Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Sarıkız heykeli kırınca...

$
0
0
Muğla’da çekimleri devam eden ‘Sürgün İnek’ filminin setindeydim. 2009’da Malatya’nın bir köyünde yaşanan gerçek bir olaydan esinlenilmiş ve senaryoda 1997 yılının gerilimli siyasi atmosferine taşınarak bir anlamda dönem filmi yapılmış. Çocukları olmayan Şevket ile Cemile’nin neredeyse evlat gibi bağlandığı inekleri Sarıkız, kazayla okul bahçesindeki Atatürk heykelini kırar. Ve bir inek anlatır bizim hikâyemizi...Ne yönetmenlik, ne senaristlik, ne oyunculuk tecrübem var. Buna rağmen yaşarken kendimi bir sinema filminin içinde hissederim. Omuzlarıma sanki görünmeyen iki kamera yerleştirilmiştir, bir yandan onların çektiği görüntüleri izler, bir yandan kendi rolümün hakkını vermeye çalışırım. Sinemaya gitmek bile, tıpkı diğer eylemler gibi canlandırdığım karakterin bir sahnesidir. Hayal ile gerçek daima iç içe geçtiğinden ne gündelik olaylara ne de sinema filmine kendimi tam kaptırabilirim.Atmosfer Filmcilik’in yapımcılığında Muğla’da çekimleri devam eden ‘Sürgün İnek’ filminin setinde bu hislerim güçlendi ve acaba bir tiyatrocu edasıyla abartılı hareketlerle rol mü kesiyorum yoksa usta sinemacılar gibi yalın bir şekilde mi canlandırıyorum kendimi diye sorguladım. Bir gün süren bu tanıklık bana, hayat ile sinemayı karşılaştırma fırsatı da verdi. Bu konudaki tespitlerimi dün yayınlanan “Hayat sinemaya kaç basar?” adlı yazımda sıralamıştım. Bugün yer darlığı sebebiyle Sürgün İnek’e emek verenlerin bir kısmını anlatacağım.Ayhan Özen: Sinema hayatımın zekatıYönetmenleri genelde asabi ve geçimsiz insanlar olarak bilirdim. Ayhan Özen aksine çok sakin çalışıyor, sesini hiç yükseltmiyordu. Onun bu hali tabii tüm seti olumlu etkiliyordu. Burası herhalde görüp görebileceğim en neşeli setti. Son üç yıldır Fatmagül’ün Suçu Ne, Aşk-ı Memnu, Kuzey Güney, Muhteşem Yüzyıl gibi en popüler dizilerle, Vaviyen, Uzak İhtimal gibi birçok sinema filminde yardımcı yönetmenlik yapan Özen, mesleki birikimlerini ilk kez yönetmen olarak bir filme aktarıyordu.Hep arzu ettiği gibi tam da olgunluk yaşı kabul ettiği 40’ına girdiğinde Sürgün İnek’in sorumluluğunu alması istenmişti. Ona göre yapımcıların onu seçmesinde en önemli sebep işinin ehli olmasıydı. Çünkü bir film ya da diziye yardımcı yönetmen aranırken akla gelen ilk üç isimden biriydi. İkinci sebep olarak muhafazakâr dünya görüşüne sahip olmasını gösteriyordu.Aslında sinemada muhafazakârlık diye bir şey olmazdı. Sadece anlatılan dertler değişirdi. Bu filmin derdi, onun yaşamını da etkilemişti. 28 Şubat sürecinde başörtülü eşi yüksek lisansını bırakmak zorunda kalmış, kendisi de Yeşilçam’da yetişmesine rağmen çalıştığı Kanal 7’de sıkışmıştı. Çünkü bu ülkenin zencileri beyazlardan hoşlanıyordu. Kendisi de zenci olduğu için kimse onu fark etmemiş, önemli işleri beyazlara vermeyi tercih etmişlerdi. Nihayetinde beyazların alanında kendini kanıtlamış ve sıra bu çok inandığı filmle sıçramaya gelmişti.Özen, İbni Arabi’nin “Aynanın karşısına geçtiğinde aynadaki mi sana bakıyor, sen mi aynadakine bakıyorsun? Hanginiz aslında gerçek, hanginiz ötekini görüyor?” sorusundan hep etkilenmişti. Bu anlamda, acaba bizim de mi filmimiz çekiliyor, film içerisinde film mi çekiyoruz diye düşündüğü oluyordu ama takılmıyordu buna. O sinemayı hayatının zekatı olarak düşünüyordu. O yüzden bu filmin kendisi için bir dönüm noktası olacağını hissetmekle beraber hırsıyla Allah’ın çizdiği sınırları aşmaktan korkuyor ve kendini kadere bırakıyordu. Sadece bir Çeçen direnişi filmi, bir de Srebrenitsa Katliamı filmi çekmeyi nasip etmesini ağlayarak Allah’tan istiyordu...Hasan Kaçan: Kendimle rolüm birbirine karışıyorFilmin baş oyuncusu Hasan Kaçan’a sahici bir merakla “Hayalle gerçek nerede karışır, nerede ayrılır?” diye sordum. Meğer uzun süredir onun da kafasını bu mevzu meşgul ediyormuş. Çünkü günde 15 saat başka bir adam olarak, mesela bu filmin Şevket’i olarak yaşıyordu. “Ben başkaları gibi değilim, rolümün etkisinde kalırım. Çekime ara versek bile ben bu köyün Şevket’i olmaktan kurtulamıyorum.” diyordu. O yüzden kendisiyle rolü daima karışıyor ve buradan bazı dersler çıkarıyordu: “Şevket rolünü bu filmin yönetmeni verdi bana. Hasan Kaçan rolünü ise benim mutlak yönetmenim verdi. Nasıl ki Şevket rolünü hakkını vererek canlandırmak zorundaysan, Hasan Kaçan rolünü de çok başarılı bir şekilde oynamak, yani hayatın içindeki insanlara, tabiata, ağaçlara, hayvanlara iyi davranmak zorundasın. Sonunda ya dünyanın Oscar’ını alırsın ya da cehennemde ‘yanan Oscar’ı’ verirler. Isıya dayanıklı bir kefen satıyorlarmış internette. Acaba faydası olur mu?!”Şebnem Sönmez’in çekim aralarında yalnız kalıp rolüne konsantre olmayı tercih ettiğini ve sohbete pek istekli olmadığını görünce onu ikinci bir kez rahatsız etmeye çekindim. Kaçan’sa yeni sahnesini beklerken bile hayalle gerçeği iç içe yaşadığından her fırsatta yanına gidip sohbeti koyulaştırabildim. Aynı frekansı yakaladığımız için soru sormama bile gerek kalmıyordu:“Düşünüyorum da sadece senaristimizin kafasındaki bir hayal olarak da kalabilirdim. Seni ete kemiğe büründürmüş, canlandırmış. Bir de Hasan Kaçan olarak ete kemiğe bürünmeni düşün. Bir rüya âleminin içerisindeyiz. Birçok katmanı var bunun. Bu karışıklığın içerisinden çıkmanın tek yolu ‘Yaradan böyle murad etmiş’ demek. Ama niye, nasıl diye sorgulamak, ben bu rolü istemiyorum demek haddimiz değil. Necip Fazıl Kısakürek diyor ki, benim istediğimi Allah istemiyorsa konu kapanmıştır.”Kaçan, Gezi Parkı olaylarında karşı kamplarda yer aldığı Şebnem Sönmez’le birlikte oynamaktan duyduğu memnuniyeti de kendiliğinden ifade etti: “Şebnem Hanım ile dünya görüşlerimiz yüzde yüz terstir. Ama şimdi birlikte sete giriyoruz, gayet sorunsuz ve sevgi ile işimizi yapıyoruz. Hayatın içinde onu tanıdığımda ne kadar tatlı, ne kadar güzel, kimseye emredici davranmayan, son derece kibar ve merhametli bir insan dedim. Bir gün oturuyoruz, canının böğürtlen istediğini duydum. Bizim bahçede de kocaman kocaman böğürtlenler var. Topladım getirdim. Çok mutlu oldu. Dört tane böğürtlen alt tarafı. Ama insanlar bu tür küçücük şeylerle birbirlerini mutlu ediyorlar. Hayattaki amacımız da zaten birbirimizi mutlu etmek değil mi?”Küfürsüz mizah28 Şubat 2014’te vizyona çıkacak olan Sürgün İnek, küfürden, cinsellikten, kabalıktan yardım almayan, keskin eleştiriler ve hedef göstermelerden özenle kaçınan, “alttakiler-üsttekiler”, “yönetenler-yönetilenler” ikilemini baz alan naif bir hiciv filmi. Başlıca rolleri Hasan Kaçan, Şebnem Sönmez ve Cezmi Baskın paylaşırken, Eşref Kolçak, Fırat Tanış, Yılmaz Gruda, Köksal Engür, Vildan Atasever, Tarık Pabuççuoğlu gibi pek çok usta isim de kadroda yer alıyor.2009’da Malatya’nın bir köyünde yaşanan gerçek bir olaydan esinlenilmiş ve senaryoda 1997 yılının gerilimli siyasi atmosferine taşınarak bir anlamda dönem filmi yapılmış. Film Gomalak adlı, bölgesi belirtilmeyen bir köyde geçiyor. Çocukları olmayan Şevket ile Cemile’nin neredeyse evlat gibi bağlandığı inekleri Sarıkız, kazayla okul bahçesindeki Atatürk heykelini kırar. Havada karada asker kokusu olan bir ortamda korkular yönetir insanları ve tabii kraldan fazla kralcılara çok iş düşer. Faili bir inek de olsa, soruşturmayı, gözaltını gerektirecek sıra dışı bir olaydır. Bakalım inek bunu kendi iradesizliğiyle mi yapmıştır, yoksa sahibi onu özel olarak eğitmiş ve siyasi bir mesaj mı vermek istemiştir? İneğin yol açtığı bu beladan köyü korumak için onun kesilmesi gerektiğini söyleyenler çıkar. Ancak inek gebedir. Bu durumda en emin yol onu bir başka köye kaçırmaktır. Olaylar basına yansıyınca ülke gündemine oturur. Kısacası bir inek anlatır bizim hikâyemizi...Yeşilçam tadında bir filmYapımcı Ali Tokul’a Sürgün İnek’in oldukça naif bir hiciv filmi olduğunu hatırlatarak neden daha iddialı bir filmle işe başlamadıklarını sordum. “İlk filmimizde çok büyük bir işe girmek istemedik. Başarısız olursak umudumuz kırılır diye düşündük. Böyle eski Yeşilçam tadında, sevecen, sıcak, daha rahat kotarabileceğiniz, herkesin sevebileceği bir filmi tercih ettik.” dedi. Bu filmle demokrasi ve özgürlük vurgusu yapmak istemişlerdi. Eğer film herkesin birbirine saygılı olması fikrine hizmet ederse kendilerini mutlu hissedeceklerdi.Yapım ortağı Levent Güneri’ye göre toplumsal bir baskıyı mizah ile anlatmak çok büyük bir samimiyet gerektiriyordu, filmde bunu sağlamaya özen göstermişlerdi. Darbe ile ilgili bir film çekmiyorlardı. Darbe döneminde yaşanmış komik bir olayı sinemaya taşıyorlardı sadece. Hedefleri 1 milyonun üzerinde seyirciye ulaşmaktı.Senarist Serkan Öztürk, aynı zamanda filmin oyuncularından biriydi. Gerçek hayatta 2009’da olan filmi 1997’ye çekme nedenlerini, filme daha inandırıcı bir atmosfer yaratmak olarak açıkladı. Kaldı ki 2009’da böyle bir olayın yaşanması 28 Şubat dönemindeki o baskıcı zihniyetten kalan korkuların devam ettiğini gösteriyordu.Not: Geçen haftaki yazımda söz ettiğim 10 numara sakinleri, yazının yayınlandığı gün, öğleden sonra ellerinde kocaman şahane bir buketle özür dilemeye geldiler. Davete icabet edemeyişlerinin anlayamadığım nedenlerine girmeyeceğim. Gerçekten üzgün olduklarından onları yeniden mahcup etmek istemem. Bu yazıyla ilgili okurlarımdan o kadar çok mesaj aldım ki, sonuç olarak helalleştiğimizi bildirmek borcum oldu. n.akman@zaman.com.tr

Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue