Aytaç Çaman, 1997’de okul dışında başörtüsü taktığı için müdürlük görevinden alınmıştı. Yaşadıklarıyla Türkiye’nin gündemine oturan Çaman ile Danıştay saldırısını, kamuda serbest olan başörtüsünü ve İsveç hayatını konuştuk.Okul dışında başörtüsü taktığı için müdürlük görevinden alındı ve askerî birlik içindeki okuldan sürüldü. ‘Öğretmen, okul yolunda da başörtüsü takamaz’ şeklindeki kararı veren Danıştay 2. Daire, kanlı saldırıya maruz kaldı. Kendi halinde bir öğretmen olan Aytaç Çaman’ın, Türkiye’yi sarsan ve kendisiyle ilişkilendirilen bu olaylarla birlikte hayatı değişti. Baskılar, ithamlar ve sürgünlere rağmen mesleğini sürdürmede karşılaştığı zorluklar, 12 yıldır bir gölge gibi peşini bırakmadı. Sonunda öğretmenliği bıraktı ve ailesinin yanına, İsveç’e yerleşti. Sık sık Türkiye’ye gelip giden Çaman, devlet dairelerinde kamu çalışanlarına uygulanan başörtüsü yasağının Demokratikleşme Paketi çerçevesinde kaldırılmasını buruk bir sevinçle karşıladı. Başörtüsü özgürlüğünün yeni bir çağın başlangıcı olduğunu aktarıyor. “Şimdi gencecik bir öğretmen olup, özgürlüğün ve eşitliğin nimetlerinden faydalanmayı isterdim.” diye hayıflanan Çaman ile yaşananlar hakkında ne düşündüğünü konuştuk. Atatürkçü bir babanın siyasetten anlamayan kızıydımSüreç nasıl başladı?Yaşadıklarım 2001 yılında mahkeme süreciyle başlamış gibi gözükse de 1986’da üniversiteye girdiğim yılda oluşmaya başladı. 19 yaşında, üniversite öğrencisi, Antalya’dan gelmiş, siyaset ve politikadan hiç anlamayan, Atatürkçü bir babanın kızıydım. Başörtülü sınıf arkadaşlarımın gördüğü ayrımcılık beni etkilemişti. Fikren onların durumunu tasvip etmesem de derslere alınmayışları, okul bahçesine bile girememeleri, sınava girmiş olsalar da kâğıtlarının iptal edilmesi ayrıca öğretmenlerle bazı öğrenciler tarafından tacize uğramaları onların saflarında yer almama sebep oldu. Zamanla Kur’an-ı Kerim’i okuyup bir Müslüman olarak nasıl duruş sergilemem gerektiğini öğrendim. Bendeki bu dönüşüm ailemin de değişimine sebep oldu. Evimize Kur’an-ı Kerim İslam’ı araştırıp öğrenmeye başladığım dönemden sonra girdi.Öğretmen oldunuz sonra...1991’de öğretmenliğe başladım. O yıllarda görev yaptığım Adilcevaz’da halk beni başörtülü öğretmen olarak bağrına bastı.Garnizon’daki okula neden atandınız?1997 yılında Ankara’ya atandım. Müdür yardımcısı oldum, sonra da müdürlük sınavını kazandım. O yıllarda derin güçler tarafından markaja alındım. Daha sonra tüm kamuoyunun da bildiği gibi Bayrak Garnizonu’na kendi isteğimle müdür olarak atandım ama içeri alınmadım. Anaokul garnizonluğun bahçesindeydi ama Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıydı. Yıllarca da müdürsüz kalmış. İlk kadrolu sınav kazanan yeterli müdürü bendim. Okulu görmeyi bırakın, misafirhaneye bile alınmadım. Otoparkta günlerce bekletildim. Bir sürü kanunî olmayan belge istendi. Hakkımda suç duyurusunda bulunuldu.Sonra konu Danıştay’a geldi...Uzak bir ilçeye sürgün edildim. Okulda kadrom ve sınıfım yoktu. 6. İdare Mahkemesi beni göreve iade etmesine rağmen karar uygulanmadı. Mahkeme bu sefer esastan karar verdi ve müdürlüğe döndüm. Ardından dava Danıştay’a taşındı.Bu arada sivil polisler komşulara evime başörtülü kadınların gelip gelmediği, hangi gazeteleri okuduğum, kimlerle görüştüğüm gibi özel hayatımı taciz edici sorular soruyorlardı. Amaç insanların benden ürkmesi ve yalnızlaştırılmamdı. Telefonlarım dinleniyor, kendi sesimle bana mesaj bırakılıyordu. Bazen açıkça tehdit ediliyordum. Her gece ev telefonumu fişten çeker, cep telefonumu kapatırdım. Yatmadan önce ışıkları söndürmek ve karanlıkta sokağa bakıp evimi izleyen var mı yok mu diye kontrol etmek üzerinden yıllar geçse de, terk edemediğim bir alışkanlık haline dönüştü.Danıştay saldırısı olduğunda neler hissettiniz?İlk hissettiğim duygu korku değil, yaralıların hafif sıyrıklarla olayı atlatması ve kimsenin ölmemesi idi. Hâkimlerin hayatından endişe duydum ve çok üzüldüm. O zamanlarda babam beyin kanaması geçirmişti ve fizik tedavi için sedyeyle hastaneye götürüp getiriyorduk. Mustafa Yücel Özbilgin’i ekranda, sedye üzerinde görünce, bir an şok yaşadım, babama benzettim. Duygularım karmakarışıktı. Tek istediğim yaşaması idi. 17 Mayıs’ta saldırı gerçekleşti, 18 Mayıs’ta babamı kaybettim, 19 Mayıs’ta da rahmetli Özbilgin toprağa verildi.Artık daha zor bir döneme girmiştiniz.Saldırıdan sorumlu tutulacağımı sonradan fark ettim. Kimseyle bağlantım yoktu ve hukukî yönden hakkımı arıyordum. Bazı basın yayın organları ve gruplar tarafından hakkımda linç kampanyası başlatıldıktan sonra korkmaya başladım. Ev adresimden tutun görev yaptığım okul adresine kadar hakkımdaki tüm bilgiler gazetelerde yayınlanıyordu. Toplumu bölmek, kamplara ayırmak ve olayı daha da provoke etmek için vurulabilirdim de. Koruma istedim, verilmedi. Hakkımda aslı astarı olmayan yazılar yayınlandı, basına dağıtıldı. Bu, bana bir-iki yıl değil, 10 yıla yakın bir süre devam etti. Telefonlarım dinlendi. Hissettirerek ve fark ettirilerek takip edildim.Bakanlığın tavrı nasıldı?Milli Eğitim Bakanlığı’nda istifa ettiğim güne kadar, hep sıkıntı yaşadım. Ne soruşturmaların arkası kesildi ne de cezaların. Mahkemeyi kazanıp, göreve iade edildim. Sınavı kazandığım halde, Ankara İl Milli Eğitim Müdürü bana ‘Asker benim başımın tacı, ona rağmen seni atayamam’ dedi. Tanımsız görevime geri döndüm. 2011’de kitap yazdım, kendi çaba ve imkânlarımla bir yayınevine bastırdım ve ücretini peşin ödedim. Ancak bir süre sonra beni arayarak ‘hocam kitaplarınızı satamayacağız, Milli Eğitim’le çalışıyoruz. Kitabınızı yayınlamaya devam edersek, bizimle ticari ilişkilerini keseceklerini söylediler’ şeklinde açıklama yaptı. Bana baskı ve taciz uygulayanlar hiçbir şey yokmuş gibi gelip hatırımı sordu.Bunca yaşanandan sonra kamuda çalışanlara başörtüsü serbestliği getirildiğini öğrenince ne hissettiniz?Çok mutlu oldum ve “Şimdi gencecik bir öğretmen olup ülkemdeki bu özgürlükten yararlanmak isterdim” diye iç geçirdim. Başörtülü olmak cüzzamlı olmak gibi bir şeydi, bunları yaşadığım dönemde. O zamanlar başörtülü bir kadının kariyer yapması mümkün değildi. Şimdiyse kadının önündeki ölçü, yetenek ve yeterlilik. İsveç’e ilk geldiğimde havaalanında İsveçli başörtülü kadın polis görüp, gözlerime inanamamıştım. Sonra sınıf arkadaşlarımın içinde Somali, İran, Irak, Balkanlar, Afrika’dan gelen arkadaşlarım vardı. Başörtülü, çarşaflı, geleneksel Hint kıyafetli hatta romen olup onların geleneksel kıyafetleriyle derse gelen insanlar vardı.İsveç’te neler yapıyorsunuz? Çalışıyor musunuz?Şu anda öğretmenlik yapmıyorum. İşin aslı tam bir öğrenciyim. İsveççeyi ve İngilizceyi buradaki bir okulda öğrendim. Şu an ileri düzeyde İsveç edebiyatı ve toplum bilimi dersi alıyorum. Burada yabancı dilimi ilerletmek için bir anaokulunda dil pratiği yaptım. Çocukları çok sevdiğim için dünyanın neresinde olursa olsun onlardan uzakta olamam. Eğitimimi tamamlamama yaklaşık bir yıl kaldı. Sonrasında yabancıların öğrenci olduğu bir okulda İsveççe öğretmeni olmayı planlıyorum. Dünyaya bir kez daha gelsem yine öğretmen ya da öğrenci olmayı isterdim. En sıkıntı yaşadığım dönemde bile mesleğimden soğumadım. Beni ayakta tutan da bu idealimdi.İSVEÇ’TE YABANCILAR İÇİN ÖĞRETMENLİK YAPACAKAytaç Çaman, anaokulu öğretmeniydi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın müdürlük sınavını kazandığında Türkiye gündemine, hem de üzücü olaylarla, geleceğini aklından bile geçirmedi. Ancak, başörtüsü takması ve müdür olarak atandığı okulun özelliği, olacakların habercisiydi. Ankara’daki Bayrak Garnizonu Anaokulu’ydu burası. Garnizon, Genelkurmay Elektronik Sistem Komutanlığı’nın (GES) içindeydi. Ayrıca 28 Şubat süreci de işliyordu. Nizamiyeye kadar başörtülü gelip, buradan itibaren başını açmasına rağmen homurdanmalar bakanlık koridorlarında yankılandı. Ehliyetindeki başörtülü fotoğraf, ayrı bir rahatsızlıktı. Çok geçmedi, görevden alındı. 2001 yılında başlattığı hukuk mücadelesi Danıştay’ın ‘sokakta başörtüsü takılmasını da laikliğe aykırı bulan’ kararıyla yeni boyut kazandı. Danıştay, davayı 8 Şubat 2006’da ancak neticelendirirken, “Eğitim, bir şekilde okul dışında da süren bir olaydır. Öğretmenin okul dışında başını örtmesi öğrencileri olumsuz yönde etkiler, öğrencilere kötü örnek olur.” gerekçesini ileri sürdü. Karar, ülke genelinde yoğun tartışmaları beraberinde getirdi. Burada kalsa iyiydi; 17 Mayıs 2006 tarihinde kanlı bir oyun sahnelendi. Kararı veren 2. Daire’ye düzenlenen silahlı baskında Daire Başkanı Yücel Özbilgin hayatını kaybederken diğer üyeler saldırıdan yaralı kurtuldu. Bu, Aytaç Çaman’ın ifadesiyle ‘tam bir yıkımdı’. Saldırgan Alparslan Arslan ‘başörtüsü kararına tepki olarak saldırıyı gerçekleştirdiğini’ ileri sürdü. Sonradan işin ‘kaos’ planlarının bir parçası olduğu anlaşılacaktı ama kadın öğretmen yine Türkiye gündemine oturtulacak ve suçlanacaktı. Alparslan Arslan ve beraberindekiler, Ergenekon örgütü bağlantıları çözülünce yargılandıkları davada ağır hapis cezalarına çarptırılsalar da, dosyanın bu aşamaya gelmesine kadar geçen süre oldukça sancılıydı.Çaman, bundan sonra da değişik okullarda göreve devam etti. Müdürlük sınavlarına girip yeniden bu hakkı kazandı. Bu arada, Danıştay’ın o tartışmalı kararına itiraz davası açmıştı. Ancak, aradan geçen yedi yıla rağmen bir karar çıkmadı. Yani, Türkiye’yi sarsan o kararla ilgili süreç hâlâ kesin neticeye kavuşturulmamış, Danıştay’da bekliyordu. Çaman, gelinen noktada öğretmenliği bırakma kararı alarak ailesinin bulunduğu İsveç’e yerleşti. Şimdilerde bir çocuk annesi Çaman, İngilizce ve İsveççe öğreniyor, yabancıların eğitim gördüğü bir enstitüde öğretmenlik yapmak için hazırlanıyor.
↧