Futbol özünde bir oyun ve eğlence. Ancak bu güzel oyunun asıl işlevi çoktan unutulmuş gibi.O artık etrafında milyarlarca doların döndüğü dev bir endüstri. Güzel oyun kavramı çoktan gündemden düştü. Şimdi kazanmak uğruna verilen bir ölüm-kalım savaşı var. Biz bu savaşta kaybedenler safında yer alıyoruz. Üstelik yapılan olağanüstü yatırımlara ve harcanan akıl almaz paralara karşın uluslararası alanda sözü edilmeye değer başarılarımız çok az. Buna karşılık sanki sürekli büyük başarılar kazanıyormuşuz gibi önem veriliyor bu işe. Bu illüzyonun nasıl oluşturulduğunu anlamak zor değil. Medyada bu işi üstlenmiş ‘masalcı dedeler’ çok. Hep anlatıyorlar. Siz de dinlemekle yetinmiyor katılıyorsunuz da bunlara...Elbette ki Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazanması, Milli Takım’ın 2002 Dünya Kupası üçüncülüğü ve aynı başarının 2008 Avrupa Şampiyonası’nda tekrarlanmış olmasını görmezden gelemeyiz. Ancak yapılan yatırım ve harcanan olağanüstü paraların yanında bunlarla avunabilmek pek kolay değil. Dünya Kupası’na 48 yıl aradan sonra katılabilmemiz ve bu gidişle bir o kadar daha beklemek zorunda kalacak gibi görünmemiz, Polonya (1968) ve İngiltere karşısındaki 8-0’lık yenilgiler (1984 ve 1987), dünyanın en zayıf takımlarından San Marino’nun ilk golünü bize atması ve ilk puanını da bizden almış olması gibisinden skandallar bizim futbolumuzun olağan işleri arasında sayılabilir.Lüksemburg’a bile yenilmiş olmamız (1972, 2-0) elbette ki hatırlamak istemeyeceğimiz türden rezaletlerden biri ama bunlar o kadar çok ki. Üstelik o kadar uzaklarda kalmış filan da değil, çok yakın tarihte Azerbaycan’a da kaybetmedik mi? 500’ü aşkın resmi ve özel milli maçtan zafer olarak sayabileceklerimizin sayısı kesinlikle iki elin parmaklarından daha fazla değil. 1951’de Almanya’yı, 1958’de Hollanda’yı özel maçlarda da olsa deplasmanda yenmemiz şimdi hayal gibi geliyor insana. Zaten onları bir kez daha yenebilmek için yarım asır beklemek zorunda kaldık.Bizden çok daha düşük yatırımlarla önemli başarılar kazanan ülkeler hiç az değil. Örneğin, Çek Cumhuriyeti ve hatta Balkan ülkeleri. 7’ye bölünmüş Yugoslavya’nın en zayıfı gibi görünen Slovenya bile ilk milli maçta bizi yendi. Hırvatistan önemli bir futbol ülkesi. 2008’de penaltılarla geçip yarı finale çıkmıştık ama 2012’de bizi fena dağıttılar! Sırbistan hatta Karadağ da öyle. Bosna Hersek çoktan bizi geçti. Romanya ve Bulgaristan’ın dönem dönem önemli başarıları var. Yunanistan Avrupa şampiyonluğu kazandı. Dünya sıralamasında bizim rüyada görebileceğimiz bir noktada küçük komşumuz...Rus takımlarının yükselişini paraya bağlayabilirsiniz ama onların bizden çok daha sağlam ve güçlü bir futbol geleneğinin bulunduğunu nasıl inkar edebilirsiniz? Ukrayna da müthiş bir sıçramayı gerçekleştirip çoktan önümüze geçti. Polonya Milli Takımı çoğu zaman bizi dağıttı, kulüp takımları bazında da onlara karşı önemli bir başarımız olmadı.Beşiktaş’ın vukuatı çok!Kulüp takımlarımız transfere ve futbolla ilgili öteki konulara inanılmaz paralar harcıyor ama Galatasaray’ın UEFA Kupası dışında elde avuçta hiçbirşey yok. Avrupa kupaları 1956’dan bu yana oynanıyor, Fenerbahçe ilk kez geçen sezon UEFA Avrupa Ligi’nde çeyrek ve yarı finali peşpeşe gördü. Yıllarca kendisinden çok daha zayıf takımlara elendi. En büyük fiyasko Sigma Olomouc gibi kimsenin adını bile bilmediği bir takımdan 7 gol yemeleri oldu. O hafta sonunda Ali Sami Yen’de Galatasaray’ı 1-0 yenmeleri bu rezaleti unutturdu. Aynı 7 gollük facia Benfica karşısında da yaşandı.Bu konunun asıl uzmanı Beşiktaş oldu. Karakartal öylesine inanılmaz biçimlerde kayıplara uğradı ki akıllara zarar! Norveç’in Valerenga’sı gibi yine adı bilinmeyen bir rakip karşısında ilk maçı 1-0 kaybettikten sonra İstanbul’daki rövanşın ilk yarısını 3-0 önde bitiren Karakartal tur atlamış gibiydi. Ancak maçın sonucu 3-3’tü. Ertesi gün idmana gelen bir taraftar baba, Şifo Mehmet’le ağlayarak şöyle konuşuyordu: “3-0 olunca ertesi gün okula gidecek olan oğlumu, ‘Bu iş tamam oğlum, boşuna uykundan olma’ diye yatırdım. Şimdi ben ona ne söyleyeceğim?”Tabii ondan önce 1970’lerin ortasında Romanya’nın S.Roşu takımı karşısında İstanbul’daki 2-0’lık üstünlüğün ardından deplasmanda son 3 dakikada 3 gol yiyip elenmek, bu inanılması zor fiyaskolar içinde ilk sıraya yazılacak niteliktedir... Malmö karşısında deplasmanda Recep’in kendi kalesine attığı golle 3-2 kaybedilen maçın rövanşında da 2-0 öne geçtikten sonra 2 gol yiyip elenmek bu listeye yazılabilecek olaylar arasındadır. 8-0 kaybedilen Liverpool maçı gibi yakın tarihin yıkıcı sonuçları da kolay unutulacak gibi değildir.Siyah Beyazlı takımın 1958’den bu yana katıldığı Avrupa kupalarındaki en büyük başarısı UEFA Kupası’ndaki çeyrek finali olmuştur. Kuşkusuz deplasmanda Chelsea’yi 2-0 yenmiş olmak, İstanbul’da Barcelona karşısındaki 3-0’lık, Liverpool önünde 2-1’lik galibiyetler yabana atılmayacak sonuçlardır ama bunlar Beşiktaş’ı hiçbir yere götürmemiş, tek maçlık avunmalar olarak kalmıştır.Fenerbahçe’nin kupalardaki en büyük başarısı geçen sezonki yarı finaldir. Onun öncesinde 2007-08’de Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finali de bunun yanına yazabiliriz. Fakat bir başka başarı bulabilmek için taa 1968’e kadar gidip Manchester City’i elemiş olmasını söyleyebiliriz. 40 yıl kendi sahasında yenilmemiş M.United’ı yenmek de olaydır ama bir sonuç çıkmamıştır bu tek maçlık zaferlerden...Arsenal’i eleyebilse 45 yıl sonra böyle bir iş başarılacaktıYine bu tek maçlık önemli galibiyetlerin büyük olay gibi gösterildiği bir temsilcimiz de Trabzonspor olmuştur. Elbette ki Bordo Mavililerin Liverpool, Barcelona, İnter gibi devleri yenmiş olması önemlidir ama sonrasını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Kuşkusuz O.Lyon ve Aston Villa gibi rakipleri elemiş olmak da büyük başarıdır. Peki ya adı sanı bilinmeyen rakiplere elenmek! Anorthosis ve Videoton gibi asla dengi olmayan takımlara kaybetmek!Galatasaray Avrupa kupalarındaki en başarılı takımımız. Yaptığı işler ve buna bağlı olarak artan toplam maç sayısı (247) bunu gösteriyor. Öteki takımlarımız arasında henüz 200’e gelebilen yok, Fenerbahçe 190’larda, Beşiktaş 160’larda... Başka alanlarda aralarında kılpayı farklar varken burada ara epeyce açılmış.Ezeli rakipleri gibi Sarı Kırmızılılar da Avrupa kupalarında bir Tromsö faciası yaşadı. Norveç’in bu zayıf ekibi karşısında orada balçık tarlası halindeki sahada 1-0 yenilip burada da maçın başında gelen bir ofsayt golle yıkıldı. Fakat kabul etmek gerekir ki bu nazarlık olarak kaldı, başka büyük bir fiyasko olmadı. Tam tersine Cim Bom’un 1993-94’te M.United’i kupa dışında bırakmasından sonra Şampiyonlar Ligi’nin formatı değiştirildi!Ancak bunlarla avunabilmek mümkün değil çünkü başkaları önemli işler yapıyor. İşte 10 yıl önce kimsenin adını bile bilmediği Shakhtar Donetsk’in neler yapabildiğini görüyoruz. Bate Borisov, Victoria Plzen kimi o türden çok dar bütçeli takımlar bile zaman zaman önemli sıçramalar gerçekleştirebiliyor. Bizse birbirimize masal anlatıp duruyoruz. Örneğin, Fenerbahçe’nin Arsenal karşısında en küçük bir şansı bile yokken yorumcular ne yapıp yapıp Sarı Lacivertli takıma tur atlattı! Sonuç? İki maçta yenen 5 gol. Eeee? Yıllardır hep bu masalı dinliyoruz: O kadar gözümüzde büyütmemek gerek, onlar da 11 kişi, biz de. Şunu bunu yaparsak eleriz, bilmem ne... İyi de o dediğinizi 50 yılı aşkın süredir o kadar az yapabilmişiz ki...Bu masallar yüzünden, gerçekten ne yapmamız gerektiğini konuşmaya imkan kalmıyor. Milli Takım ve kulüp takımlarımız ileriye doğru sağlam adımlar atamıyor, kalıcı nitelikte işler yapılamıyor. Çünkü kimse böyle zahmetli işlere kulak asmıyor, herkes günlük başarı peşinde. Bu işin temeli olan özkaynak düzeni sadece lafta kalıyor. Futbol Federasyonu hiç tartışmasız tarihin en kötü yönetimi! Avrupa’da ve dünyada şikeci olarak damgalandığımız dönemde tam siper olmayı marifet sanıyor. Terim onlara şu son 4 maçı kazandıracak da onlar da paçayı kurtacak! Böyle bir yönetim perişanlığıyla varacağımız yer elbette ki burası olacak... a.cakir@zaman.com.tr
↧