Türkiye gündeminin yoğunluğunda kendine bir türlü yer bulamayan bir sorun, sokakta yaşayan insanlar. Ne devletin ne de toplum vicdanının dikkatini çekebilen evsizler ancak sokakta donarak öldüğünde akıllara geliyor. Görüştüğümüz kişilerse dernekler tarafından hatırlanmayı bekliyor.Geçtiğimiz günlerde gazetelerde, Sakarya’da bir börekçiye girerek üç gündür bir şey yemediğini söyleyen kimsesiz kadını okuduk. Esnafın börek ikram ettiği kadın, ilk lokmasından sonra bayılınca haber değeri taşıyıp tüm Türkiye’ye ulaşmıştı. Bundan birkaç gün önce de Ankara ve İzmir’de ısınmak için girdikleri boş binada yangın çıkması sonucu ölen iki evsizi ve son olarak ‘ Sokakta yaşayan adam donarak öldü’ başlığıyla verilen Konya’daki olayı öğrendik.Aslında her gün gördüğümüz sokak insanları, ancak soğuktan donarak öldüğü zaman hakkında konuşulmayı hak ediyor sanki. Kendi hayatına, hayallerine, hırslarına kapılıp gidenlerin umarsızca yanından geçtiği bu insanlara karşı devlet de bir o kadar ilgisiz. Biz şimdilik devletin evsizler için herhangi bir sosyal politikaya sahip olmamasını bir kenara bırakıyor ve ‘şu koca dünyada’ bir insanın nasıl kimsesiz ve evsiz kalabildiğine cevap arıyoruz.Bu düşüncelerle hayatı henüz üçüncü sayfalarda yer alacak kadar dramatikleşememiş sokak insanlarının yalnız kalma hikâyelerine kulak veriyoruz. Konuştuklarımız arasındakilerin birçoğu bir zamanlar herkes gibi düzenli hayata sahipti. Bu hikâyeler, beklenmedik imtihanların her insanın başına gelebileceğini ve Türkiye’de bu insanlar için yürütülmüş ciddi hiçbir proje olmadığını fark ettiriyor dinleyene.Hafız olan Mehmet, yıllardır sokakta ve madde bağımlısıİstanbul Tophane’deki Şefkat Der’in sığınma evinde tanıştığımız Mehmet Âdem ve Yusuf bu çocuklardan. İkisi de çamaşırlarını yıkamak için bir saatliğine sokaktan gelmiş. Mehmet Âdem, 23 yaşında bir hafız ve madde bağımlısı. Ailesi varken Kur’an kursuna giden ve hafız olan Mehmet Âdem, bugünkü durumunu bize tek cümleyle özetliyor: “Annem babam ölünce abimler istemedi, ben de sokakta kaldım.” Anlatırken dolan gözleri, bizden konuyu daha fazla deşme cesaretini alıyor. Uyuşturucu maddenin etkisiyle sokakta dünyanın en gamsız insanı gibi görünen Mehmet Âdem’in hali, aslında bu hayata asla alışılamayacağını anlatıyor. Onun banyo sırası gelince sohbetimiz sona eriyor. Yusuf da oradaki bir yatakta biraz uyumak için izin istiyor. Sonra ikisi de sokaktaki mekânlarına geri dönecek.‘Cami avlusunda bulundum, o kadar da kötü bir hayatım yok’Sığınma evinde kalanlardan biri de Burak. “O kadar da kötü bir hayatım yok.” diye söze başlayan Burak, “Altı aylıkken cami avlusunda bulundum. Yetiştirme yurdunda büyüdüm.” diyor. Devletin verdiği 20 yıllık yurtta kalma süresinden sonra askere giden Burak, döndüğünde sokaktadır artık. Bu şekilde bir süre sokakta yaşamını sürdüren Burak, şimdilerde Şefkat Der’in sığınma evinde kalıyor.Yetiştirme yurdunda geçirdiği onca yılda Burak’ın unutamadığı olay, bir ailenin onu almaktan son anda vazgeçmesi. 12 yaşındayken yurda Antalya’dan bir aile gelir, Burak ve bir arkadaşını evlatlık almak ister. Ancak arkadaşının sigara içtiğini öğrenince ikisini de almaktan vazgeçer. “Onun yanında ben de yandım. Yoksa o kişiler benim ailem olacaktı.” diyen Burak, daha sonra aileyi her yerde araştırır. Genç adam bir aileye sahip olabilme serüvenini şöyle tamamlıyor: “Bilinmeyen numaralara ve Türk Telekom’un sarı sayfalarına baktım. Neredeyse yüzlerce isim çıktı ve hepsini aradım. Ama hiçbiri onlar değildi.”‘Ailem ve işim vardı, tepeden düşer gibi kendimi sokakta buldum’Abdullah Bey 54 yaşında. Tam 15 yıl sokakta yaşamış. Bir süredir de Şefkat-Der’in evinde kalıyor. Önceleri herkes gibi normal bir hayatının olduğunu anlatan Abdullah Bey’in yaşamı iflas ettikten sonra altüst olur. Psikolojisi bozulur, zamanla eşiyle anlaşamayıp boşanır. “Herkes sokaklara düşebilir. Tepeden atlar gibi birdenbire de olabilir. Ne acı ki durumunuz zayıflamaya başladığı an herkes yabancı olur.” diyen Abdullah Bey, eşinden ayrıldığında çocukları 10 yaşındaymış. Bugün hiçbiriyle görüşmüyor. Sokağa yabancı olduğu için kendini koruma konusunda paranoya derecesinde tedirgin hale gelmiş. “Daha çok Üsküdar, Güngören gibi sakin semtlerde kalmaya çalıştım.” diyor. Akşamları kimse olmadan girdiği sessiz mekânlardan sabah da kimse uyanmadan ayrılıyor. Zamanla alkole başlayan Abdullah Bey yaşamını sürdürmek için mendil satıyor, seyyar satıcılık yapıyor. Bugün sığınma evinde nispeten iyi koşullarda olsa da insanlara karşı gönlündeki kırgınlık hiç bitmeyecek gibi.‘Cahil ‘âdem’ yok bu dünyada ama herkes kulaklarını kapatmış’“Kimse dünyada kalmaz, biz buna (parayı gösteriyor) ibadet ediyoruz buna…” diyen amcayı Eminönü’nde hasırcıların önündeki parkta görüyoruz. Gündüz burada dilenen yaşlı adam, geceleri bir dükkânın deposuna sığınıyor. Üç kızı olan amca, altı ay önce Siirt’ten İstanbul’a gelmiş. Kızları hâlâ memlekette. Ancak ne arayan var ne de soran. Bu sebepledir ki bütün insanlar onun için aynı. Ve hepsinden ‘âdem’ diye bahsediyor. İsimler öylesine yok olmuş ki dünyasında, bizim bile aklımıza gelmiyor ismini sormak. Yoldan geçenleri işaret ederek, “Allah bu âdemi zengin yaratmış, beni fakir. Bana diyor ‘git, Allah versin’. Peki, sana bunları kim vermiş, sen hatırlamıyorsun?” diye sitem ediyor geçenlere. İstanbul’da hiç mi kimsesinin olmadığını soruyoruz tekrar: “Bir akrabam var ama çok zengin. Gidemem yanına.” Asıl onun yanına gitmesi gerektiğini söyleyince, “Vallahi dünyanın sonudur bacım. Allah’tan korkan âdem kalmamış bu dünyada. Parası olan fakirden kaçıyor.” diyor sessizce.Cami bahçelerinde, evsizler için bir bölüm yapılabilirDernek ve vakıfların faaliyetleri de sokak insanlarını genelde es geçiyor. Yaklaşık 20 yıldır evsizler için çabalayan Hayrettin Bulan ise bu alanda ilham alınabilecek isimlerden. Bulan, kurucusu olduğu Şefkat-Der’in Konya ve İstanbul’daki sığınma evleri aracılığıyla evsiz insanlara ulaşıyor. Yıllarca sokakta yaşamış kişilere barınma imkânı sağlayan bu ev, sınırlı imkânlardan dolayı çok az kişiye hizmet verebiliyor. Diğer evsizler ise haftada bir banyo yapıp çamaşırlarını yıkayabiliyor. Burada kalanların sıcak yuvalarından değil, sokaktan kaçıp gelmeleri unutulmuş olsa gerek, doktoru olmadığı ve toplu yaşam koşulları sağlanmadığı gerekçesiyle sığınma evi kapatılmış. Bugün tabelasız bir şekilde hizmet veren sığınma evi sokakta kalanlar için çalışmaya devam ediyor. Bulan, Türkiye’de devletin yanı sıra yardımseverlerin de bu konuda duyarsız olduğuna işaret ediyor. Türkiye’de vakıflara ve derneklere hayır geleneğinin yaygın olduğunu hatırlatan Bulan, buralardaki faaliyetlerde evsizlerin de düşünülmesi gerektiği görüşünde. Örneğin Avrupa’da kiliselerin bir bölümü evsizler için ayrılıyor ancak Türkiye’de camilerin avlusunda yatmak bile yasak.Ne yapılmalı?Evsizlerin çoğunun akıl, ruh sağlığı yerinde olmuyor. Bu insanlar için ilk yapılması gereken, en yakın bir sağlık kuruluşuna gitmelerini sağlamak. Kimlikleri belli olmasa da yeşil kart gibi sağlık güvencesi olmasa dahi tedavileri hastanelere bîmekân kimsesiz kodlu giriş yaptırılıyor ve tedavileri ücretsiz oluyor. Masrafları hastaneler, valilik, kaymakamlık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarından isteniyor ve bu vakıflar ücretini ödüyor. Hastanedeki görevliler ihmalkâr davranırsa 184 Sağlık Bakanlığı danışma hattı aranabilir. Ayrıca duyarsız personel başhekimliğe, hasta hakları birimine ve valiliğe, il insan hakları kurulu gibi birimlere şikâyet edilmeli. Hepsinden önemlisi de onların sürekli kalabileceği sıcak bir ortama kavuşması için kendi elimizden gelmiyorsa çeşitli sosyal yardımlaşma vakıflarını harekete geçmeye sevk edebiliriz.
↧