6-7 Eylül olayları, yakın tarihimizin trajik sahnelerinin yaşandığı karanlık günler. Menderes Hükümeti'nin tertibi olduğu söylenen mezkûr hadise, derin devletin ilk kontgerilla denemesi. Yassıada Mahkemeleri’nde bomba eyleminde adı geçenler beraat ederken, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu ceza almıştı.1955 senesinde gerçekleşen 6-7 Eylül olayları, Cumhuriyet tarihinin en karanlık sayfalarından. İstanbul’da yaşayan başta Rumlar olmak üzere azınlıklara karşı yürütülen bu linç, Demokrat Parti zamanında vukua geldiği için Başvekil Adnan Menderes ve arkadaşları mezkûr tertipten dolayı suçlandı. İstanbul’daki olayları ateşleyen fitil ise Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığı iddiasıydı. Bu sebeple dönemin Selanik Başkonsolosu Mehmet Ali Balin, mahkemece suçlu bulunup yargılanmıştı. Yassıada Mahkemeleri’nde 6-7 Eylül olaylarının DP hükümetince çıkarıldığı suçlaması yapıldı. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Fuad Köprülü, İstanbul Valisi Kerim Gökay, İstanbul Emniyet Müdürü Alaaddin Eriş, İzmir Valisi Kemal Hadımlı, Selanik Başkonsolosu Mehmet Ali Balin ve diğerleri Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanması ve Rum evlerinin mallarının yağmalanması organizasyonuyla suçlandı. Bu davadan diğer isimler beraat ederken Menderes ve Zorlu’ya ceza verildi. Peki, işin aslı, hâkimlerin ve dönemin medyasında kaleme alınan yazıların dediği gibi miydi? Tarihçi Ahmet Yaşar Akkaya, sürecin başlangıcıyla ilgili olarak, “Kıbrıs politikasının iç siyasetteki yansımaları etkili olacaktır. Özellikle adadaki gelişmeler ve bunun arkasında Yunan hükümeti ile Türkiye’deki patrikhanenin olduğu görüşü, Rum azınlık vatandaşlarımız üzerinde bir baskı ortamının oluşmasına ortam hazırlayacaktır.” ifadelerini kullanıyor.Basın derin devlete hizmet ediyorduTarihçi Akkaya, bu süreçte gayr-i nizami harp tekniklerinin ustaca kullanılacağı ortamın oluşturulduğuna dikkat çekiyor: “Önce basın kullanılarak 1955’in Ağustos ayından itibaren aşırı milliyetçi bir havayla gergin ortam oluşturuldu, mitinglerle sert dozajlı mesajlar verildi. Sonra adadaki Rumların eylemleri üzerinden Türkiye’deki Rum vatandaşlarımız ve patrikhane üzerinden kamuoyunda ‘Rum karşıtı’ bir propaganda oluşturuldu.” Ona göre derin güçler o kadar profesyonel çalıştılar ki, 6-7 Eylül olaylarından önce azınlıkların yoğun olarak yaşadığı semtlerdeki muhtarlıklardan ev ve işyerlerinin listeleri alınmış, olası gösterilerde kargaşa çıkararak tahribat yapacak grupları kamyonlarla olay yerine hızlıca taşımışlar. Nitekim dönemin Özel Harp Dairesi subayı Sabri Yirmibeşoğlu, bir dergiye yaptığı açıklamada, “6-7 Eylül bir Özel Harp Dairesi işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi, amaca da ulaştı.” diyor.Ata’nın evinin bombalanması asparagası!Ülkedeki atmosfer öyle hale getirilmişti ki bir kıvılcım memleketi ateşe vermeye yetecekti. Nitekim bu ateş de Selanik’te Ata’nın evinin Rumlarca bombalandığı haberiydi. Uzun zamandır Kıbrıs gerginliğiyle çatışma ortamına itilen Türk kamuoyu için bu haber gerçekten bomba etkisi oluşturur ve kontgerilla devreye girer. 6-7 Eylül’de başta İstanbul olmak üzere Ankara ve İzmir’de Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıklara ait ev, işyeri, okul, kilise gibi kurumlar tahrip ve yağma edilir. Tarihçi Akkaya, “Menderes iktidarı, olaylar karşısında doğal olarak şaşkındı.” diyor ve şöyle devam ediyor: “Hemen sıkıyönetim ilan etti. TBMM toplantıya çağrıldı, olaylar uzun uzun konuşuldu. Kıbrıs konusunda Menderes iktidarına her türlü desteği veren muhalefet partileri, başta İnönü olmak üzere iktidarı, 6-7 Eylül olaylarını tertip etmekle suçlayacaklardı. Fakat meclisteki oturumlarda söz alan azınlık milletvekillerinden Zakar Tarver ve Aleksandros Hacopulos, DP iktidarının bir tertip içinde olduğunu söylemeyecekler, tam aksine Bayar ve Menderes’e gayretlerinden dolayı teşekkür edeceklerdir.”‘Yunanlılar suçu kabul etmem için beni dövdü’Tarihçi Akkaya’nın ulaştığı belgelerde, bomba olayının faillerinin savunmalarında bilinenlerin tam aksi görüşler öne sürülüyor. Güçlü savunmalarla Başsavcı Altay Egesel’in iddiaları yersiz kalıyor. İşte savunmalardan pasajlar:Selanik Başkonsolosu Mehmet Ali Balin’in Avukatı Atalay Peköz’ün 12 Aralık 1960 tarihli müdafaanamesinden:‘Bu bombaların Tekinalp’e verildiğine dair makbuzlar nerededir?’“…müvekkilim Balin’in canibinden vukuuna dair gerek kararnamede ve gerekse savcının esas hakkındaki iddianamesinde dermeyan edilmiş tek delil, kesinleştiği beyan olunan ve Hasan Uçar ile Oktay Engin’in mahkûmiyetlerine müteallik bulunan Yunan Ceza Mahkemesi ilamıdır. Bunun dışında ne kararname ve ne de savcı, müvekkilime isnat edilen fiiller hakkında bir tek delil dermeyan edebilmiş ve getirebilmiş değildir… Bombaları konsolos muavini Mehmet Tekinalp’e veren ya ordu ya da millî emniyettir. Ordu depolarından vida dahi makbuzsuz verilmez. Bu bombaların Tekinalp’e verildiğine dair makbuzlar nerededir? Makbuz olsa dahi fiilen temsil eden şahıs nerededir? Tekinalp, askerî depolara veyahut millî emniyetin binalarına gizlice girmek sureti ile bu bombaları çalmış ise söyleyeceğimiz yok. Üstelik konsolos Tekinalp’in diplomatik masuniyeti bulunmaması itibariyle Yunan ve Türk gümrüklerinden geçerken aramaya tabidir. Ayrıca Yunan ilamı, bu bombaların Tekinalp tarafından getirildiği hususunda katiyen bir delil ihtiva etmemektedir. İddia makamı, müvekkilim Mehmet Ali Balin’e ve muavin Mehmet Ali Tekinalp’e mezkûr bombayı patlatma anı hakkında emir verildiği keyfiyetidir. Bu emir ne zaman, kime, nerede, ne vasıta ile ve kim tarafından verilmiştir? Bütün bu hususlar hakkında tek bir açıklama yapılmadan ve delil dermeyan edilmeden insanların haysiyet, şeref ve hayatları ile nasıl oynanır?”‘Bomba emri için telgraf nereden çekildi?’“…bir iddia da, 6-7 Eylül’e takaddüm eden günlerde bombanın patlatılması için müvekkilimin telgraf çekmiş bulunduğudur. Bir kere bu telgraf nereden çekilmiştir? Hariciye Vekâleti’nden, PTT kayıtlarından, Selanik Başkonsolosluğu’ndan ve bunlara mümasil resmi mercilerden bahis olunan telgrafın bir suretinin bulunmadığıdır. Esasen mevcut olmayan bir şeyin bulunması mümkün olabilir mi? Böyle bir telgrafın mevcudiyeti bir Yunan uydurması, iftirasıdır… Yüksek Soruşturma Kurulu kararındaki beyan aynen (patlama tarihinin ve talimatının üzerine Türkiye’de bulunan Başkonsolos Mehmet Ali Balin tarafından Selanik’e ulaştırıldığı) der. Görülüyor ki, kararnamede telgraf mı çekilmiş, telefon mu edilmiş, mektup mu yazılmış, kurye mi gönderilmiş hiç, hiçbir kayıt yok. Ve keza bu ulaştırmanın Balin tarafından yapıldığına dair tek delil yok. Böylece yuvarlak bir cümle ile bu işin içinden çıkılıvermiş.” Selanik Başkonsolosu kavası (koruma görevlisi) Hasan Uçar da, 19 Aralık 1960 tarihli kendi el yazısı ile yazdığı savunmasında şunları anlatır:‘Bana birçok Rumca mektup yazdırdılar’“…hadiselerden 12 gün sonra beni tevkif ettiler. Birkaç gün sonra da Oktay Engin’i, güya bombayı biz atmışız. Ellerinden geldiği kadar çalıştılar delil yaratmak için. Beni bir bodrumdan bir bodruma sokup dövüyorlardı ve suçu kabul etmem için zorluyorlardı. “Son saatlerini yaşıyorsun. Eğer bizim söylediklerimizi yapmazsan seni öldüreceğiz.” diyorlardı. Benim suçsuz olduğumu kendileri de biliyorlardı. Bana iğne yaptılar, kendimi bilmez hale getirilmiştim, ne derlerse onu yapıyordum. Türk sefaretinin avukatı benimle görüşmek için iki defa hapishaneye gelmişti. Her iki defasında da avukatı kovmuştum. Çünkü beni korkutmuşlardı ve kabul etmememi söylemişlerdi. Seni avukat çıkaramaz, seni biz çıkaracağız diyorlardı… Bana birçok Rumca mektup yazdırdılar. Bütün mektupları bana zorla ve silah tehdidi ile yazdırıp imzalatmışlardı. Yunanlılar beni değil bütün Türk milletini ve Türk milletini ve Türkiye’mizi lekelemek için çalışmışlardır…” s.altintas@zaman.com.tr
↧