İlahiyatçı-yazar Cemil Tokpınar, gündeme dair attığı 30 tweet'le sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. Yaşananları cemaate yönelik toplu linç ve iftira kampanyası olarak değerlendiren Tokpınar, "Hakta sebat ve dua zamanı." diyor. Kendisini iyi niyetle eleştirenlere ise hakkını helal ettiğini söylüyor.Gündeme dair attığınız 30 maddelik tweet, sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. Neydi sizi harekete geçiren?Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ve cemaate yönelik suizan, iftira, gıybet kampanyası ve adeta toplu bir linç gayreti vardı. Hakperest ve şefkatli bir sesin, ‘Böyle yapmayın, bin bir emekle oluşturulmuş bu hizmete düşmanca saldırmayın.’ demesini bekliyordum. Yükselen sesler yetersizdi. Bu durum, gayretullaha dokunabilir diye korktum. 75 yıllık ömründe İ’lâ-yı Kelimetullah için yanan yüreğinden, gözyaşından ve duadan başka sermayesi olmayan bir Allah dostu hakkında konuşurken, yazarken herkesin dikkatli düşünmesi lâzımdı.‘Beddua’ tartışmalarına ilişkin ‘Kim haksızsa ona söylenmiş. Haksız olan gocunsun’ yorumunda bulundunuz.İlimde, imanda, salih amelde, ahlâkta ve aksiyonda zirveleri tutmuş bir Allah dostu olan Hocaefendi değil bir insana, bir bitkiye ve hayvana bile şefkat eder. O kadar ki, bir karıncayı suda boğulmaktan kurtarmak için yarım saat uğraştığı ve bir arıyı yaşatmak için çırpındığı olmuştur. Belki günlük zamanının iki üç saati duayla geçmektedir. Dolayısıyla yaptığı şeyin adı, bedduadan öte bir şeydir. Buna mülaane veya mübahele diyoruz. Bir benzerini, kendisine iftira atan birisine karşı Zübeyir Gündüzalp Ağabey’in hayatında görüyoruz. Keşke olaylar işi bu noktaya getirmeseydi. Ama madem ki getirdi, bu mübaheleye katılmayanlar bile bu denli yıpratma malzemesi olarak kullanmamalıydı.O video üzerinden yapılan ‘eleştirileri’ nasıl değerlendiriyorsunuz?Maalesef bir kimse hakkında hüküm verirken araştırmadan konuşmak, ille de eleştirel yaklaşmak âdet olmuş ülkemizde. Hocaefendi’nin yüzlerce vaaz, sohbet ve yazısından istifade ettim. Bir kere bile nefsî ve dünyevî bir cümleye rastlamadım. Sadece Allah, Kur’an, Hz. Peygamber (sas), sahabe efendilerimiz ile İslâm’ı cihana yayma aşkını gördüm. Vaazlarını insafla dinleyenler, birçok konudaki derinliğini ve ihatasını görebilir. Böylesi velâyet-i kübra makamında olan bir zatı tanımadan eleştirmek bir mümine yakışmaz.Bu yorumunuzu duyan bazı kimseler son günlerde pek moda olan ‘Hocaefendi iyi, ama abiler kötü’ cümlesini sarf edebilir. Hoca nasılsa talebesi, usta nasılsa çırağı öyledir. Pek az istisnası olabilir. Bir ağaca göre meyve neyse, üstat veya hocaya göre de talebesi ve cemaati de öyledir. Nar ağacında zakkum çiçeği açmaz, gül dalından kötü bir koku yayılmaz, elma dalında acı düyelek yetişmez. Hocaefendi’nin âdeta iğneyle kuyu kazar gibi meydana getirdiği cemaatin binlerce ferdiyle tanıştım, görüştüm, dostluklarım oldu. Hepsi de dinine bağlı, vatanını, milletini seven, yaşatma idealiyle yanıp tutuşan gayretli insanlar. Bu arada her toplulukta, cemaatin öncelikleri ve özellikleriyle tam uyuşmayan, eksiği kusuru olan kimseler de olabilir. Fakat bunlar çoğunluk olmadığı gibi etkin de değildir.Bu açıklamalarınızdan sonra siz de ‘yandaş’ yaftası yiyebilirsiniz.Ben bunları taraf olma saikıyla söylemiyorum. Hizmetleriyle asrımızı aydınlatan Bediüzzaman Said Nursî, Süleyman Hilmi Tunahan, Mahmud Sami Ramazanoğlu, Mehmed Zahid Kotku, Muhammed Raşid Erol, Mahmud Ustaosmanoğlu gibi büyüklerimize, yaşayan temsilcilerine ve cemaatlerine dair de bir linç kampanyası olsa yine itiraz eder, aynı tepkiyi gösterirdim. Çünkü sebepler zaviyesinden bakarsak, dinî cemaatler olmasaydı bugünkü dinî gelişmeler olmazdı. Dinî cemaatler Asr-ı Saadet’ten sonraki ikinci dirilişin mimarlarıdır.Mesajlarınız iki tarafı da teskin edici ama yine de tepki aldınız.Tepkilerin neredeyse yüzde 80’i olumlu. Çoğunluk, hakkaniyetten, adaletten, barış, sevgi ve kardeşlikten yanaydı. Ancak acımasız ve seviyesiz üsluplarından anlaşılan birileri vardı ki, onların görevi sadece iki tarafı vuruşturmaktı. Onları muhatap da almadım, cevap da vermedim. Bir de iyi niyetle muhalefet eden kardeşlerim vardı ki, onlara kırgın da değilim, hakkımı da helal ediyorum.Cumhurbaşkanı’na atfen yazılan mektup pazarlık olarak lanse edildi.Bu mektubu, ‘bir şefkat âbidesinin çözüm arayışı’ olarak nitelendiriyorum. Kimileri, ‘özür ve pazarlık mektubu’ olarak takdim etti. Olayın birinci şahidi Fehmi Koru Bey’in iddiaları reddeden, olayları detaylarıyla anlatan yazıları da gösteriyor ki, bazı kimseler çok ayrıntılı araştırmadan, önyargıyla yazıp konuşabiliyor. Mektup hadisesi de gösterdi ki, bu alandaki iyi niyetli çabaları bile fitneye alet eden bir ortam var. Keşke tarafların hiç aracısız, baş başa görüşebileceği bir zemin ve fırsat olsa, belki sulh ve kardeşlik adına olumlu neticeler çıkabilir.Kimi medya organları, Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesi ağabeyleri konuşturarak camiaya karşı bir propaganda başlattı. Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?En çetin ve zor zamanlarda bile her türlü işkenceye dayanarak imana ve Kur’an’a hizmet eden ağabeylerimiz, Üstad Hazretleri’nin bize bıraktığı yadigârlarıdır. Üstad’ımızın meslek ve meşrebini, ondan gördükleri üzere muhafazaya çalışmaktadırlar. Onlara karşı vazifemiz, hürmet, muhabbet ve dua etmektir. Onların tavırları hakkında bir değerlendirmede bulunmak benim hakkım ve haddim değildir. Bu hakikati teslim etmekle birlikte o ağabeylerimden, Hocaefendi ve hizmetini takdir ve himaye eden birkaç cümle beklerdim. Çünkü aynı davanın, aynı mefkûrenin adamları arasında uhuvvet ve tesanüdü görmek benim gibi arkadan gelen takipçilere kuvve-i maneviye olurdu. Keşke bir tarafı tutmak yerine, barıştırıcı ve uzlaştırıcı bir konumda olsalardı.PKK’ya yakın medya organları bile haberlerinde ‘Gülen örgütü’ tabirini kullanmaya başladı. Camiaya mensup kişiler de örgüt üyesi olmakla yaftalanıyor.Dünyaya sevgi, barış ve kardeşlik getirme idealiyle dolu, adanmış ruhlara örgüt üyesi demek, densizliktir. Ama unutmayalım ki, Asr-ı Saadet’in bir tecellisini yaşatmak için çalışanlar, birçok çile ve ızdırapta onların yaşadıklarının benzerlerini yaşayacaklardır.‘Cemaat medyasını izliyorum, daha mutedil, daha hakperest, daha objektif, daha dengeli olmaları hayırlı ve etkili olurdu.’ şeklinde bir yorumunuz var. Size bu yorumu yaptıran neydi?Cevabı uzundur ama şu kadarını söyleyeyim: Bir hakikati savunurken, okuyanlar ve izleyenlerin nazarında nasıl bir etki ve algı oluşturduğunuzu hesaba katmak gerekir. İnsanlar itidal ve istikametinizi sorguluyorsa, tavır, üslûp, dozaj ve dengenizi gözden geçirmeniz lâzım. Çünkü ikna edeyim derken uzaklaştırabilirsiniz. ‘Tarafgirane ve hasmane tutumlar mı var?’ gibi soru işaretlerini oluşturmamalıyız. Bu konuda Hocaefendi’nin sohbetlerinde birçok tavsiye var. Uygulanırsa çok iyi neticeler alınır.Sahabeler arasında da ihtilaflar oldu“Kur’an ve sünnetteki barış ve kardeşlik esaslarını tekrar hatırlamalıyız. Başta Hucurat Suresi’nin hükümleri olmak üzere sevgi ve kardeşlik ayetlerini ve hadislerini gündeme getirmeliyiz. İhlâs Risalesi ve Uhuvvet Risalesi’ni tekrar tekrar okuyup uygulamalıyız. Davranışlarımız ve üslûbumuz, hikmet, itidal, sulh ve kardeşlik üzere olmalı. Farklı düşündüğümüz kardeşlerimize düşmanca değil, şefkatle davranmalıyız. Unutmayalım ki, sahabeler arasında da savaşa kadar varan ihtilaflar oldu ama Allah katında onlar yine sahabeydi. Rahmetli Turgut Özal’a muhalefet eden, çok ağır tenkitlerde bulunan dindarlar olmuştu. Oysa 19 yıl sonra kabri açılınca görüldü ki, o cesedi bile çürümeyen bir şehitti. Ahirette hiç kimseye partisi, cemaati, milliyeti, memleketi sorulmayacak. Sadece, Rabb’i, dini, kitabı, peygamberi sorulacak. Tarafgirlikten, kıskançlıktan, dedikodu, gıybet ve iftiradan, insanların kusurlarını araştırmaktan ve açığa vurmaktan şiddetle kaçınmak gerekir. Hakta sabır ve sebat göstermeliyiz. Ve çok önemli bir husus: Barış, kardeşlik ve sevgi için bol bol dua etmek, hacet namazı kılmak, salat-ı tefriciyeler ve Ashab-ı Bedir isimleri okumak, yalvarmak lazım.”
↧