İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Yard. Doç. Dr. Güven Gürkan Öztan, Türkiye’de militarizmi ve militarist bakış açısını Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’de Militarizm” kitabıyla masaya yatırdı. Militarizmin son süreçte evrildiğini ama azalmadığını anlatan Öztan’a göre, şimdi yeni bir düşmanın üretildiği bir dönemdeyiz; “Moskof uşağı, bölücüden paralel yapıya geldik. Düşmanı bu kadar flulaştırınca Gezi direnişini de, 17 Aralık’ı da paralel yapıya bağlıyorsunuz.”‘Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası’ kitabında da bir ideolojik şekillenmeye işaret etmiştiniz. Şimdi militarizme bakınca nasıl bir inşadan söz edebiliriz?Çok temelde kurucu bir sözleşme olduğunu ve bu kurucu sözleşmeye eklemlenen odakların muktedir olarak süreci sürdürdüğünü; hem yapısal hem sosyokültürel inşalara giriştiklerini, inşa sürecinin diyalektik işlediğini düşünüyorum. Türkiye’de Kemalizmlerle karşı karşıyayız. Devlet aklı dediğimiz şey de Kemalizm’den öte ama onu da içeren, daha doğrusu gelenek yaratan bir yönetimsellik barındırıyor. Bu belirli dönemlerde krize girerek yeniden restorasyona tabi tutuluyor. Bu erken cumhuriyetin tahkimatının başladığı 1930’larda başladı, 27 Mayıs, 12 Eylül, 90’lar ve günümüzde sürüyor. Yeni resmi ideoloji karşılaşılan somut sorunlara göre esniyor. Taşıyıcılar ve aktörler de değişiyor. Süreklilikler ve kopuşlar iç içe. Türk milliyetçiliği dediğimiz şey her zaman kurucu sözleşmenin ana teması ama tek bir Türk milliyetçiliği yok ki her restorasyonda o kullanılsın. Aralarındaki paylaşım ve iktidar ilişkileri değişse de ana aktör bunlar.Siyasetin sivilleşmesi militarizm en sorunlu nokta. Tam bu ilişkilerin çözülmeye başladığını düşündüğümüz zamanda yeniden bambaşka bir sürece girdik.Militarizm nereden baktığımıza göre değişen bir ideoloji. Ben militarizme Marksist ve liberal yorumdan baktığımda her iki yorumunun da ciddi bir sosyolojik perspektif körlüğüyle hareket ettiğini düşünüyorum. Militarizm benim baktığım yerde askerlerin profesyonel alanına ilişkin değer yargılarının, mekanizmaların, sivil değerlerin üzerine çıkarılması. Türkiye’de militarizm denilen şey ilk önce millet yaratma projesiydi ve ordunun modernizasyonuyla çok iç içe gelişti. Sonrasında Cumhuriyet döneminde de yurttaşlık inşası için yeniden kullanıldı. Bu da sadece kışlada yapılan bir formasyon değildi. Okuma oranlarının bu kadar düşük olduğu koşullarda erkek vatandaşı en iyi yakalayabileceğiniz yer orduydu. Dolayısıyla 40’lı yılların ortalarına kadar ağırlıklı olarak temel mesele buydu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra komünizm tehdidi de devreye girdi. Ordu bir düşman tarifiyle komünizmi birleştirdi. 80’lerden sonra bir Atatürkçülük restorasyonuna hizmet etti. Her birinde bir güvenlik perspektifi, bir beka takıntısı, iç düşman, dış düşman algısı ve en sonunda sivil bir yurttaşın askeriyeye ait olan alana dair sorgusuz sualsiz ‘Eyvallah’ diyebileceği bir kültürün inşası. Ordunun Türk milliyetçiliğiyle kurduğu ilişki siyasal iktidarlar ve perspektifler değişse de devam ediyor.Başka darbe olan ülkeler, demokrasiye geçiş sağlanmışken, Türkiye’nin bir türlü bu süreci aşamamasını neye bağlayabiliriz?Hemen bu soru üzerine iki örnekten bakarsak, en militer örnekler olarak bildiğimiz Almanya ve Japonya ciddi oranda sivilleştiler. Çünkü her iki ülkede de yaşanan felaketin sorumlusu olarak ordu gösterildi. Türkiye bunu hiç yaşamadı. Hep kol kırılır yen içinde kalır zihniyeti sürdü. Kıbrıs Harekatı’nda kendi gemisini batırdı. Bunun infial yaratması gerekirdi, kamuoyuna yansıtılmadı. Ordu kendi profesyonel alanıyla ilgili tartışmasız kılındı ona yönelebilecek herhangi bir eleştirel kanat kamusal tartışma içinde yer almadı. Bu kadar siyasete bulaşan bir ordu niye itibarsızlaştırılamadı? Birincisi kolektif hafızadaki beka kaygısına hitap eden ve toplumun ortalamasından yola çıkarak uyguladığı şiddeti olağanlaştıran bir orduyla karşı karşıyayız. Sadece propaganda başarısı değil bu toplumun içindeki düşman algısını manipüle etme gücü. 27 Mayıs’ın en büyük tahribatı buydu. Darbeyi destekleyen kitle için bir meşruiyet kesp etmiştir. Siyasetin içerisinde 60’tan itibaren kurulan ve askerin birincil aktör olarak konumunu çizen diğer düzenlemeler sorun haline getirilmediği için uzunca bir zaman bununla da yüzleşemedik. Hâlâ da yüzleşilmedi.Ordunun meşru yüzü yanında bir de içeride illegal çalışan başka bir yüzü olduğunu da biliyoruz. Bu yüzleşme mekanizmalarında niye yer alamıyor?Ergenekon, Balyoz ve bu süreç içerisinde deşifre olan şey, Türkiye’nin 1950’lerden beri içinde olduğu bir şey. Ordu siyasete her müdahalesinde bir hiyerarşi dışı darbeleri önlemeye çalıştı, iki kendi içindeki ayrık otlarını temizledi. 2000’lerdeki darbelerin gerçekleşmemiş olması bu hiyerarşik bütünlüğün sağlanamamış olmasından kaynaklanıyor. Demokratikleşmiş olmakla ilgisi yok. 27 Mayıs’ta Prusya ekolü, 12 Mart’ta ulusal sola yakın subaylar, 28 Şubat’a baktığınızda, mütedeyyin askerler. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının ordunun yapısal dönüşümü içinde bir yeri var. Dışarıdan ordu severler bunu orduya yapılmış bir komplo gibi algılıyorlar ama bunların hiçbiri ordu içinde belirli bir rıza olmadan gerçekleşebilecek şeyler değil. Çok önemli bir yapısal dönüşümün arifesindeyiz. Türkiye’nin güvenlik şemsiyesi aktörleri ve ordunun yapısal bütünlüğünde bir değişim olması gereğinde bıçak kemiğe dayandığı için bu süreç demokratik yollarla tartışarak, ikna ederek değil böyle bir darbe teşebbüsü silsilesi ve bunların deşifre edilmesi sürecinden yürüdü. Bu da derdimizin militarizm olmadığını gösterir.Bir de güvenliğin tesisi için ordu meselesi var. Bu perspektiften bakıldığında ne durumdayız?Türkiye’de ordu her daim bir dış güvenlik aktörü olmaktan çok bir iç güvenlik aktörüydü. Soğuk savaş döneminde asıl belirleyici olan dış düşman tahayyülü ve içeride kandırılmış olanlardı; sonrasında bir iç düşman ve dışarıdan destek ortaya çıktı. Dünya ordularının geçirdiği değişim süreci Türkiye’de bir türlü tamamlanamadı. 90’larda büyük ordulardan teknolojik yoğun küçük ordulara geçerken dünya, Türkiye muharip gücünü mobilize birliklere çevirdi ama yine de kitle ordusuna dayanıyor. Aslen var olan çatışma Emniyet-MİT-Ordu arasında. 2010’dan itibaren Türkiye’de güvenlik stratejisi çerçevesinde MİT’in güçlendirildiğini, Ordu’nun ve Emniyet’in yardımcı unsur olduğunu görüyoruz. Ordu içinde buna direnen kadro tasfiye edilmeden bu mümkün değildi. Onun önemli kısmı Ergenekon ve Balyoz’la eritildi. Emniyet içindeki kadronun tasfiyesi de yeni düşman paralel devletle gerçekleşiyor. Yeni güvenlik konseptine uygun bir durum oluşturulmaya çalışılıyor. Ordu, MİT ve Emniyet’in yeri yeniden konumlandırılıyor. Bir tarafta barış süreci yürüttüğünüzü söyleyip bir tarafta Veli Küçük’leri dışarı çıkarıyorsanız arkanızda çivili sopa tutuyorsunuz demektir. Hiç buradan iyimser olunacak bir tablo çıkmıyor karşımıza. Her şeyden önce militarist perspektifler sizi gece yatınca sabah terk eden şeyler değil. Bununla hesaplaşabilmeniz için yapısal reformla kimi şeyleri hayata geçiriyor olmanız ve bir taraftan sosyokültürel bir çaba vermeniz gerekiyor. Ordu aynı zamanda finansal bir aktör. Bu kadar kapitalistleşmiş bir ordu var ama siz Sayıştay denetimi işletmiyorsunuz. Hangi yapısal süreçten bahsediyoruz?Toplumda negatif bir barış varOrtada negatif bir barış var. Pozitif barışı inşa etmek için her şeyden önce otuz yıldır yaşanan travmaları tamir edecek mekanizmaları yaratmış olmanız gerekir. Bunun toplumsal karşılığı nerede? Biz bir dolu travmatik geçmişi olan insanla aynı toplumda yaşıyor ve bunu yok sayıyoruz. Cinnet geçirdi diye şunu bunu öldürdü diye haberi çıkan erkeklerin nerede askerlik yaptığını bilmiyoruz. Bunları konuşmadığımız zaman barış öremezsiniz. O yukarıda bir siyasettir, bunun aşağıda bir karşılığı yoktur. Türkiye’de askerlik anısı anlatmayan erkek yoktur ama enformel konuştuğunuzda herkesin bu zamanı ne kadar lüzumsuz bulduğunu anlatır. Resmi görüşler dolaşır ortalıkta.Sokaktaki gerginlik yükseliyorMiliter perspektif sahada işaretleyebilir düşmanları çok sever. Düşman tahayyülleri kaybolmaya başlayınca yeni bir heyula yaratır. Moskof uşağı, bölücüden paralel yapıya. Düşmanı bu kadar flulaştırınca Gezi direnişini de paralel yapıya bağlıyorsunuz, 17 Aralık operasyonunu da. Bu çok tehlikeli. Düşman sınırlarını bu kadar geniş çizerseniz denetlenemeyen ve olağanüstü hal rejimi yaratan siyasetinize toplumsal vasat üzerinden her türlü meşruiyeti devşirirsiniz. Bu sadece reel siyaset üzerinden değil sokak açısından da tehdit.
↧