı’nın çöküş sürecine girmesi ve ardı ardına yaşanan toprak kayıpları ile acı ve hüzün de başlar Balkan coğrafyasında. Doksanüç Harbi olarak bilinen 1877/78 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında 1 milyondan fazla Türk, Anadolu’ya göç etmek zorunda kalır. Ardından Balkan savaşlarında beş yüz bine yakın Türk aynı kaderi paylaşır. II. Dünya Savaşı sonrasında yıllar süren savaşlar bitti derken, bu sefer komünist rejimin baskı ve zulmü baş gösterir. “Göç” bu toprakların “kader”i olur âdeta. Özellikle de Bulgaristan Türklerinin… En son ve en büyük göç, 1989 yılında yaşanır. Bundan 25 yıl önce... Göçün ilk kıvılcımları ise 1984 yılında Bulgar hükümeti tarafından ateşlenir. Komünist rejim önce Türk nüfusun yoğun olduğu kenar köylerden başlayarak isimleri Bulgarlaştırır. Ardından sıra merkezde yaşayan Türklere gelir. Adını değiştirmeyip Bulgar kimliği almayan Türkler, toplu taşıma kullanamaz. Daha vahimi, ekmek alırken bile kimlik sorulmaktadır. Gösteremeyenler, “Sana ekmek yok!” cevabı ile karşılaşır.Özal: İsterse Jivkov da gelebilirHiçbir sosyal haktan yararlanamayan, okulları kapatılan, konuştuğu dil Türkçe yasaklanan Türkler, ağır şartlara daha fazla dayanamayıp gösteri ve grevlerle hakkını aramaya başlar. 25 Mayıs 1989’da Kuzey Bulgaristan’da özellikle Kırcaali gibi Türk nüfusun yoğun olduğu şehirlerde yürüyüşler başlar. Fakat komünist Bulgar yönetimi bu masum ve haklı hareketlere kaba kuvvetle cevap verir. İşkenceler, gözaltılar, zulümler durmaz. “Elebaşı” olarak tespit ettikleri insanlar, Belene gibi ölüm kamplarında sindirilmeye çalışılır. Ordu tarafından götürülen ve bir daha haber alınamayan insanların, taşkınlıklar sırasında şehit edilen Türklerin sayısı her gün artmaktadır. Bulgar Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri ve Bulgaristan Başbakanı (1971-1989) Todor Jivkov televizyondan, “Türkiye kapılarını açsın, pasaportlarını vereceğiz, kalmak istemeyen çekip gitsin.” açıklaması yapar. Dönemin Türkiye Başbakanı merhum Turgut Özal ise şu cümlelerle cevap verir: “Türkiye, sınır kapılarını açacaktır. Dilerse Todor Jivkov da gelebilir.”Gelgelelim isteyen herkese değil, istediği kişilere pasaport verir Bulgar hükümeti. Özellikle okumuş ve aydın kesim aileleri de paramparça edilerek, mallarına el konarak ülkeden ihraç edilir. Ardından “Büyük Göç” başlar. Trenler, arabalar, yaya kervanları kilometrelerce uzar. Bulgaristan Türkleri, Kapıkule Sınır Kapısı’na üç ile beş bin kişilik kafileler halinde ilerlemektedir. Özellikle “utanç treni” olarak hafızalarda yer eden trenler binlerce insan taşır sınıra. Bu “zorunlu göç” karşısında Türkiye Cumhuriyeti soydaşlarına kapıları sonuna kadar açar. İki ülke arasındaki vize uygulaması 2 Haziran 1989’da kaldırılır. Vize uygulamasının tekrar başladığı 22 Ağustos 1989’a kadar geçen iki buçuk ayda, 300 binden fazla Bulgaristan Türk’ü Kapıkule’den ülkeye giriş yapar. Her gün binlerce göçmen sınırdan giriş yapmaktadır. Mehter Marşı ile karşılanırlar. Gelenler gözyaşlarına hâkim olamaz. Zira acı ve mutluluk bir aradadır. Pek çoğu trenden iner inmez vatan toprağını öper. Osmanlı’nın 485 yıl kaldığı Balkan toprağını, doğup büyüdükleri “vatan”ı terk etmenin, mallarını, en önemlisi de ailelerini bırakıp gelmenin acısı yüreklerindedir. Diğer yandan esaret ve zulümden kurtulmanın ve “anavatan” bildikleri Türkiye’ye kavuşmanın mutluluğu yaşanmaktadır.‘Büyük Göç’ten geriye kalan acılar1989’da yaşanan “Büyük Göç” sırasında ve ardından geçen 25 yılda yaşanan acıları hafifletmek belki mümkün olmayacak. Yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan göçe zorlanan Bulgaristan Türkleri, ailesinin bir kısmını bırakarak gelmiş Türkiye’ye. Kimileri Jivkov yönetiminin sona ermesi ile tekrar dönmüş yaşadığı topraklara. Ama binlerce Türk, çifte pasaportu ile iki ülke arasında “kalmış” hep. Bulgar yönetiminin büyük çoğunluğunu turist pasaportuyla gönderdiği Türkler, yıllar sonra iki ülkede de vatandaşlık hakkı alarak kazançlı çıkmış.Gerek göç öncesi gerek göç sonrası büyük acılar yaşayanlar, Türkiye’de çeşitli imkânlara kavuşsalar da hiçbir şey aynısı gibi olmayacaktır. Evlerini, arabalarını, eşyalarını, akrabalarını, diplomalarını, işlerini ve belki de en önemlisi hatıralarını geride bırakan pek çok insan için tarifsiz bir yıkım olur bu göç. Üstelik yıllarca Bulgaristan’da etnik bir temizliğin ortasında kalan bu insanlar, sığındıkları Türkiye’de yıllar yılı “Bulgar Göçmeni” tanımına hapsedilir. Oysa birçokları Bulgarlaştırılmamak için şehit olmuş, çokları yıllarca hapis yatmış, işkence görmüştür. Kalanlar da göçe zorlanmıştır.Köprü: Balkan dernekleriZorunlu göçle Türkiye’ye sığınarak asimile edilmekten kurtulan binlerce Bulgaristan göçmeni Türk, bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Edirne, Kırklareli ve Kocaeli-Gebze başta olmaz üzere Türkiye’nin pek çok şehrinde yaşıyor. Her biri bir işle meşgul. Yalnız doğdukları topraklarla bağlarını hiç koparmamışlar. Berlin Duvarı’nın 9 Kasım 1989’da yıkılmasından bir gün sonra 10 Kasım 1989’da Bulgaristan’daki komünizm rejimi de sona erer. 1990’da Türkler tarafından oluşturulan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin ülkede daha etkin hale gelmesiyle iki ülke arasında ilişkiler normale döner. Pek çok göçmen bu süreçte dönmeyi tercih etse de kalanlar bugün çifte vatandaşlık hakkını kullanıyor. Büyük Göç öncesi ve sonrasında Bulgaristan Türklerinin haklarını savunan Balkan dernekleri ise günümüzde iki ülke arasında âdeta köprü görevi yapıyor. Rumeli-Balkan Dernekleri Federasyonu çatısı altında bugün 70’ten fazla dernek faaliyet gösteriyor. Üyeler arasında yapılan etkinlikler, çeşitli zamanlarda düzenlenen Balkan turları özellikle genç nesil için oldukça önemli.Gebze-Darıca Balkan Türkleri Derneği Başkanı ve Koşukavak Seyahat Acentesi’nin sahibi Rıfat Yakupoğlu da 1989’da ailesiyle Türkiye’ye göçenler arasında. Kocaeli-Gebze’de daha önce gelen yakınlarının yanına yerleşen Yakupoğlu, “Aileler bu göçü yaşamış olsa da bir kısmı bebekken gelen bir kısmı da Türkiye’de doğan yeni nesillerin hem Balkanlar’a olan merakını gidermek hem de Balkanlar’da kalan yakınlarının yalnız olmadığını hissettirmek adına Balkanlar’ın gezilmesi ve görülmesi çok önemli.” diyor.Mehmet Türker, Türkiye’ye gelirken uçakta ve o dönem 1,5 yaşında olan kızıyla (mavi kıyafetli) yıllar sonra.2 çocuk, 3 bavulla sınır dışı...Kırcaali şehrinin Sindelli kasabasında 1950’de doğan Mehmet Türker, 1989’da zorla sınır dışı edilenlerden sadece biri. Sofya Üniversitesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olan ve Mestanlı’da öğretmenlik yapan Türker, 1984 yılında asimilasyon politikasını desteklemediği için tutuklanıp Belene’ye gönderilir. Burada tam 485 gün zulümlere maruz kalır. Bir yıl Bobovdol kasabasında hapis yattıktan sonra 1987’de 16 ay sürgüne gönderilir. 1989’daki göçle de Türkiye’ye… Fakat Türkiye’ye Viyana üzerinden gelir. Henüz sınır açılmadığı için Bulgar yönetimi “tehlikeli” gördüğü Türkleri Viyana’ya sınır dışı etmektedir. Türker, o yılları şöyle anlatıyor: “Ailemle birlikte 27 Mayıs 1989’da Avusturya’ya çıkarıldık. Trenle hayvan vagonlarında yolculuk ettik. İki çocukla birlikte, en küçüğü bir buçuk yaşında, en büyüğü dört yaşındaydı. Orada iki akşam kaldık. Sonra Türkiye Cumhuriyeti bizi özel uçakla İstanbul’a getirtti. 31 Mayıs gece yarısında havaalanında binlerce kişi karşıladı. Gelirken yanımıza kıyafetlerimizin olduğu 3-4 bavul alabildik. Arabamız Bulgaristan’da kaldı, diplomalarımıza el koydular. 4 ay Bursa’daki akrabalarımızın yanında kaldık. Daha sonra Türkiye Gazetesi’nde işe başladım. Hanım da öğretmenliğe başladı. Türkiye’ye gelirken 39 yaşındaydım.” Türker, yıllar sonra kaleme aldığı “Hatıralar Dizisi”nde o yıllarda yaşadıklarını anlatır. Birçok Bozgun Zamanı, Bozgundan Sonra ve Vatan Yasak Özgürlük Uzak adlı üç romanın da sahibi olan Türker, halen Rumeli Dergisi’nin yayın koordinatörlüğünü yapıyor.Yeniden Doğmak dizisinde Mine Çayıroğlu’nun canlandırdığı Aysel’i yurda dönüşünde Özal karşılamıştı.Belene, dizi de olmuştu1987’de, Büyük Göç öncesi Belene’de yaşanan işkence ve zulümlere dikkat çekmek amacıyla Turgut Özal TRT’ye bir dizi çekilmesini ister. Senaryo yazma işini de Avni Özgürel’e teklif eder. Mehmet Aslantuğ’un başrolde olduğu dört bölümlük Belene dizisi, 1989’da İngilizce, Fransızca ve Arapça seslendirilerek pek çok ülke televizyonunda gösterilir. O yıllarda yaşanan acıların anlatıldığı pek çok kitap çalışması bulmak mümkün. Bu konudaki nadir örneklerden biri olan “Zorunlu Göç” adlı belgeseli İsmail Kahraman ve Mustafa Ablak 1998 yılında çeker. Mehmet Mutlu’nun 2011’de, İzmir’de yaşayan 20 Bulgaristan göçmeni ile görüşerek hazırladığı “Bulgaristan’ın Türklere Uyguladığı Asimilasyon Politikası (1984-1989)” adlı tez de ibretlik pek çok hikâye barındırıyor.
↧