Nichon Glerum ve Sven Jense, Osmanlı padişahlarının İstanbul’dan Sofya’ya giderken geçtikleri güzergâhı anlatan bir kitabı ellerine alıp yayan yapıldak düştüler yola. Yarı yolda bir eşek de katıldı aralarına. Az gittiler uz gittiler, 800 kilometreyi 50 günde kat ettiler.Fotoğrafçı-grafikçi Nichon Glerum ve film yapımcısı-yazar, siyaset bilimci Sven Jense... Hollanda'da her hafta bir gün, mağara restoranda özel konuklar için özel yemekler hazırlarken, uzun bir yolculuğa çıkmak istediklerini fark ederler. Birlikte gerçekleştirilecek bu yolculukta ruhsal bir doygunluğa ulaşabileceklerini, zihinlerinin derinlerindeki meseleler üzerine düşünüp fikir paylaşabileceklerini öngörürler. Bu yolculuğu da herhangi bir vasıta kullanmadan, eskiden yaşamış insanlar gibi, yürüyerek gerçekleştirmeyi planlarlar. Buna karar verildikten sonra, yürünecek yol ve maddi bir kaynak keşfetmeleri gerekir. Arayışlardan sonra karşılarına bir kitap çıkar, küçük bir rehber. Osmanlı sultanlarının çıktıkları seferlerde, payitaht İstanbul'dan Bulgaristan'ın başkenti Sofya'ya uzanan güzergahı anlatan bu kitabı yanlarına alıp yollara düşerler. Sermaye bir krep tavası Rota bellidir ama bir de maddi kaynak gereklidir. Yürüyerek mesafeler kat eden seyyahların birçoğunun yaptığı gibi yolda uğradıkları köylerdeki insanlara misafir olmak isterler. Ancak bu misafirliği küçük bir alışverişe de çevirmek gereklidir. Alışverişte geçer akçelerden biri de bilgidir. En iyi bildikleri şeylerden biri yemek yapmaksa, her bilgi gibi bu da değiş tokuş edilebilirdir pekala. Yanlarına özel bir krep yapmaya yarayan tavalarını alırlar. Yollarda misafir oldukları her ev sahibine bu tavayla poffertjespan adındaki kreplerden yapıp karşılığında da yöreye ait bir yemek çeşidinin tarifini uygulamalı olarak öğrenmek istediklerini söylerler. Poffertjespanlar ve yöre yemekleri afiyetle yendikten sonra, çantalara sımsıkı bağlı keman ve mandolin çıkarılıp yöre halkının enstrümanlarına ve şarkılarına eşlik edilecek, nihayetinde böylece ödeşilmiş olacaktır. Nichon ve Sven, 800 kilometre ve 50 gün yürüdü. Çingenelerin izlerini sürdükleri, onlar gibi yaşayıp onlar gibi hissetmeye çalıştıkları bu yolculuğun, Türkiye sınırına girdikten sonraki bölümünde yanlarına bir arkadaş daha katıldı: Jackie adını verdikleri. Bulgaristan'da iken bir eşeği gruplarına dâhil etmeyi istediler ancak uygun bir yol arkadaşı bulunamadı. Türkiye'de daha ilk köyde insanlar birbirlerini arayıp ‘Tanıdık bir eşek' sordular, kısa zaman sonra Jackie geldi. Üç yaşında, genç ve sağlıklı bir yol arkadaşıydı. Artık yolculuk daha kolaydı, çünkü eşyalarını taşımak zorunda değillerdi. Bu uzun yolculukta, çok fazla insanla tanıştılar, pek çok evin kapısı açıldı, yeni yemekler ve yeni müzikler keşfedildi. Yol da bitti nihayet, Ayasofya'nın duvarına dokunup geri dönmekti amaç. Ramazan ayının ortasında, bu yolculuğun Türkiye bölümünü tamamlamaktan memnun olarak Ayasofya'nın duvarına dokundular ve İstanbul'da da bir miktar kalıp evlerine dönmek üzere yola çıktılar.Nichon Glerum ve Sven Jense’nin yol boyunca öğrendikleri yemek tarifleri defterlerinde, müziklerse hâlâ kulaklarında. Memleketlerine vardıktan sonra da bir kitap hazırlamak istiyorlar. Müzikli ve masalsı bir yemek kitabı. Merak edenler için Jackie'ye ne olduğunu da söyleyelim. Nichon ve Sven, Ayasofya'nın bulunduğu Sultanahmet Meydanı'na vardıktan dakikalar sonra, bir adam yanlarına yanaştı. Jackie'nin ne kadar güzel olduğunu söyledi ve onu burnundan öptü. Sonra gidip seyyar karpuzcudan, karpuz kabukları getirip elleriyle yedirdi. Bir eşeğe bakabileceği iyi bir yeri olduğunu anlattı ve Jackie'yi kendisine satmak isteyip istemeyeceklerini sordu. Aradan yarım saat geçtiğinde mutlu bir eşek ve iyi bir adam, arkalarını dönmüş gidiyordu. u.ari@zaman.com.tr
↧