Siyah gözlükleri, beyaz bastonuyla ders anlatıyor bir öğretmen. Pür dikkat sınıfı gözleyen aşina olduğumuz profilden epey uzak, zira gözleri görmüyor. Ancak mesleğine mani değil rahatsızlığı. Tıpkı kendisiyle aynı kaderi paylaşan âmâ meslektaşları gibi... Devlet okullarının görme engelli öğretmenlerinin hikâyelerine kulak verdik.“Görenin yalnızlıktan şikâyete hakkı yoktur: Mevsimler, renkler, çiçekler, şehrin bütün kadınları, bütün çocuklar, gören içindir. Görmeyen bir insan bozuk bir ampul gibi, mânâsız, bıraktığınız yerde kalan bir paket; içinde eski hatıralar olduğu için arada bir karıştırılmaya layık…” 38 yaşında gözlerini kaybeden Cemil Meriç, her ne kadar görmeyen insanı bozuk bir ampule benzetse de insan istediğinde neler başaramaz ki… Tıpkı Zafer Kontar, Deniz Parmaksız, Ümit Yılmaz ve İsa Badem gibi… Art arda sıraladığımız bu isimler görme engelli öğretmenler. Her biri farklı devlet okulunda, gören öğrencilere ders anlatıyor. Biri sınıf öğretmeni, diğeri İngilizce, bir diğeri de tarih. Onlar aslında en zor olanı başarıyorlar. Görmeden bir çocuğa okuma yazma nasıl öğretilir, sınavlar nasıl yapılır, kâğıtlar nasıl okunur, velilerin tepkileri nasıl olur? Tüm bu soruların en güzel cevabı onların ibretlik yaşantılarında saklı…Gözlerime bakarak söyle…- Söyle bakalım Münire, Avrupa’nın siyasi temelleri hangi olay sonrasında atılmıştır? – Sana sormadım Tuğçe, Münire söyleyecek. – Yaşar, gürültü yapma, sessiz olalım arkadaşlar!Diyaloglardan anlaşılacağı gibi bir sınıf burası. Fakat bu dersliği diğerlerinden ayıran önemli bir özellik var. Tarih dersinin öğretmeni Deniz Parmaksız görme engelli bir eğitimci. Lakin sınıftaki her öğrencinin adını hiç tereddüde kapılmadan söyleyebiliyor. Üstelik sadece bir sınıfın değil, dersine girdiği dokuz şubedeki öğrencilerin her birinin isimlerini biliyor.Deniz öğretmen, henüz 5-6 yaşlarındayken göz sulanması şikâyetiyle hastaneye gider. Doktoru acilen ameliyata alınması gerektiğini söyler. Ne acı ki operasyon başarısızlıkla sonuçlanır. Sadece sulanma şikâyetiyle gittiği hastaneden gözlerini tamamen kaybederek çıkar. O günden beri sadece gece ile gündüzü fark edip, güneşi hissedebiliyor.Ameliyat sonrasında zor günler yaşar Deniz öğretmen. Doktor doktor gezer. Randevular, hastaneler, bir dolu reçeteler, ilaçlar beraberinde gelir. Neredeyse 10 yaşına kadar uzak kaldığı okul hayatı Gaziantep’te yatılı görme engelliler okulunda başlar. Artık başarılı bir okul hayatı onu bekliyordur. Beşinci sınıfta Anadolu lisesi sınavlarına girer ve il üçüncüsü olur. Anadolu lisesini okul birincisi olarak bitirir. Hacettepe Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği’ni kazanmasına rağmen, üniversitenin birtakım zorlamalarından dolayı hazırlık sınıfını okuyup bırakmak zorunda kalır. Yeniden sınava girdiğindeyse Harran Üniversitesi Tarih bölümünde güzel günler onu bekliyordur. Hocaların, “Biz böyle bir cevheri işleriz.” dedikleri günü unutamıyor Deniz Parmaksız.Şimdi o, Sultangazi’deki Atatürk Lisesi’nde öğretmenlik yapıyor. Tabii merak ediyoruz dersler nasıl işleniyor, yazılılar nasıl yapılıyor, kâğıtlar nasıl okunuyor? Her sorumuzu oldukça olağan karşılıyor ve basit bir şekilde cevap veriyor. Anlıyoruz ki her işin bir çözümü var hayatta.Deniz hoca branşı itibarıyla tahta kullanmaya pek gerek duymuyor. Dersleri sözlü olarak anlatıyor, yazılılarda ise uygun olan bir öğretmen arkadaşından gözetmenlik yapmasını rica ediyor. Peki ya sınav kâğıtları? Onun da bir çaresi var: “Bazen öğretmen arkadaşlardan yardım alıyorum bazen de kendi arkadaşlarımdan. Onlar bana cevabı okuyor ben de değerlendirip puanını yazdırıyorum. En büyük yardımcımsa tabii ki annem…”Öğrencilerin az da olsa gözlerinin görmüyor olmasından faydalanmak istediklerini anlatıyor Deniz hoca: “Her dersin sonunda öğrencilerimin kitap ve defterleri kapatmalarını isterim, öğrenip öğrenmediklerini test etmek için. Kapatın dememe rağmen bazıları kapatmaz. Soru sorduğum zaman da bakmaya çalışır. Ben de karşımdaki bana bakıyor mu bakmıyor mu, okuyor mu konuşuyor mu onu anlarım. Geçen günlerde de bir öğrenciye soru sordum, okuyarak cevap vermeye çalıştı. Ben de ‘Gözlerime bakarak söyle’ dedim, bütün sınıf güldü tabii. Hatta hoca görüyor mu görmüyor mu hâlâ anlamış değiliz diye konuşmuşlar kendi aralarında.”Öğrenciler ayakta kalınca...İsa Badem, öğretmenlik hayatının ilk dersine girer. Heyecanlıdır haliyle. Yedinci sınıf öğrencilerinin bulunduğu sınıfa adımını atar ve doğruca masaya yönelip sandalyeye oturur. Masadaki defteri imzalayacaktır fakat prosedürü bilmediği için sadece yüzde 10 kadar görebilen sol gözüyle iyice eğilerek beş dakika kadar defteri inceler. Gerekli imzaları atar ve ayağa kalkıp öğrencilere yaklaştığında bütün sınıfın ayakta olduğunu fark eder. “Neden oturmadınız?” diye sorduğunda oturun demediniz ki, cevabını alır. İlk dersin heyecanı ve göremeyişinden kaynaklı bu duruma hem kendisi güler hem de bütün sınıf.İsa Badem, İngilizce öğretmeni... Yaşar Doğu İlköğretim Okulu’nda iki ve dördüncü sınıfların dersine giriyor. İlk derste öğrencilerin bazıları onu sempatik bulurken, bazıları gözlüklü amca geldi diye epey korkmuş. İsa hoca, derslerde görme engeli sebebiyle çok sıkıntı yaşamıyor. Tahtayı seyrek kullanıyor. Daha çok diyalog yoluyla ders anlatıyor. Bir gözü hiç görmeyip, diğer gözü yüzde 10 gördüğü için defterleri büyüteç yardımıyla kontrol ediyor. Peki ya sınavlar? Sorumuza şöyle cevap veriyor: “Şu gün defter kontrolü var diyorum ve tüm defterleri eve götürüp büyüteçle okumaya çalışıyorum. Sınavlarda ise öğretmen arkadaşlarımdan yardım alıyorum.”Okul idaresinden oldukça memnun Badem. Mesela velilerle engelinden dolayı hiçbir zaman direkt muhatap olmamış. Zaman zaman sıkıntılar yaşansa da diğer öğretmenlerin de karşılaşabileceği sorunlar olduğunu düşünüyor.Parmakları görememek çok acıOkul bahçesinde minik öğrencileriyle ilgilenirken buluyoruz Zafer Kontar’ı. Onları izler halde bir müddet beklerken aklımızdan sorular geçiyor. Sahi görme engelli biri nasıl sınıf öğretmenliği yapabilir, okuma-yazmayı nasıl öğretebilir, peki ya sınav kâğıtları, defter kontrolleri, velilerin tepkileri... Kontar, 17 yıldır sınıf öğretmenliği yapıyor. Herkes gibi sizin de ‘nasıl olur ki’ diye düşündüğünüzün farkındayız.Zafer hoca, bir kaza neticesinde henüz bir yaşındayken sağ gözünü kaybeder ve protez takılır. İlerleyen yıllardaysa sol gözünde ‘optik nörit’ rahatsızlığı baş gösterir. Öğretmenliğinin ilk yıllarında henüz hastalık ilerlemediği için tek gözüyle az da olsa görüyordur. Ancak geçtiğimiz yıl hastalığı onu epey zorlayacak hale gelir. Artık etraftaki varlıkları silüet şeklinde algılayabiliyordur. Görme derecesini sorduğumuzda, “Gece karanlığında karşıdan gelen varlıkları ne kadar görebiliyorsanız…” cevabını veriyor. Zafer Hoca bu yıl ikinci sınıfı okutuyor. 37 öğrencisi var. Ve en çok merak edilen soru; okuma-yazmayı, matematiği nasıl öğretiyor? “Baktığım noktayı sadece silüet şeklinde görebilmek dersi anlatmama yeterli oluyor. Elbette çok zorlanıyorum ama hiç görmeseydim de yine yapabilirdim.” diyor.Teknik olarak gerekli bilgileri öğrencilerine verse de elbette her şeye anında hâkim olamayabiliyor: “Aralarında sürekli dolaşmak zorundayım. Mesela kaldırılan her parmağı göremeyebiliyorum. İsyan edenler oluyor bazen ‘Parmak kaldırmıştım neden beni gör müyorsunuz?’ diye.” Öğrencileri henüz ikinci sınıf olduğu için çok fazla yazılı yapsına gerek olmuyormuş. Gerektiğindeyse teknoloji imdadına yetişiyor. Test usulü sorular projeksiyon yardımıyla duvara yansıtılıyor ve her bir öğrenci kendi kağıdını kontrol ediyor. Gerektiğinde de eşinden yardım alıyor.Velilerin tepkilerini merak ediyoruz. Okul idaresiyle konuşarak çocuğunu Zafer hocanın sınıfından alan veliler olmuş. Tabii memnun olanlar da… Yaşadıklarını yadırgamıyor Zafer hoca. Kendilerine göre haklı olabileceklerini düşünüyor. Hatta “Kendi çocuğum olsa ve öğretmeninin böyle bir engeli varsa, veriminin düşeceğine inanıyorsam ben de başka çareler arayabilirdim.” diyor ve ekliyor: “Şu anda durumumun verdiğim eğitimi etkilediğini düşünmüyorum. Öyle olsaydı bu işi bırakırdım. Sadece diğer öğretmen arkadaşlarıma göre çok daha fazla çalışmam gerekiyor.”Zafer Kontar, hayat dolu bir öğretmen. Röportaj sırasında öğrencileri sık sık gelip, “Öğretmenim Görkem ağlıyor, su içmeye gidebilir miyim?” diye soruyor. Miniklere öyle şefkatli davranıyor ki, şaşırıyoruz. “Tamam hayatım buraya gönderebilir misin, peki canım geliyorum.” cümleleri karşısında her zaman böyle tatlı dilli misiniz, diye soruyoruz. Duygulanıyor, “Yaşadıkları neticesinde hayata bakışı, yaşama sevinci, her şeyi değişiyor insanın. Mutlaka her hastalık yıpratır, yaşam kalitesini düşürür ama görmemek hayatın anlamını çok daha fazla etkiliyor. Nitekim beni de çok etkiledi…”Sesler, ruh halini anlatır...Ümit Yılmaz, Şehit Öğretmenler İlköğretim Okulu’nda 14 yıldır rehber öğretmenlik yapıyor. Doğuştan görme engelli olan Yılmaz, Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik, Psikolojik ve Danışmanlık bölümünü bilinçli tercih etmiş. Ümit hocanın işi diğer öğretmenlere göre daha kolay zira öğrencileriyle konuşarak iletişim kuruyor. “İnsanların sesleri, ruh halleri hakkında bilgi veriyor.” diyor. Yılmaz’ın çalıştığı okulun mevcudu 3 bin 600. Şimdi her ne kadar dört tane rehber öğretmen olsa da geçtiğimiz yıla kadar üç bin öğrenciyle tek başına ilgilenmiş. Çok zorlanmadığını anlatıyor. Nedenini ise teknolojiyi fazlaca kullanmasına bağlıyor. Teknolojik gelişmeleri takip etmek için sık sık yurtdışına gidiyor Ümit hoca. Dünyada görme engelli teknolojisinin tanıtıldığı fuarlara katılıyor ve birçok ürünün Türkçeye çevrilmesini sağlıyor. Tüm bunlar sayesinde de okuldaki işlerinde öğretmen arkadaşlarından yardım almaya gerek duymuyor. Yazılarını hazırlıyor, tutanak tutuyor, okumalarını da kendisi yapıyor. Başarısının sırrı şu cümlelerinde saklı: “İnsanoğlu çözüm bulma kabiliyetiyle donatılmış. Yeter ki gayret etsin. Bunu başarırsa görünmezler de görünür olur.”
↧