Adana’nın bir köyünden Yılmaz Güney filmi izlemek için yollara düşen iki çocuğun hikâyesini anlatan ‘Lal’, gösterime girdi. Çocuklara faytonuyla yol arkadaşlığı eden Emre Altuğ, sette ölümden dönmüş.Yılmaz Güney izleyerek büyüyen nesilden misiniz?Evet, ama onun nesli yok ki! O çektikten sonra herkes onun filmlerini izlemiştir. Sineması nesil sınırlarını bertaraf etmiştir diye düşünüyorum. Çok evrensel çalışmaları var. Hikâye, sinematograf, performans açısından hem Türk hem dünya sinemasına damgasını vurmuş birtakım hareketler…Sizi Lal’e götüren Yılmaz Güney mi oldu, yoksa hikâye mi?Yönetmen Semir Aslanyürek. Eve Giden Yol filminde çok enteresan tesadüflerle bir araya geldik. Kendimle bağlantılı olmayan, ters köşe bir rol oynamak istiyordum, Eve Giden Yol’da kötü ve çirkin bir adamı oynattı bana. Çok kişi karşı çıkmasına rağmen, risk alarak... Çoğu kimse ‘Pop star olarak bilenin bu adamla nasıl yapacaksın? Eli yüzü düzgün bir adam olarak biliniyor, nasıl hem çirkin hem kötü olacak?’ diyordu. Yapma, dediler, yaptı… Bir ara ‘başrol oyna’ dediler, ‘hayır, diğer rolü istiyorum’ dedim. Genel anlamda güzel bir performans sergiledim, sonrasında oluşan gönül bağımızla bu filmde buluştuk.Oradaki kötü-çirkin adam, şimdi faytoncuya dönüştü…Faytoncu Cabbar oldum. Umut filminde Yılmaz Güney’in oynadığı önemli bir karakter. Bir araba atına çarpıp öldürüyor, adamın tek mal varlığı o, hatta tek yoldaşı, dayanağı… Bir de üstelik zengin biri ‘Arabam çizildi. Yolun ortasında ne işin var?’ diye fırça atıyor. Arazinin ortasında atın bırakılması, onun arkasından gitmesi sinematograf açıdan etkileyici sahneler… Lal’de iki çocuk şehre Yılmaz Güney filmi izlemek için yola düşüyor, ben de faytonumla onları taşıyorum. Gerçekten yaşamış, enteresan, güzel bir karakter… 10-12 kişilik bir ekiple gerilla usulü yaptık çekimleri. 5 gün sürdü. Senaryoyu cümle cümle çalışmıştık, bütün açılar belliydi, o yüzden çok zorlanmadık. Aslanyürek, ne istediğini çok iyi bilen biri. Ne kadar gişeye yönelik bir iş yapacağım dese de ideolojisi, duruşu, tavrı buna engel oluyor, derinliği olan bir festival filmi ortaya çıkıyor. Yine öyle oldu.Duyduğuma göre aksiliklerin bol olduğu bir setmiş…Bildiğin ölüyordum. Çekim yaptığımız yol çok dardı. Kameranın önünden geçtikten bir süre sonra faytoncu arabayı döndürüyor. Dönerken açıyı fazla daraltınca araba yana doğru gitmeye başladı, üstünden düştüm. Fayton üzerime geldi, yandaki ahşap tahtalar üstüme kapaklanmasını engelledi. Film gibi… Sonra mıcır asfaltta atın ayakları kaymaya başladı. Araba bu sefer atı çekiyor. 400-500 kiloluk at üzerime düşerse ayvayı yedik. Ayağım yulara takıldı, ayağa da kalkamadım. Güç bela atlattık.Hastanelik bir durum olmadı umarım.Olmadı çok şükür. İnsanlar koştu, yardım etti. Sakatlık olmadan ucuz atlattık.Türkiye’de çok az yol filmi çekiliyor. Lal onlardan biri…Doğru. Hâlbuki yol filmleri çok eğlencelidir. Devamlı değişik durumlar, yerler görünür, karakterler girip çıkar. Görsel açıdan zenginlik katar. Niye çekilmiyor bilmiyorum. Müzikal de yapılmıyor. Onu ben yapmak istiyorum. Ancak olmayan şeyi yapmak zor. Seyircinin ne izlemek istediğini bilemezsin, hikâyenin nasıl anlatılacağı hakkında fikrin olmaz. Aklımda bir şeyler var ama ciddi hazırlığım yok. Hâkim olmadığım bir mevzu olduğu için de korkuyor, çekiniyorum.Hata yapmaktan korkmamak gerekmez mi?O da bana biraz ukalalık gibi geliyor. Hayatımda hiç senaryo yazmadım ama etrafımda destek alabileceğim çok arkadaşım var. Yapımcı, yönetmen, senarist, bu işi yapabilecek arkadaşları bir araya getirip, bir hikâyeyi oluşturup, şarkılar dillendirilebilir. Bin sinemacı var, onlar yapsın diyorum ama yok. İş başa düşer mi, bilemiyorum.Yarıda kalacak işi yüzde 90 anlarım Dizi, tiyatro oyunculuğu, müzisyenlik… Sinema nerede duruyor?Kalbimin en üst noktalarının birinde. Kamera önünü çok severim, tiyatro en son sıradadır. Ancak kendimizi geliştirebileceğimiz tiyatrodan başka mecra yok. Bu anlamda kendimi eğitmek için tiyatro yapıyorum. İki-üç senede bir, müzikal veya oyunda oynuyorum. Son on yılda dört yıl oyun yaptık, öncesinde de herhalde altı tane oyunum var.Çok fazla sinema filminiz yok.Aslında var. Çok az değil, fazla da değil, 8-9 tane. Popüler müzik yapıyorum, göz önündeyim, sinema da öyle ilerlesin istemiyorum. Bağımsız sinemada, festival filmlerinde olmak hoşuma gidiyor. En gişe filmim Sizi Seviyorum’dur. O da daha önce hiç okumadığım, görmediğim bir senaryoydu. Ne Amerika, ne Avrupa, ne Türk sineması kimsenin aklına gelmemiş bir hikâye. Son dakikada dâhil olduğum bir proje, ki yönetmene söylemiştim: ‘Acil şeylere gelemem. Tiyatro eğitimi aldım, provasız bir işe başlamam. Ne sahneye çıkarım, ne oyunculuk yaparım.’ Oyunculuğa, müziğe hâkim olduğum için paldır küldür sahneye atladığımda tabii ki bir şeyler yapabilirim ama tercih ettiğim bir şey değil. O proje çok cazip gelmişti, iyi ki de oynadım.Bağımsız sinemacılardan çok senaryo geliyor mu?Çok. Çünkü paraları yok hem de ismi olan birini kullanmak istiyorlar ama hepsine atlamak istemiyorum. Artık tecrübeliyim, karşıma oturan birinin işi becerip beceremeyeceğini anlıyorum. ‘Böyle yapamazsın. Git yapımcı bul. Herkesi perişan edersin.’ diyorum. Bugüne kadar yüzde 90 haklı çıktım. O sorumluluğun altına girmek istemiyorum. Keyif işi yaparken, neden gidip perişan olayım. İlk zamanlar bunu kaldırabiliyordum, artık başa çıkamam.Yönetmenleriniz kimlerdir? Yerli, yabancı…Yönetmen sineması çok takdir ettiğim bir şey değil. Sinema kolektif bir iştir. Bilmem kimin filmi denince biraz bencilce buluyorum. Ezel Akay’la konuştum, o da aynı şeyi düşünüyor. Bazı isimlerin yeri bambaşka. Kubrick mesela, çok üst noktada duran biri. Spielbergde öyle. Türk sinemasından da var ama o istikrarı yakalamış çok yönetmen tanımıyorum. Zeki Demirkubuz’un, Nuri Bilge Ceylan’ın, Yeşim Ustaoğlu’nun her filmi bana aynı zevki vermiyor, Kubrick’inki veriyor. Bu benle alakalı bir şey, onlarla ilgili değil. Eminim çok karakterli, usta bir şey ortaya koyuyorlardır. Yüzdesini sorarsanız, tabii ki yüzde 80 keyif veriyor. Daha bir sürü de isim vardır.İyi bir sinema arşiviniz var mıdır?Artık yok. Çünkü arşivlenecek şey kalmadı. Evde bir sürü DVD var ama arşivlemiyorum. Eskiden kaset biriktiriyorduk, nerede şimdi? İstediğin filmi, istediğin vakit, istediğin şekilde bulabiliyorsun. Onun için arşivleme gereği hissetmiyorum. Kitabı da, filmi de evde saklamayacaksın. İzledin, okudun mu başkasına vereceksin, o okusun, izlesin. Evde durunca ya şurada ne oldu diye bakacak mısın? 10 yıl sonra aynı kitabı okumak istersen, al bir daha oku. Bilimsel, kurumsal kitaplar için değil tabii.Yarını düşünmeden yaşayan birisiniz anlaşılan…Bugünü daha değerli yaşamak istiyorum. Ama baba olduktan sonra yarını daha çok düşünmeye başlıyorsun, çocuklardan ayrı kalmamak için… Çok fazla da şımartmamalısın. Ailem çok zengin değildi, ben de zenginlik peşinde olmadım hiçbir zaman, çocuklarıma da zengin bir hayat bırakmak istemem açıkçası. Herkes hayatını kendi kazanmalı, ayakları üzerinde durabilmeli. Babam bana böyle öğretti, ben de öyle istiyorum. Babam her zaman sırtımı dayayabileceğim bir dayanaktı, çocuklarıma bunu yaşatmak istiyorum. Onlarla daha iyi vakit geçirmek adına ileriyi düşünüyorsun artık.Oyunculuğunuz biraz müzisyen kimliğinizin gölgesinde kalıyor. Ne dersiniz?Dünyanın her tarafında bu böyle değil mi? Müzisyenlik her daim daha popüler bir iş. Popüler müzik yaptığım için şarkıcı kimliğim ön planda. Oyunculuğu ön planda tutup daha alternatif müzik yapıyor olsaydım, o zaman oyunculuğum ön planda olurdu. Şuna dikkat ediyorum: Müzik yaptığım dönem oyunculuğumu geri çekiyorum, oyunculuk döneminde ise müziği. Kafa karıştırmasın istiyorum. Herkesin yarısı kadar albümüm vardır. 15 sene de millet 10-12 albüm yapmıştır, benimkinin sayısı 6-7. Ama hayatımda ikisinin dengesi aynıdır.Hayatta en kolay para kazandığım iş: Tatlı Hayatİzlerken ‘Ah ulan! Bu adamın yerinde ben olmalıydım.’ dediğiniz roller hangileri?Amaan, dünya kadar. (Gülüyor) Keşke bu şarkıyı ben söyleseydim, rolü oynasaydım. Ömrümüz kıskançlıkla dolu.Hayatınızda ne kadar çok keşke var?Keşke hep vardır, önemli olan ‘keşke yapmasaydım’ın az olması. O insana daha büyük pişmanlıklar yaşatıyor. Ama onlar da bir şeyler öğretir. Ben ‘keşke yapmasaydım’ın daha az olmasını sağladım. Keşkeler olsaydı bu hayat olur muydu, olmaz mıydı? Önemli olan o.Örnek aldığınız, kendinize hoca bellediğiniz oyuncular kimler?Çocukluğumdan beri film izliyorum, John Malkovich’ten Haluk Bilginer’e örnek aldığım çok isim var. Haluk abiden Tatlı Hayat döneminde çok şey öğrendim. Senaryoyu okuyup, anında idrak edip, anında uygulama tekniğini ondan öğrenmişimdir. Dizide bazen senaryo gelmiyor, ‘Emre Bey siz dün akşam çalışmışsınız.’ diyorlar: ‘Gelmedi ki senaryo, nasıl çalışayım?’ Full konsantre bir kere okurum, bir prova alırım, sonra çekim…En iyi, bilinen işiniz hâlâ Tatlı Hayat…İlk popüler olduğum, çok ses getiren bir iş. Amerika’dan bile tebrik mesajları almıştım. ‘Bu rolü bu kadar başarılı oynayan bir aktöre sahip olsaydık, rolü daha büyük yazardık.’ demişlerdi. Çok onore edici. Fatih Aksoy’a söylemişimdir: ‘Hayatta en kolay para kazandığım iş.’ Sadece Merhaba, Allah’a ısmarladık dediğim bölümler vardı, yine aynı parayı alıyordum.
↧