Prof. Dr. İskender Pala, son romanında Eyüp Sultan’ı yazdı. Pala, İstanbul kuşatmasına gelmiş bu şanlı sahabe ile ilgili ilginç detayları aktarmış. “Eyüp Sultan’a en çok Eyüplüler değil, Kadıköylüler sahip çıkmalı.” diyen yazar, yüzyıllarca devam eden bir geleneği yeniden hatırlatıyor.‘Mihmandar’ okurla buluştu. Nasıl çalıştınız bu roman için? Evet… Benim yazım sürecim şöyle işliyor: 1 Şubat’ta yazacağım konu belirlenmiş ve okuyacağım kitaplar masama yığılmış oluyor. 60 kadar kitap ve konuyu zihnimde okumaya başlıyorum, üç ay hiç durmadan, günde 10 saat. Bu sürede nasıl bir hikâye anlatmam lazım, tarihî gerçekler neler, okuduğum kitaplar arasından tasnifleri yapıyorum ve roman baştan sona belli oluyor. Sonra üç ay hiç durmadan yazmaya başlıyorum.Sonraki süreç?Eylül ayına geldiğimde hiçbir şey yapmıyorum. Yazdığım her şeyi unutuyorum. Dinlenmeye bırakıyorum. Ekim ayında yazdıklarımı sanki yabancı biriymiş gibi okuyorum, yedi-sekiz defa. Bu esnada birçok şey kendiliğinden değişir. Kasım ayının sonlarına doğru yazdığım konuyla ilgili bilim adamlarına gönderiyorum, en az 4-5 kişiye. Bu insanların eline bir kırmızı kalem ve kopya veriyorum. Bazen yazdığım sayfalar gelincik tarlası gibi oluyor. Bu yolla kurguyu değiştirdiğim bile oluyor. Bunlar da bittikten sonra konunun geçtiği yere gidiyorum. Barbaros’ta İtalya ve İspanya’ya gitmiş, Akdeniz havzasını dolaşmıştım.Bu romanda da kutsal topraklara mı gittiniz?Mekke’ye gittim. Oradan Medine’ye, Ebu Eyyûb el-Ensarî Hazretleri’nin evinin olduğu yere gittim. Bağdaş kurup bilgisayarımı açtım. Peygamberimiz’in ravzasına bakarak verimli bir okuma yaptım. Sonra getirip editörlerime teslim ettim. Hep yaptığım gibi aralık ayının son haftasında kitabı teslim ediyorum. Ocakta da kitap çıkmış oluyor. Tabii roman sadece benim değil birçok insanın emeğiyle oluşuyor. Ocak ayının üç haftasını röportajlara ve TV programlarına ayırıyorum. Şubatın 1’i geldiğinde yeni işler için yine kapanıyorum.O zaman sizi yakalamışken sorayım: Yeni çalışmanız ne üzerine?Çok erken ama… Niyetim Asr-ı Saadet’e ilişkin bir şeyler yazmak. Başlamışken o manevî havayı devam ettirmek istiyorum. Eyüp Sultan Hazretleri’nin romanını yazma sebebiniz?Türkiye’de özellikle de gençlerimizin hayatlarını örnek alacak kahramanlar var; fakat bunları zihnimizde taşımadığımız için biraz daha ürkek hayatlar yaşıyoruz. Bu bir kimlik problemi. İnsanımızın belirli bir tarih akışı içinde o tarihe göndermelerinin olması lazım. Hafızaları bu bakımdan fazla dolu değil. Zihin coğrafyaları ayrılmış gibi hissediyorlar. Mesela Bağdat, Halep ve Şam’da bombalar yağarken bir şey hissetmiyorlar.Siz bu hissiyatı mı ayaklandırmak istiyorsunuz?Yazdığım tarihî romanlarda okuyucularıma, ‘Tarihinize ve kimliğinize önem veriyorsanız size hitap edecek şöyle biri var: Ruhunuz mücadeleci ise Yavuz ile Şah İsmail’den birini örnek alın. Ruhunuz kahraman, enginlere açılan bir halde ise Barbaros Hayreddin Paşa’yı kendinize örnek alın. Ruhunuzda derinleşme eğilimi varsa Yunus Emre sizin için budur. İslamî bir hassasiyet taşıyorsanız Eyüp Sultan önemli bir portre.’ diyorum. Sonra da ‘Sanayide, teknolojide, bilgide, sanatta bu kahramanlar gibi fetihler yapın’ diyorum.O yüzden “Eyüp Sultan’ı yazmalıyım” dediniz…Evet. İkinci sebep de şu: Ben İstanbul’da ömrümün çoğunu geçirdim. Ve İstanbul’un manevî sahibine vefa göstermem gerekiyordu. Haliç Köprüsü’nden geçerken yanımda kim olursa olsun, ‘Başını çevir, şu tarafa bak. Orada şehrimizin sahibi yatıyor. Hadi ona selam verelim.’ diyorum. Fatiha okumadan geçmemiş oluyoruz. Şehirler belirli ruhlara sahiptir. Ve bir kahraman o ruhu harmanlayarak o şehre kimlik kazandırır. Eyüp Sultan da bir semtimizin adı değil, bir ruhun, o ruhu millete veren kahramanın adıdır. Ecdadımız o semte giderken abdestli gitmeye özen gösterirdi. Türbesinin başucunda 24 saat Kur’an okunurdu.Kitabın sonlarına doğru şimdilerde unutulmuş bu geleneği hatırlatıyorsunuz...Diyanet İşleri Reisi Mehmet Görmez ile meseleyi konuştum. ‘Hay hay hocam, türbe restorasyondan çıksın bu geleneği başlatalım.’ dedi. İnşallah, bakalım...Eyüp Sultan türbesinde 24 saat Kur’an-ı Kerim okuma geleneği sizin tavassutunuzla yeniden başlamış olacak yani…Estağfirullah… Ben sadece birilerine bunu haber vermiş oldum.Eyüp Sultan’ın nasıl bir karşılığı var şehirde?Eyüp Sultan, İstanbul hiyerarşisi içinde önemli bir yer işgal eder. Osmanlı Devleti’ni ayakta tutan sistem olan kadılıkta bilad-i selase denirdi: Üsküdar, Galata, Eyüp. Eyüp şehrin dışında kalmış bir kasabacıkken düzenleme getirilmiş ve oranın yapılandırılması ve oraya insanların akması teşvik edilmiştir. O, muhteşem bir hizmetkârdı. O yüzden sultanların çoğu ona hizmet ettiler. Kimisi hat yazdırdı, kimi çeşme yaptırdı… Kılıç kuşanma merasimleri orada oldu. İstanbul halkı arasında bir efsane dolaşır; Eyüpsultan Camii’nin minaresinden okunan ezanı duyabilecek mesafeye gömüldüysen Eyüp Sultan sana şefaat edecektir diye.Siz de o yüzden mi Eyüpsultan’a gömülmek istiyorsunuz?Barbaros’un torunuyum, şurada da komşuyuz, oraya gömülmek istiyordum. Şimdi doğrusunu isterseniz niyetim Eyüpsultan’a gömülmek.“Asr-ı Saadet’i yazacağım dediniz. Bir dahaki röportajda da Medine-i Münevvere’ye gömülmek istiyorum demeyesiniz...Olabilir… (Gülüyor)Bu arada kitabınızın sonunda adeta Eyüp Sultan türbesini ziyaret adabını anlatıyorsunuz…Tam da bunun için yazdım son bölümü. Eyüp’e kitap dolayısıyla sık sık gidip geldim. Türbeye yardım toplayan Ersin Bey var, onunla konuşurken bir kadın geldi. Kalem istedi, o da ‘Kalemi alabilirsiniz ama yazmayın.’ dedi. Buna rağmen kadın ısrar etti. Türbe ziyaretini hâşâ kutsallaştıracak hale getirdik. İnsanlar hacet penceresine bakıp nasıl yalvarıyorlar. Orada Allah’tan isteyeceksin.Hz. Ebubekir’in ağzından bir giriş var. Bu, bilinçli bir tercih mi?Hz. Ebubekir konuşabilir. Sözlerini siyer kitaplarından aldım çünkü. Orada, olmayan bir şeyi yazmadım. Mesela Hazret-i Peygamber hakkında bir roman yazılacağını düşünmüyorum, yazılmamalı. Çünkü roman bir kurgudur. Hazret-i Peygamber’in hayatında kurgu yaparsanız ifsat edersiniz. Bu konuda çok hassas düşündüm. İlk üç bölümü yazarken defalarca değiştirdim. İmanımı zedelemeyecek şekilde yazdım.“Eyüp Sultan’a Halid Sultan denmeli” diyorsunuz…Bizim zihnimizde yaşayan bir Eyüp Sultan var bir de İslam tarihindeki Halid bin Zeyd... Eyüp Sultan dememek lazım; çünkü oğlunun adı Eyüp. Arap geleneğinde bir ailenin erkek evladı olunca künye erkek üzerinden yazılır. Burada medfun olan kişinin adı Halid, babasının adı Zeyd, çocuğunun adı Eyüp. Daha ilginci Eyüp el Ensarî, Eyüp semtinde üç ay; Kadıköy’de altı ay kalmıştır. Eyüp Sultan’a asıl Kadıköylülerin sahip çıkması gerek.Cumhurbaşkanlığı ödülünü hak ettimEyüp Sultan Eyüp’te değil diyenler var…Tarihî kayıtlardan onun burada olduğuna inanmasaydım bu romanı yazmazdım. Ben kurgu yapmadım, tarih anlattım. Onun burada olduğuna Bizans kaynaklarından da İslam tarihi kaynaklarından da okuyarak yazdım. “Her sene bir roman nasıl yazılır?” deniyor hakkınızda… Benim romanlarımı eleştirenler ‘Her sene bir roman yazılır mı?’ diye söylüyorlar, evet. Ben her sene bir roman yazmıyorum. Günde on saat çalışarak en az 2500 saatte bir roman yazıyorum. Başka birisi 2500 saati üç yıla bölüyorsa o beni hiç ilgilendirmiyor.Son olarak Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödüllerinde Edebiyat dalında ödüle layık görüldünüz...Ödülü hak ettim mi diye düşündüm. Vicdanımın sesini dinledim ve bana fazlasıyla hak ettiğimi söyledi. Bu konuda tevazu göstermeyeceğim.
↧