Savrulmaların savrulmaları takip ettiği ve hiç arkasını kesmediği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Şanslıyız diyemem ama tarihî günlere şahitlik ediyoruz.Tarih bunun adını ne olarak koyar şimdiden kestirmek zor. Soğuk Savaş dönemindeki kutuplaşmaları hatırlatan ve bilgi kirliliği, kara propaganda ile algı üretimi ve yönetiminin hakim olduğu hatta devlet imkânlarıyla camiaya adeta linç ameliyesinin yapıldığı zeminde, bu sürece doğru isim koymak gerçekten zor. Ama sonuca isim koymak çok kolay. Bugünler elbet geçecek ve ak ile kara koyun bütün çıplaklığı ile gün yüzüne çıkacak. Hakikat bir kez daha zuhur edecek. Zulüm elbet bir gün sona erecek. Yalan istese de istemese de tahtını sıdka terk edecek ve isim o zaman konulacak. Yeter ki sabretmesini bilelim. Hamdolsun ne dinimizden, ne değer ve ilkelerimizden ne de bunlara bağlı yaşadığımız hayatta yaptıklarımızdan şüphemiz var. Abdestimiz var ve namaz kılmaya devam ediyoruz.İnsanlık tarihinde kırılma!“İnsanlık tarihinde çok çeşitli kırılma dönemleri olmuştu.” demişti Hocaefendi, dershane kapatma tartışmaları başladığında ve ardından ilave etti: “Böyle bir dönemden geçiyoruz.” Çok şaşırmıştım. Yaptığı teşbihte kullandığı ana unsur “İnsanlık tarihi” ve söz konusu olan ülkemizin eğitim sistemi ile alâkalı bir mesele. Benzer bir şaşırmayı da 12 Haziran 2011 seçimlerinden yaklaşık 7-8 ay sonrasında yaşamıştım. O zaman da “Bizim 28 Şubat’ımız yeni başlıyor.” demişti. Hangi bilgi, hangi sezgi, hangi ufuk ile bunu söylemişti ama cemaatin seçimlerde AK Parti yanlısı tutumundan dolayı “cemaat siyasallaştı” denildiği dönemde bu sözlerin sarf edilmesine şaşırmamak elde değildi. Yaşadığımız günlere bakınca yukarıdaki tespitlerde zaman bir kez daha Hocaefendi’yi haklı çıkardı ve inanıyorum yakın gelecekte sıdkın kizbe galebesiyle aynı manzarayı bir daha yaşayacağız.Haşhaşi benzetmesine değineceğim. Önce hatırlatma; aynen şöyle dedi Sayın Başbakan: “Büyük Selçuklu Devleti’nde Haşhaşiler denilen gözü dönmüş gizli bir örgütün devlet bünyesini nasıl esir almaya çalıştığını, gerektiğinde düşmanlarla nasıl işbirliğine gittiğini, asırlar önce millet olarak yaşadık ve gördük.”İdris Naim Şahin’in dediği gibi niyetleri, hedefleri belli olmayan oligarşik bir azınlık mı Sayın Başbakan’ı yönlendiriyor yoksa bizatihi kendi duygu, düşünce ve inancıyla mı bunları söylüyor bilemem ama bu benzetme, gerçekten sözün bittiği bir yer. Türk halkının yüzde 50’sinin oyunu almış, yüzde 100’ünün başbakanıyım diye balkon konuşması yapmış bir liderin şimdiye kadar kullandığı “ötekileştirici” dilde kullandığı “çete, örgüt, karanlık odak, ihanet, hain, in” ve benzeri uzayıp giden listedeki her bir söz için kaç defa sözün bittiği yer dedim ama yanılmışım. Umarım bu defa yanılmam ve bir daha sözün bittiği yer demem. Zira bundan öte benim aklıma gelen bir tek şey var; tekfir, muhataba kafir denilmesi. İnşallah onu demez veya dedirtmezler. Fakat imanımı, aklımı ve mantığımı değil de hissiyatımı konuşturayım; eğer bu da denirse hiç şaşırmayacağım.Sayın Başbakan’ın bir siyasetçi olarak ilahiyat dili kullanıp kullanmayacağı kendi tercihidir ama yaptığı bu teşbihte ilahiyatın ötesinde siyaset tarihi bilgisine de ihtiyaç vardır. 60’lı yılların ikinci yarısında İzmir’de lokal olarak başlayıp dünyanın dört bir yanına dağılan, insanlık ve Müslümanlık adına Allah’ın rızasından başka hiçbir talepleri olmadan hizmet götüren insanları tarihin en karanlık katil çetesine, suikast örgütüne benzetme tek kelime ile yakışıksız ve yanlış bir değerlendirmedir. Sadece Hizmet’e gönül verenler değil, olaylara dışarıdan bakan hatta “yiyin birbirinizi” diye ellerini ovuşturan insanlara bile “bu kadar da olmaz ki, insaf” dedirten bir benzetmedir bu.Kimseye İslâm tarihi dersi verme gibi bir niyetim yok. Zaten konuşmanın hemen akabinde haber portalları, gazeteler, televizyonlar Haşhaşileri bütün özellikleri ile anlattı. Bunları okuyan ve izleyen insanlar da Hizmet ile mukayeseler yapıp bir kanaate ulaştı.Ben yakın ve uzak çevremden gördüğüm kadarıyla söyleyeyim; kamu vicdanı her zamankinden daha fazla yaralanmıştır Sayın Başbakan’ın bu teşbihi ile! Söz konusu yara ahirette kul hakkı ekseninde karşılaşmaya vabeste. Dünyada ise belki kabil-i iltiyamdır belki de değildir, onu zaman gösterecek. Siyasî sonuçları olurmuş. Bana sorarsanız hiç önemli değil siyasî sonuçları. Ne olacak üç kuruşluk dünya için, değmez. Zira bir mümin için ahiret dünyadan önce gelir. “Dünya, ahiretin tarlasıdır” Efendimiz’in (sas) beyanına göre. Herkes burada ektiğini biçer öte tarafta. “Sırat dünyada geçilir” sözü bu bağlamda enfes bir tespittir. Allah’a ve ahirete inanan, hesaba-kitaba, cennet ve cehenneme iman eden birisi Haşhaşi benzetmesini yapmadan önce elbette düşünmüştür bunları.Siyaset tarihimizde bir ilkTam yazımı bitirdim, Sayın Başbakan’ın büyükelçilerle yaptığı toplantıdaki sözleri düştü internete. İnanamadım, “Canlı verdi televizyonlar.” dedi birlikte çalıştığımız arkadaşım. Açtım dinledim. 17 Aralık süreci, komplosu, darbesi vb. artık kulaklarımızı sağır eden beyanlardı ilk duyduklarım ama arkasından gelen cümlelere ne demeli. Büyükelçilere görev veriliyor; görev yaptıkları ülkelerdeki yetkili mercilere gidin anlatın bu yapıyı diyor.Anlaşılan o ki tavan-taban ayrımı da artık bir kenara atılmış. Yurtiçi-yurtdışı bir sepete konulmuş. Başka türlü anlamak mümkün değil bu beyanatı. Nitekim bir haber portalı “160 ülkede okulu olan cemaate kötü haber” manşetiyle duyurdu konuşmayı. Büyükelçiler bu görevi yapar-yapmaz, muhatapları dinler ya da dinlemez, kaale alır veya almaz bilemem ama bu konuşmanın ve sosyal bilimcilerin tespitleriyle “Türkiye’nin yüzde yüz yerli ve tek ihraç malı” olan ülkemizin yüz akı yurtdışındaki eğitim kurumlarına alınan bu hasmâne tavrın siyaset tarihimize bir ilk olarak gireceği kesin. Yukarıda dediğim gibi ahirete bakan veçhesiyle mutlaka düşünülmüş, Allah’a veya muhataplarına nasıl cevap verileceği hesaplanmıştır!Bütün bu olan bitenleri 28 Şubat’ı aşan manşetlerle piyasaya duyuran, Hocaefendi’yi mafya lideri gibi gösteren, yazısının başlığına “Hasan Sabbah bile solda sıfır kalır” diyen insanlara Kur’an’dan mülhem, “ağızlarından çıkan bu, ya kalplerinde gizledikleri” diyorum. İnsaf değil insafsızlık bile kapılarında dilencilik yapar böylelerinin ve eli boş döner, hiç şüpheniz olmasın.Ne yapalım, Hocaefendi’nin yıllar önce dediği gibi ‘bize de çekmek düştü’. Öyleyse kahrı-lütfu bir bilmenin itminanına ermiş gönüller olarak bir kez daha Erzurumlu İbrahim Hakkı diliyle “Nâçâr kalacak yerde/Nâgâh açar ol perde/Dermân olur her derde/Mevlâ görelim neyler/Neylerse güzel eyler” deyip dilimizde Hz. Yakup’un (as) duasıyla Allah’a yönelelim dostlar: “Sıkıntımı, keder ve hüznümü başkasına değil sadece Allah’a arz ediyorum.”Bir hatırlatma; bu duanın söylendiği zemin ve arkadan cereyan eden hadiseleri Yusuf Sûresi’nden bir daha okuyun isterseniz.Sahi, bir zamanlar “İslâm insanı” tavsifleriyle candan-içten muhabbetler yapan, altından oluklar içinde iç dünyasını yansıtan, fıkıh alanındaki yeterlilikleri ile duayen lakabını alan hocalarımızın müspet veya menfi görüşleri yok mu bu Haşhaşi benzetmesi ve büyükelçilere verilen yeni görev konularında?
↧