İtirazım Var’ın yönetmeni Onur Ünlü ile ‘+18’ ibaresinden yola çıkarak filmi konuştuk. 20 yıldır her gün film çekmeyi düşündüğünü söyleyen Ünlü, “En korktuğum şey, bu filme bizim düşündüğümüzden büyük anlamlar atfedilmesi.” diyor.Onur Ünlü, kendi deyimiyle ‘sevenin çok sevdiği, sevmeyenin nefret ettiği’ bir yönetmen. 22 tane film çekmeyi düşünüyor, hedefi 10 tanesinin polisiye olması. İtirazım Var bu polisiyelerin üçüncüsüydü, imam Salman Bulut’un başına gelen türlü türlü işleri konuşacakken gündem bir anda filme +18 ibaresinin gelmesi oldu. Ünlü, “O kadar haklıyım ki, ne desem yazık.” deyip ekliyor: “Görüntü kaydedebilen herhangi bir cihazla yine rahatsız ederim.” Röportajımızdan sonra Cuma günü +18 sınırlaması +15’e indirildi.İtirazım Var’da Serkan Keskin’in canlandırdığı Salman Bulut bizim alışkın olmadığımız bir imam portresi, şimdiye kadar resmedilmiş imamlardan farklı.Ben ‘Dur iyi imam yapayım’ diye düşünmedim. Bu bir imam belgeseli değil, imam tanıtım çalışması değil, imamlarla ilgili konular imamların sorumluluğunda. Şimdiye kadar imamlar anladığım kadarıyla klişe tiplerdi. Onlarla hep dalga geçiliyordu. Ben de ‘Yeter Türk sineması dur, imamlara böyle diyemezsin’ diye yola çıkmadım. Bir hikâye anlatmaya çalışıyordum, kafamda bir imam vardı, o imam da bu imamdı.Normalde konuşacağımız şeyler filme +18 ibaresi konulunca olağanüstü hale geldi. Siz şaşkın mısınız?Mevzu bu filmin +13’e düşürülmesi ya da +18’de kalması değil. Önemli olan bundan sonra bu işlerin çok kolay yapılamaması. Yönetmeliğin elden geçirilmesine çalışmak. Bütün bu hadise buna yarayacaksa, çok sevinirim. Ki konuşuluyor şimdi aramızda. Bu gündeme gelecek.İnsanlar filme ‘Acaba bu filmde bizi ne bekliyor’ sorusuyla girip +18’lik bir şey göremeyince ‘Eee n’oldu şimdi?’ sorusuyla çıkıyor. Bu canınızı sıkmadı mı?Çirkin bir algı oluşturuldu. Öyle bir afişi olan filmin +18’le sınırlandırılması insanın aklına ‘Ne olabilir ki bu filmde’ düşüncesini getiriyor elbette. İzleyince görülüyor ki, bir şey yok. Bu konuda haklıyım ama haklılığın beni bir zalime dönüştürmesini de istemiyorum. O yüzden çok yukarıdan havalı havalı konuşmaktan yana değilim. Aklıselim kazanır her zaman, onun kazanmasını bekliyorum. O kadar haklıyım ki, ne desem yazık.Onur Ünlü sinemasının bir derdi var ve İtirazım Var da bu seyri devam ettiriyor. ‘10 polisiye film çekmek’ hayalinizin üçüncüsündesiniz…Ben başka bir tartışma beklerdim. İmamın yaptıkları ettikleri konuşulsun isterdim. Serkan sağ olsun o kadar iyi oynuyor adamı, o kadar seviyoruz ki, sonunda rahatsız olduğumuz şeyler varsa da affediyoruz. Çünkü adam sevimli, samimi ve o karakterin kötü bir niyeti yok. Bu bize filmin de kötü niyeti olmadığına dair bir garanti veriyor. Karaktere inanırsan her şeye inanırsın, filmde de öyle oldu. Polisiye olarak da sevildi, durduğu yer tarafından da... Seyirci sevdi, yazar çizer tayfası sevdi, anlıyoruz ki İstanbul Film Festivali jürisi de sevmiş. Bu herkese nasip olmaz.‘Yine iyi ki kaybettik’ diyorsunuz. Onur Ünlü güzel kaybeden karakterleri seviyor galiba…Aslında kaybetmekten ziyade onurumu dik tutmaya çalışmayı seviyorum. Bunu başarabilirsem yaptığım herhangi bir işle ilgili o işte kayıp görmüyorsun. Önemli olan duruşu koruyabilmek. Neticede hayatta mutlu olamadan, emeline ulaşamadan, muradı eksik kalan binlerce, milyonlarca insan var. Bir sürü insan hayal kırıklıkları içinde ölüp gidiyor. Umutsuz insan sayısı daha fazla. Seyirci onları izlemek istemiyor algısı vardı. Ben de karakterler özellikle acı çeksin istemiyorum ama her karakter bir şeyi temsil ediyor. Polis diye bir film yaptım, Haluk Bilginer’in karakteri üzerinde bombalarla masada kaldı. Benim için o adamın hikâyesi orada bitti. O adam üzerinde bombalarla hâlâ orada oturur.Aslında risk almadan iş yapmak mümkünken siz yaptığınız filmlerle battınız, eleştiri aldınız. Leyla ile Mecnun, Şubat dizileri de risk seven işlerdi. Bugünden dönüp bakınca ne oldu?Başta daha tepkiliydi herkes. Bu çizgide inat edince alışıldı. Leyla ile Mecnun bizim yapmaya çalıştığımız işin anlaşılmasında yardımcı oldu. Seven iddialı bir şekilde sevdi, sevmeyen hiç sevmedi. Bu karakterler var çünkü ben de varım. Biz sadece seyrettiğimizde zevk aldığımız işler yaptık. Bu durumun etrafında toplanınca daha görünür olduk. Biz de bir tarafız artık, böyle de bir sinema yapılıyor. Bunu seyreden insanlar da var.Afili Filintalar okuyan, Leyla ile Mecnun, Behzat Ç. izleyen bir kitle nihayet Gezi’yi ortaya çıkaran kuşak olarak görüldü. Siz böyle bir paralellik görüyor musunuz?Aşağı yukarı görünüyor gibi. O insanların birçoğu Gezi’de de oldu. Gezi nasıl kendiliğinden bir hareketse bu insanlar da kendiliğinden orada oldu. Bu insanlar ülkenin zeki insanları. Bizim yaptığımız iş de bir yerinden oraya değiyor. Şu iddialı olur, bizim bu işin ortaya çıkmasını sağlayanlar olduğumuz söylenemez.Bunu böyle yorumlamayı tercih eden bir cenah da oldu ama...Orada olan insanların ortak özelliği, bir ortak özelliklerinin olmamasıydı. Siyasi olarak birbiriyle hiç benzeşmeyen bir sürü insan bir şekilde bir araya geldi. İnsanların hayattan beklediği başka şeyler varmış demek ki. Bir partiye oy verip eve gitmek isteyen insanlar dışında insanların olduğu da ortaya çıktı. Gezi içinde bizi sevenler gibi sevmeyenler de var. Bizim tasvip etmediklerimiz de vardır.Peki solcular solcularla, sağcılar sağcılarla kategorileri eridi mi? Orada buluşulan şey siyaset dışı bir şeydi. Günlük hayatın yaşama biçimleriyle ilgili bir mevzu bizi birleştirdi. Sosyolojik olarak bir şeyi tanımlayamazsan en kestirmeci yollara gidersin. Faşist kafa böyle çalışır. Faşist kafa belirler, bir tanım yapar ve o tanım üzerinden bir retorik kurmaya başlar. Halbuki retoriği kurduktan sonra tanımı yapmak gerekir. ‘Evdeki yüzde 50’ der mesela. Bir faşist böyle konuşur. Kitlelerin anlamasını kolaylaştırmak için çözümler üretir. Gezi mevzuu sosyolojik olarak karmaşık bir mevzu. Hemen anlayabilmekte zorlandılar. Zorlandıkları için de ellerindeki hazır tanımlara gittiler. Leyla ile Mecnun’u suçladılar, Ot dergisini suçladılar. Olay olduğunda bizim dünyadan haberimiz yoktu, turnedeydik. Turneden dönerken otobüsün içinde gördük. Mahalleye geldik. Ben Cihangir’e kayıtlıyım, kütüğüm bile Beyoğlu’nda. Gittim ki, gazdan göz gözü görmüyordu, fotoğraflandık. İyi ki de öyle oldu, o ayrı. Bu tanım tamamen sağcı kafanın işi. Çünkü elinde done yok, başka türlü tanımlayamaz. Hayata dümdüz bakmaya alışmış, şansı yaver gitmiş, iyi kötü söylediği birtakım şeyler de olmuş. Fakat mevzu karmaşıklaşınca işin içinden çıkamadılar.Yakın çeperden başlayarak yaka yaka giden bir hesaplaşma var gibi görünüyor. İtirazım Var’a da +18 ibaresi konulması insana bu hesaplaşmanın kurbanı olduğu hissini veriyor.Evet böyle bir algı var. Bitmeyecek. Bizim kulağımıza gelen düşman bellendiğimize dair başka şeyler de var. Birtakım listelerden bahsediliyor. Bu o kadar umurumda değil ki, bunu nasıl tarif edebilirim diye düşünüyorum. Vız gelir tırıs gider. Benim filmime +18 vererek beni ehlileştireceğini mi düşünüyor? Bir sonraki filmde ‘Böyle yapmayayım da +18 almayayım’ derim mi sanıyor? Bizim gibi adamlar ‘Bir sonrakinde yasaklanayım’ diye düşünür. Beni ancak kendine saygı duydurarak yanına çekebilirsin, inatlaşarak değil. Devlet yıkılır gider.İmam karakterine dönecek olursak, onu bu kadar konuşuyor olmamızın da normalleşmeyle ilgili, yaşadığımız sorunlarla bir ilgisi var. Bakkal olsa bu kadar konuşulmazdı...En korktuğum şey bu filme bizim düşündüğümüzden büyük anlamlar atfedilmesi. Ben kendi başıma politik bir kişi değilim, film de öyle bir şeyden yola çıkmıyor. +18 mevzuu filmi politik bir film haline getirdi. Bu aslında üzerinden politika yapılabilecek bir film değil. İmamın durduğu yer herhangi bir yer. Çevre o kadar kötü ki, adamın durumu politik kalıyor. İnfak etmiyorsunuz diyor, fitre yüzde 40’la geçiştirilebilecek bir şey değildir diyor, Diyanet İşleri işlevsizdir diyor. Bunların hangisi yalan? Bunlar için devrim yapmak gerekiyor, saçmalığa bak. Çünkü politize etti her şeyi. Politik alan dışında söyleyecek daha tatlı bir sözü yok. Biz tatlı güzel bir film yapmak istedik.Sığ ve sağ fikirlerin üstünde duramazsınBaskı hiç mi engel olmaz, oto sansür oluşturmaz?Şu olur, benim televizyon satışımı etkiler. Gişeyi etkiledi mesela. Bir sonrasında o kadar rahat hareket edemememi sağlar ama beni durduramaz. Bu işi nasıl yapacağımı biliyorum. Bu bilgiyi benden alamazsın. Son 20 senedir sadece bunu düşünüyorum. Görüntü kaydeden herhangi bir cihazla yine seni rahatsız eden filmler yaparım. Ama ben diyorum ki, böyle olmasın. Tatlı tatlı gitsin, bana saygı duy, sana saygı duyayım. Kendinden nefret ettirerek bir yere varamazsın ki. İki seçim sonra ne yapacaksın? Özal’ın en parlak zamanlarında ANAP’ın böyle mizah konusu olacağını kim düşünürdü? Sen de yok olup gideceksin çünkü halka dayanmıyorsun. Gerçekten onaylayacak, ideolojik olarak seni besleyebilecek fikirlere kapalısın. Kendi sığ ve sağ fikrinin üstünde durmaya çalışıyorsun ama duramazsın.Galata Kontu olacaktımSırrı Süreyya’yla işbirliği nasıldı?Sırrı ağabeyle çok yakın arkadaşız. Sinema anlamında ortaya çıkan ilk kesişmemiz. Başka hikâyelere de çalışmıştık beraber sonra o niye olduğunu hâlâ anlamadığım bir şekilde milletvekili olduğu için film işleri durdu. Belediye başkanı olsaydı, Galata’yı bana verecekti. Galata Kontu olacaktım ama olamadım.
↧