Son yıllarda Kudüs’e turist götüren acente sayısında artış var. Rakamlar artmış artmasına da bu topraklara turist gözüyle bakmak hâlâ pek mümkün değil. ‘Çiçekli böcekli’ seyahat yazısı yazmak ise imkânsız. Az sonra okuyacaklarınız da Kudüs hakkında ‘gezi yazısı’ yazmaya girişen bir kişinin, dönüp dolaşıp yine sıkıntılardan bahsettiği izlenimleri olacak. Çünkü, Kudüs hâlâ yalnız ve acı var bu topraklarda. Tam da bu yüzden yolumuzu daha sık düşürmek, boynumuzun borcu.Bugün artık kördüğüme dönüşen İsrail-Filistin sorununu bu noktaya getiren olaylar yaşanmasaydı şimdilerde nasıl bir tabloyla karşılaşacağımızı tam olarak bilemeyebilirdik. Ancak ‘nasıl bir tabloyla karşılaşmayacağımız’ hakkında pekala fikir yürütebiliriz.Misal, öyle ya da böyle bugün dünyanın ‘güvenliğe en fazla önem atfeden’ ülkesi konumundaki İsrail’e girebilmek için türlü türlü güvenlik kontrollerinden geçmek zorunda kalmayabilir, çıkışta ‘bavulunuzda bomba ya da herhangi bir patlayıcı madde var mı’ şeklinde dünyanın en absürt sorularından birine muhatap olmayabilirdik.Böylece, şimdilerde savaş, çatışma, mahrumiyet gibi hep olumsuz hasletlerle anılan ve bu yüzden tarihi, uhrevi ve doğal güzellikleri gölgede kalan topraklara daha sık ve gönül rahatlığıyla gidebilirdik. Yine Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal şehir olan Kudüs sokaklarında çok daha fazla Müslüman ziyaretçiye rastlayabilirdik. Aynı zamanda, bu toprakların Müslümanları ilgilendiren kısmının Kudüs ve Mescid-i Aksa’dan ibaret olmadığını daha geniş çevrelere yayabilir, çoktandır İsrail olarak adlandırılan topraklarda bir zamanlar hüküm süren Osmanlı’dan miras çok sayıda eseri görmek için bu kadar beklemek zorunda kalmayabilirdik.Hasıl-ı kelam, bu topraklar çok yalnız. Uğruna savaşların yaşandığı, yüzyıllardır paylaşılamayan bir yerden bahsediyor olmamız aldatmasın sizleri. Ömrü çilelerle dolu bir ihtiyarın geçmişini hatırlatmayacaklara hasret çektiği türden bir yalnızlık bahsettiğimiz. Savaşın izlerinin derin çizgiler oluşturduğu yaşlı ve yorgun çehresini tebessüm ettirecek misafirler bekliyor.Bizler de bu düşüncelerle yola çıkmadık elbet. Bunlar, dönüş yolunda zihnimize eşlik edenler. Giderkenki maksadımız adları çocukluğumuzdan beri haber bültenlerinden kulağımıza çalınan ve sürekli ‘savaş, çatışma, güvenlik, işgal, saldırı’ gibi kelimelerle aynı cümle içinde kullanılan şehirlere karşı duyduğumuz tarifi pek de mümkün olmayan, vicdan azabıyla karışık bir hisse cevap aramaktı.İsrail vizesi almak zor mu?İsrail’in vize politikası gözümüzü korkuttuğundan tur şirketlerinden birine başvuruyoruz. Pasaportumuzu bile vermeye gerek kalmadan tahmin edemeyeceğimiz kadar kolay bir şekilde aldığımız vizeyle yola koyuluyoruz. Aklına Kudüs fikri düşenlerin en çok merak ettiği sorulardan biri olan ‘Pasaportumuza vize basılacak mı’nın cevabı ‘hayır.’ Grup vizesi pasaporta basılmadığı gibi İsrailli memurlar da giriş ve çıkışlarda pasaportunuza herhangi bir damga basmıyor. Böylece ‘İsrail’e girdim diye falanca ülkeye gidemeyeceğim’ endişesi giderilmiş oluyor. Tur şirketinin seyahatimize verdiği isim ‘Kudüs gezisi’ ancak programda sadece Kudüs yok. Bu topraklara ilişkin kafa karışıklığı daha burada başlıyor.İsrail demeye gönül razı değil, Filistin desek olmuyor. Bu sebepten olsa gerek buralara gezi düzenleyen şirketler, programlarında İsrail ve Filistin şehirleri de olmasına rağmen genel olarak Kudüs seyahati diyorlar. Kudüs’ün Müslümanların yaşadığı doğu kısmı, eski şehir ve Mescid-i Aksa’yı barındırması bakımından seyahatin kalbi konumunda. Türkiye’den giden şirketler de doğal olarak burayı tercih ediyor.Oteller Mescid-i Aksa’ya yakın olduğundan tur programlarında isteyenler için Müslümanların ilk Kâbe’si olan ve Harem-i Şerif olarak da adlandırılan bu kutlu mekanda gezi süresi boyunca sabah namazı kılma imkânı sunuluyor. Gün doğmadan yola çıkıp, gündüzleri kalabalığı yara yara geçtiğimiz, geceleyin ise derin bir sessizliğe bürünen dar sokaklardan ilerleyerek Mescid-i Aksa’ya girmek, seyahatin ağızda en hoş tadı bırakan kısmı. Ancak Filistinliler bu konuda bizler kadar şanslı değil. Mescid-i Aksa’ya açılan sekiz kapının her birinde İsrail askerleri bekliyor. Turist ve Müslüman olmak, içeri girişimizi kolay kılıyor. Girişlerde kritik soru ‘nerelisiniz?’ Filistinli diye tabir edeceğimiz homojen bir topluluk olmaması, kimliğe dair kafa karıştırıcı ayrıntıları beraberinde getiriyor. Bu toprakların sakinleri, ‘Kudüs’te yaşayan Filistinliler’, ‘Batı Şeria’da yaşayıp yeşil ve turuncu kimlik sahibi olan Filistinliler’ ‘İsrail’de yaşayan ve İsrail pasaportuna sahip Araplar’ ve nihayetinde Gazze’de yaşayan Filistinliler olarak ayrılmış durumda. Son gruptakilerin Kudüs’e ve dolayısıyla Mescid-i Aksa’ya girişi zaten yasak. Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler içinse Kudüs’e girebilmenin yolu turuncu renkli kimlik taşımaktan geçiyor. Yani herhangi bir suça bulaşmamış kişilere verilen kimlik. Sakıncalı olan yeşil kimliği taşımanıza yol açan ‘suç’un tanımı ise oldukça geniş. İsrail askerine taş atmak da bu tanıma girdiğinden suça bulaşmamış erkeğe rastlamak kolay değil. Bu durumu, Mescid-i Aksa’daki çoğunluğu kadınların oluşturmasından da anlamak mümkün.Türkleri hemen tanıyorlarŞehirde dolaşırken sık sık soru cevap karışımı bir ifadeyle yöneltilen ‘Türkish?’ ifadesi çalınıyor kulağımıza. Soruya soruyla cevap vererek ‘Nasıl oluyor da hemen anlıyorsunuz Türk olduğumuzu?’ diyoruz. Karşılığında aldığımız cevap Türklerin son yıllarda artan ziyaretleri ama en çok da kadınların başörtülerini bağlama biçimi oluyor. Ortadoğu’yu saran Türk dizileri rüzgârının burada da estiğini söylemeye gerek yok tabii. Türk olup olmadığımızı İsrailli askerlerin de sormasına şaşırmıyoruz ama ‘selamın aleyküm’ diyen üniformalı görmek şaşırtıyor. Şehri birlikte dolaştığımız Arap arkadaşımız Zeynep, İsrailli askerler arasında Dürzilerin de olabileceğini söyleyerek konuya açıklık getiriyor.Türkiye’den turist götüren seyahat firmalarının programı aşağı yukarı aynı. Mescid-i Aksa, eski şehir ve şehri tepeden seyretme imkânı sunan Zeytin Dağı başta olmak üzere Kudüs turu, gezinin üçte ikisini oluşturuyor. Ağlama duvarı ve Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inanılan ‘Kıyamet Kilisesi’ gezinin rutin duraklarından. Kalan kısmı ise Hz. İsa’nın doğduğu evin bulunduğu ve bugün Batı Şeria’da olan Beytüllahim, Hz. İbrahim’in kabrinin bulunduğu El Halil kenti ile Lut Gölü olarak bilinen bölgeyi oluşturuyor. Çok sayıda Osmanlı eserinin bulunduğu Hayfa ve Tel Aviv ise ‘geçerken şöyle bir uğranan’ şehirlerden. Halbuki Kudüs’e bir saat mesafede bulunan şehirler Osmanlı’dan miras birçok eser barındırması bakımından ‘daha geniş vakitler’ ayırmayı fazlasıyla hak ediyor. Kudüs’e iki saat mesafedeki Akka şehri de bu tanımlamaya giren yerlerden. İsrail’in kuzeyinde bulunan ve Napolyon’u, ilk bozgununu yaşadığı liman kenti Akka, ünlü Osmanlı veziri Cezzar Ahmet Paşa ile birlikte anılıyor. Napolyon’un “Akka’da durdurulmasaydım, bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim!..” sözü ile tarihe geçen şehirde Cezzar Ahmet Paşa tarafından yaptırılan ve bu adla anılan bir cami ve yine Osmanlı’dan kalma hanlar, çarşılar ve tarihi yapılar Türkleri evinde hissettiriyor.Tekrar Kudüs’e dönelim. Kentin en canlı yeri çarşısı. Canlı dediğimize bakmayın. Turizmin istediğinde yeterince kıyıcı olabilen çarkı, henüz tam olarak ulaşmamış buralara. Diğer Arap ülkeleriyle kıyaslandığında esnaf sakin ve sabırlı. Kesinlikle ısrar etmiyor. Mescid-i Aksa hediyelik eşyalarda da başrolde. Hz. Muhammed (SAV)’in Miraç’a yükseldiği kaya üzerine inşa edilen ve El Aksa Camii ile karıştırılan Kubettüs Sahra’nın sarı kubbeli figürleri anahtarlık ve magnetlerin üzerini süslüyor. Üstünde Kudüs’ün sembollerinin ve Filistin davasını resmeden tasarımların basıldığı tişörtlerden almak üzere dükkanlardan birine giriyoruz. Tişörtün üzerine işlenecek tasarımı seçtiğimiz sırada Zeynep’in suratı bozuluyor ve ‘başka yerden alırız’ diyerek çıkmamızı istiyor dükkandan. Dediğini yapıyoruz. Zeynep’i kızdıran şeyin dükkan sahibinin tişörtlere aynı zamanda İsrail’e ait sembolleri hatta Mossad’ın logosunu da basması olduğunu öğreniyoruz. Bu konuda hassas davranan bir başka esnaf bulmak çok zaman almıyor. Alışverişle daha fazla vakit kaybetmek istemiyoruz. Adresimiz belli.Mescid-i Aksa insanın dönüp dolaşıp geri geldiği yuvası gibi. Namaz kılmak için, avlusunda bir gölge bulup soluklanmaya, bazen sadece görkemli yapısını seyretmeye, kimi zaman da ‘hiçbir şey yapmamak’ üzere gezi boyunca kaçıp kaçıp buraya geliyoruz. Bu kez bahanemiz cuma namazı.Muallak Taşı, Hz. Muhammed (SAV)’in miraca yükselirken üzerinde durduğu kaya olarak biliniyor.Cuma günleri Kubbet-üs Sahra kadınlar için ayrılıyor. Uzun yola çıkacaklar, öğle namazını ikindiyle cem ediyor. Cem edenlerin sayısının oldukça yüksek olmasından kısıtlamalara rağmen çok sayıda kişinin Kudüs dışından da Mescid-i Aksa’nın yolunu tuttuğunu anlamış oluyoruz.Cuma namazı sonrası İsrail ProtestosuCuma namazının bitmesiyle dışarıda bir hareketlilik başlıyor. Hemen her cuma namazı sonrası Filistinli gençler Harem-i Şerif’te İsrail karşıtı gösteri yapıyor. Gösteri sırasında camide kalmamızı tembihleyen tur rehberini tabii ki dinlemiyoruz. Bu cuma, diğerlerinden bir parça daha hareketli. Sebebi perşembeyi cumaya bağlayan gece yaşananlar. Gençler kendi aralarında önceki gece İsrail polisiyle yaşadıkları çatışmadan bahsediyor. 12 yaşındaki Yusuf’un, gözlerini açarak akıcı İngilizcesi ile bir önceki geceye dair söyledikleri dikkat çekici: “Çok heyecan vericiydi. İsrailli askerlerin kocaman silahları vardı. Biz ise sadece taş atıyorduk.” Yusuf’un dedikleri, bir gün önce ayaküstü sohbet ettiğimiz Arap kadınların bahsettiklerini aklımıza getiriyor: “Taş atmak bile suç sayılıyor buralarda. Bu yüzden İsrailli otoritelere göre suç işlememiş Filistinli erkek bulmak kolay değil.” Yusuf’un ‘suç işlemiş Filistinli’ kategorisine girmiş olması kafamızı karıştırıyor.Kudüs’ten ayrılmak hiç kolay olmuyor. Hemen hepimizin, aklının erdiği günden itibaren adını işgal kelimesiyle özdeşleştirdiği bu coğrafyayı ziyaret etmiş olmak, sorunsuz gündelik hayatımıza dönmekten mahcup ediyor bizi. Mutlu, huzurlu olmak ayıp gibi geliyor. Her gün polis kontrolü altında, ellerinde kalanı da bir gün kaybedecekleri korkusuyla yaşayan insanları düşünmek, dönerken ‘havaalanında yaşadığımız ve en fazla iki saat süren güvenlik kontrolünden’ şikayet etmeyi, ‘bize terörist muamelesi yaptılar’ demeyi anlamsız kılıyor. En iyisi susmak ve buralara bir daha, bir daha gelmek. Ah ü vah etmeden!
↧