“Hey Allah’ım hey, Türk’ün şu şehametine bak! Hangi millet, hangi ümmet Peygamberi’ne karşı böylesine bir hürmetle bağlılık göstermiştir? Benim Hicaz’a vazife ile gidişimden pek az sonra, o isyan akameti koptu. Ve bu kıyametle beraber Fahreddin Paşa da doğdu. Talihsizlikle Hicaz’da göremediğim bu ikinci Plevne kahramanını, yazık ki daha sonraları da, o kadar özlediğim halde bir kerecik gözlerinden öpemedim. Ve onun için yazmak istediklerim de nasıl oldu bilemiyorum, kafamdan ve ruhumdan bir türlü çıkıp kağıda dökülemedi.” (Mehmet Akif Ersoy, Yusuf Akçura’nın Cağaloğlu’ndaki evindeki bir sohbette)Birinci Dünya Savaşı yıllarında Medine’de kahramanlığa dönüşen savunmasıyla tanınan ‘Medine Müdafii’ Fahreddin Paşa [Türkkan] hakkında sayıları çok fazla olmasa da yayımlanmış kitap, makale ve akademik araştırmaların hiçbirinde fotoğrafçılığından söz edilmez.1918’de Medine’nin uçaktan görünüşü. Hazret-i Peygamber’in mezarının da bulunduğu Mescid-i Nebevi çevresinde kurulmuş olan Medine’de pek çok İslam şehri gibi surlarla çevrilidir. Surların hemen dışında, ortada görülen alan Menaha Meydanı’dır.20 yıl kadar önceydi sanırım; Fahreddin Paşa’nın kendisi gibi asker iki oğlu Selim ve Orhan Tükkan paşaları ziyaret ederek babaları hakkında birinci elden bilgiler almak istemiştim. Aile arşivindeki fotoğrafların çokluğu karşısında hayretimi dile getirmeye çalışırken duyduklarım beni daha da şaşırtmıştı; önümüze serdiğimiz yüzlerce fotoğrafın hemen hepsini kendisi çekmişti. Türk fotoğrafının meçhul öncülerinden birisi daha gün ışığına çıkıyordu/çıkmalıydı!Fahreddin Paşa, 4 Şubat 1868’de Tuna vilayetinin merkezi olan Rusçuk’ta doğar ve o sırada Tuna Valisi olan Midhat Paşa tarafından, Ömer Fahreddin adı verilir. Daha ilk mektep yıllarında, Tuna Vilayeti Posta ve Telgraf Müdürü olan babası Mehmed Nahid Bey’in yanında görevli Fransız mühendislerden matematik ve Fransızca dersleri alan Ömer Fahreddin, bu arada onlardan fotoğrafçılığı da öğrenir.Medine’de Tarik-ı Müstakim adıyla Kuba Mescidi’ne doğru yeni açılan yola ray döşeniyor.Birkaç yıl sonra, 93 Harbi olarak da adlandırılan Osmanlı-Rus Savaşı sırasında boşaltılan Rusçuk’tan İstanbul’a göç ettiklerinde Ömer Fahreddin, 9 yaşındadır. Harbiye’ye başladığı yıl, henüz 17 yaşında ilk fotoğraf makinesine de sahip olur. O yıllarda İstanbul ve çevresinin fotoğraflarını çekerken, bir taraftan da fotoğrafçılığını ilerletmek için, Pera’daki Febüs Fotoğrafhanesi’nin sahibi Bogos Tarkulyan’dan özel dersler alır.Harbiye’den kurmay yüzbaşı olarak mezuniyetinden sonra Erzincan, İstanbul, Tekirdağ, Edirne ve Musul’da çeşitli görevlerde bulunur. Her nereye gitse fotoğraf makinesi yanındadır. 1914’te Birinci Dünya Savaşı başladığı günlerde Musul’daki 12. Kolordu Kumandanlığı’na atanır. Kısa bir süre sonra ‘mirliva/tuğgeneral’ rütbesiyle Halep’te 4. Ordu Kumandan vekili olur. 23 Mayıs 1916’da Hicaz’daki olağanüstü gelişmeleri yerinde incelemek ve gerektiğinde duruma el koymak üzere, kendi seçtiği bir grup subayla birlikte Medine’ye hareket eder. Medine’ye gelişinden birkaç gün sonra, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in oğullarından Ali ve Faysal’ın, Medine karakollarına saldırılarıyla başlayan isyan üzerine Medine’de idareye el koyar. Ordu kumandanı sıfatıyla, Hicaz Kuvve-i Seferiyesi Kumandanlı’ğına atanır.1916, Medine Tren İstasyonu’nda hareket etmek üzere olan bir tren. Medine Tren İstasyonu, Hicaz Demiryolu’nun son durağıdır. Osmanlı’nın son dönemlerinde gerçekleşen en büyük projelerden biri olan Hicaz Demiryolu’nun Medine’den sonra Mekke ve Cidde’ye de uzatılması tasarlanmış ancak mümkün olamamıştır. Medine İstasyonu, 1 Eylül 1908’de faaliyete geçer ve 1918 yılı sonuna kadar çalışır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Hicaz Demiryolu gibi Medine İstasyonu da çürümeye terk edilir.2 buçuk yıl süren Medine müdafaası sırasında her türlü yoklukla mücadele eder; açlık karşısında askeriye birlikte çekirge kavurması yer; askerinin maneviyatını yüceltmek için gazete çıkarır; bayrak, sancak, vatan gibi konularda deneme ve şiir yarışmaları düzenler. Günümüzde adeta asker sözcüğünün yerini tutan ‘Mehmetçik’ deyimi de o günlerin hatırasıdır; ilk kez Harbiye Nezareti’ne gönderdiği bir yazıda askerlerinden söz ederken kullanır, ancak bundan dolayı uyarı alır. 14 Mayıs 1917’de Medine’deki durumun gittikçe zorlaşması, kuzeyden gerekli yardımın ulaşmaması üzerine, Hz. Peygamber’in kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebevi’deki kutsal emanetleri, Harem-i Şerif Şeyhi Ziver Bey’in gözetiminde özel bir trenle İstanbul’a gönderir. Topkapı Sarayı’nda korunan bu eserlerin büyük bölümü halen Hırka-i Saadet bölümünde sergilenmektedir. Almanya ve Osmanlı ittifakının hemen bütün cephelerde yenilgisi ile savaş sona erer ve 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalanır. Mütareke şartları gereği Hicaz Kuvve-i Seferiyesi’nin de teslim olması istenir, ancak Fahreddin Paşa, İngilizler ve İstanbul Hükümeti’nin ısrarlarına rağmen yenilgiyi kabullenmeye ve teslim olmaya yanaşmaz. İki aydan fazla süren görüşmeler sonunda, emri altındaki bazı subaylar tarafından etkisiz hale getirilerek, 13 Ocak 1919’da teslim olması sağlanır.28 Ocak 1919’da tutuklanarak Kahire’de Kasr-el Nil kışlasına götürülür. Bir süre sonra da harp suçlusu sıfatıyla Malta’ya götürülür. Bu sırada, işgal altındaki İstanbul’da da Nemrut Mustafa Paşa Askeri Mahkemesi’nce “padişahın emrine karşı gelerek teslim olmamakta direndiği için” ölüme mahkûm edilmiştir. Malta’da 2 yıl 33 gün süren sürgün hayatı 30 Nisan 1921’de sona erdikten sonra, Roma, Berlin, Moskova ve Batum güzergâhından gelerek Sarp (Maradit) sınır kapısından Anadolu’ya girer.Sakarya Savaşı’nın devam ettiği o günlerde Batı Cephesi karargahında olan Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek, Milli Mücadele’de görev almak ister. 27 Ekim 1921’de Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından, Afganistan Kabil Sefirliği’ne tayin edilir. İstanbul’a gidemediğinden ailesiyle birlikte bir süre Sivas’ta dinlendikten sonra, Afganistan’a hareket eder. Afganistan’da bulunduğu sürece çevreyi dolaşarak, Anadolu’daki Milli Mücadele’yi anlatır, maddi ve manevi destek olunmasını sağlar. Dört yıl süren Kabil sefirliğinden sonra İstanbul’a döner. Bir süre Askeri Yargıtay Divanı üyeliği yaptıktan sonra 1936’da da kendi arzusu ile emekliliğe ayrılır. 22 Kasım 1948’de Ankara’ya seyahati sırasında, Eskişehir yakınlarında trende aniden rahatsızlanır ve kalp krizinden vefat eder. Vasiyeti üzerine, Aşiyan Mezarlığı’na defnedilmiştir.Fotoğrafla tanıştığı yıllardan itibaren vefatına kadar geçen 63 yıl içinde binlerce kez deklanşöre basan Fahreddin Paşa’dan, günümüze önemli bir fotoğraf arşivi ulaşmıştır. Hayatı boyunca gittiği ve gördüğü hemen her yeri fotoğrafladığı görülen Fahreddin Paşa’nın, arşivinden 300 kadar seçme cam negatif, önceki yıllarda çocukları tarafından İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi’ne (IRCICA) bağışlanmıştır.Fahreddin Paşa, gittiği hemen her yeri, her olayı fotoğraflayarak, görsel bir tarih yazmıştır adeta. Çanakkale’den Kars’a, Medine’den Herat’a, Malta’dan Kabil’e, Osmanlı coğrafyasının önemli merkezlerinde yaşayan ve bu yaşantıyı kayda geçiren Fahreddin Paşa’nın fotoğraflarının bugüne kadar ortaya çıkarılmamış, üzerinde durulmamış olması, sadece askeri ve siyasi tarihimiz için değil, sanat tarihimiz için de önemli bir kayıptır.
↧