Emine Dolmacı, ‘yılların muhabiri’ tanımını hak eden gazetecilerden... 28 Şubat’ın zor dönemlerinde yaşadıklarını kitaplaştıran Dolmacı, “28 Şubat’ta yaşanan kamplaşmanın bir benzeri bugün tüm Türkiye medyası üzerinde yaşanıyor. Dünün mağdurları, yeni medyanın aktörleri oldu.” diye konuşuyor.28 Şubat’ın dükkânından çıkan en doğru haber: Yalan… Öyle mi gerçekten?28 Şubat, diğer darbe dönemlerinde olduğu gibi, toplumun tüm kesimleriyle beraber medyanın da yaşadığı bir olağanüstü dönemdi. Bu olağanüstü dönemde, meslek ilkeleri ve medyanın ahlakına taban tabana zıt düşen bazı davranışlar içine girdi medya organları. Toplumu ve süreci yönlendirmek için yapılan mühendislik haberleri, bu algıyla sunuldu. Toplum, adım adım bir darbeye, örtülü bir müdahaleye hazırlandı. Bu tarihten sonra yaşanan tüm değişiklikler de bunun üzerinden yapıldı. Zorunlu eğitimin kesintisiz sekiz yıla çıkarılması, imam hatip liselerinin orta kısmının kapatılması, Kur’an kurslarına sınırlamalar getirilmesi vb. algıyı oluşturduktan sonra bunlar adım adım uygulandı.O dönemde gazetecilere yönelik algı nasıldı?Kalemini eline alıp, vicdanlı bir şekilde doğruları yazan gazeteciler olduğu gibi karargâh gazetecileri de vardı. Bunlar darbenin başarıya ulaşmasında, yani taşlarının döşenmesinde askere büyük destek oldu. Şunu söyleyebilirim, bazı gazetelerin manşetleri olmasaydı, haber bültenlerinde irtica soslu korkutucu haberler verilmeseydi bu darbe, dönemin seçilmiş hükümetinin alaşağı edilerek, ülkenin olağanüstü bir döneme götürülmesi başka bir şekilde izah edilemezdi. Operasyon genelde, Ankara gazetecileri üzerinden yürütüldü. Basın-yayın organlarının temsilcileri neredeyse karargâhın temsilcileri de oldular. Bunu ilerleyen yıllarda birçoğu itiraf etti. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na giderek gözyaşı döküp, günah çıkardılar. Ama iş işten geçmişti ve ülkenin üzerinden de bir darbe silindir gibi ezip geçmişti.Güzel bir üçlemeniz var, dinci-muhafazakâr-yandaş… Neden ısrarla medya organları için bir tanımlamaya ihtiyaç duyuluyor?Ne yazık ki, geçmişten bugüne hep gazeteciler için bazı yakıştırmalar yapıldı. 12 Eylül darbesinden sonra toparlanmaya başlayan muhafazakâr kesimin gazetelerinde çalışan gazetecilere ‘dinci-yobaz’ dendi. Aradan yıllar geçti, yeni kurulan gazete, televizyon ve haber ajanslarında çalışanlar ‘İslamcı’ diye adlandırıldı. Daha sonra biraz yumuşatılıp ‘muhafazakâr’ ifadesi kullanıldı. Bu kesimin medya organları büyüyüp pazardan pay almaya, reyting ve tirajını artırmaya başlayınca da ‘yandaş’ sıfatı yakıştırıldı. Her dönemde, askerle, iktidarla ve güç odakları ile iş tutan medya hep bunu perdelemek için bu tür tanımlamalara başvurdu. İşte bu tanımlamalar ve etiketlemeler nedeniyle 28 Şubat sürecinde tam 19 gazete, 110 dergi, 86 televizyon ve 81 radyo hedefteydi. Bunu takip ve cezalandırma işlemleri ise ‘Batı Eylem Planı’ çerçevesinde yapılıyordu.Şimdi bu sıfatların yerini ‘paralel’ mi aldı?Etiketlemekte üzerimize yok gerçekten. Bir dönemin mağdurları, muhafazakâr basın ve yayın organları daha kısa bir süre önce yaşadığımız bu mağduriyetten pek ders çıkarmamış görünüyor. 17 Aralık’ta başlatılan operasyonlar sonrasında da ‘paralel’ basın ve yayın organlarından bahsetmeye başlanıldı. Bu, daha önceki dönemlerde yaşadığımız kamplaşma ve kutuplaşmaların maalesef bir benzeri. Yani laik-antilaik, ilerici-gerici diye tanımladığımız kamplaşma bugün yerini ‘paralel’ ve diğerleri karşıtlığına bıraktı.28 Şubat benzeri bir süreç günümüzde de yaşanıyor. Peki, bugün neyle suçlanıyor gazeteciler?28 Şubat’ta yaşanan kamplaşmanın bir benzeri bugün tüm Türkiye medyası üzerinde yaşanıyor. Bu herkesin gözü önünde cereyan eden bir süreç… Ancak kimileri buna siyasî beklentiler, tarafgirlik ve benzeri düşüncelerle karşı çıkmıyor. Kimilerinin bu yönde bir tartışma işine geliyor. Darbe dönemleri başta olmak üzere her olağanüstü dönemde, medya etiği ciddi anlamda yara alıyor. Gazeteciler, patronlarıyla birlikte veya bağımsız olarak çeşitli işbirlikleri içine giriyor. Bundan sıyrılıp yeniden bir yol tutturmak da kolay değil.Medya ahlakı var mı(ydı)?Bu uzun bir tartışma sanırım. Ama medyanın toptan bir özeleştiriye ihtiyacı var. Hem bunu biz profesyoneller yapacağız hem de daha demokratik, daha huzurlu, daha müreffeh bir ülke için çalışan herkes yapacak. Medyanın ahlakı var mıydı? Bu, cevaplanması zor bir soru ama kararlılıkla şunu söylememiz lazım; olmalı. Eğer dördüncü güç diyorsak, toplumdaki önemli bir kontrol mekanizması olarak kabul ediyorsak buna mecburuz.28 Şubat mağdurlarının mağrur halleri, yeni medyayı nasıl şekillendiriyor?Geçmişte 28 Şubat’ın mağdurları medyada bugünün aktörleri aslında. Geriye dönüp henüz üzerinden çok fazla bir zaman geçmeyen bu olağanüstü döneme bakıp, dersler çıkarılması gerekiyor. Bu çalışma biraz da bunu hatırlatmak, unutturmamak için yapıldı. Olağanüstü dönemde, olağanüstü gazetecilik diye bir şey yok. Bu dönemin ayrı bir ahlakı söz konusu değil. Tek tek 28 Şubat döneminde muhafazakâr medya üzerindeki baskılara, cezalara, kapatmalara dönersek, o günleri mağdur olarak yaşamış bugünün muktedirlerinin de benzer hataları yaptığını görüyoruz. 17 Aralık operasyonlarıyla başlayan süreçte inanılmaz bir bilgi kirliliği, etik kuralların tümden ihlali var.‘Türbanlı muhabir’ basın toplantısında!Bugün dolaşımda olan ‘cemaat, silahsız terör örgütü’ ifadesi, 28 Şubat’ın da argümanlarındandı.Şimdi, paralel yapı diye itham edilen Hizmet Hareketi, 28 Şubat’ta Nuh Mete Yüksel’in hazırladığı iddianameye konu olmuştu. Bugün yaşananlar, çok benzer bir şekilde o gün de cereyan etmişti. 1999 yılında Yüksel’in ‘Fethullah Gülen Örgütü’ olarak isimlendirdiği yapının suçu, “Laik devlet yapısını değiştirerek yerine dinî kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup bu amaçlar doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak” şeklinde tanımlanıyordu. 35 ülkede açılan toplam 279 eğitim kurumu bu yapının suç organları arasında yer alıyordu. Örgütün en büyük 20 kuruluşunun başında Zaman Gazetesi, Samanyolu Televizyonu, Cihan Haber Ajansı, Aksiyon ve Sızıntı Dergisi gösteriliyordu. Bu yayın organları kapatılacak, yöneticileri ve çalışanları hapse atılacaktı.Bir de size yönelik ‘türbanlı muhabir’ basın toplantısını izledi, haberi var…Tam Fazilet Partisi bölünmüş, yenilikçi-gelenekçi ayrışmasının yaşandığı günlerdi. Bir tarafta Saadet Partisi kuruluyor, diğer tarafta da ‘yenilikçiler’ AK Parti’yi kurma hazırlığını yapıyordu. Bülent Arınç veya Recai Kutan’ın basın toplantısıydı, tam hatırlayamadım. Meclis Basın Bürosu’nda yapılan bu toplantıyı izlemiş, gazeteye dönmüştüm. Telefonum çaldı, arayan bir gazeteci arkadaşımdı. “Türbanlı gazeteci basın toplantısı izledi diye haber yapıyorlar” sözleriyle uyardı beni. Ankara’nın o hareketli günlerinde haber peşinde koştururken haber olacaktım. Son anda hem haberi yapan arkadaşı hem de gazetenin yazı işlerini arayarak rica ettim. Sağ olsunlar, haberi kullanmadılar.
↧