Müzikseverlerin ‘Türkü Baba’sı Fatih Kısaparmak, Sonsuza Kadar isimli yeni albümüyle karşımızda. Sanatçıya bu albümde eşi ve oğlu da eşlik ediyor. Birçok sahne teklifi gelmesine rağmen sadece halk konserleri veren Kısaparmak, bu tercihinin sebebini şöyle anlatıyor: “Sahne yaşamı kişiliğimle uyuşmuyordu. Benim işim hep bestelerle oldu, destelerle değil. Desteler gider, besteler kalır.”Dört yıldır albüm çıkartmıyorsunuz. Bu sürede neler yaptınız?2009’da Aşk ve Özgürlük isimli albümümü paylaşmıştım. O tarihten bugüne kadar dolu dolu geçen dört yılda 90 tane yeni beste üretmişim. İşin doğrusu yeni bir albüm yapma arzusunda değildim. Piyasa şartları malum, albüm satışı diye bir kavram kalmadı. Ama ‘dinleyicilerinle yeni çalışmanı da paylaşmalısın’ diyen Burhan Bayar aklıma girdi, kendimi stüdyoda buldum. Öte yandan sanatçı sorumluluğuyla ürettiklerimizi paylaşmak görevimiz. Gönül dostlarımıza yeni eserlerle seslenmemiz ve kendimizi yenilememiz gerekiyor.Sonsuza Kadar isimli yeni albümünüzde oğlunuz Ozan Kısaparmak ismini görüyoruz. Armut dibine düşmüş sanırım…Evet büyük oğlum Ozan üniversitede müzik ve ses mühendisliği okuyor. Burhan Bayar ile birlikte şarkıların düzenlemelerini yaptı. Bütün basgitarları oğlum çaldı. Genç kuşağa köprü anlamında Ozan büyük bir işlev gördü. Ses itibarıyla yepyeni bir albüm bu. Dijital ve sentetik bir ses yok, tamamen akustik.Yine eşiniz Şebnem Kısaparmak ile bir düetiniz var.Şebnem Hanım’la sanatsal birlikteliğimiz uzun yıllar öncesine dayanır. Portakal Çiçeğim adlı albümümde onun Sen Gelince Aklıma adlı şiirini bestelemiştim. Daha sonra da ben onun şiir albümünde yer aldım. Canım Benim’in sözleri Şebnem Hanım’a ait. Bestesini de ortaklaşa yaptık. Şebnem Hanım sesiyle eşlik etti. Düzenlemesini de oğlumuz yaptı.Anlaşılan bu albüm tam aile işi olmuş.Unkapanı’ndaki plakçılar çarşısına İMÇ denir. Benim albüm İMÇ değil imece usulü bir çalışma oldu. İnsanlar Şebnem ve Fatih Kısaparmak’ı birlikte dinlemeyi seviyor.Başka neler yaptınız bu süreçte?Şiirler yazdım. Ağır Sevdam isimli şiir kitabının genişletilmiş baskısını hazırladım, halk konserleri verdim. Sadece halk konserleri veriyorum.Neden sadece halk konserleri..?Buna en başta karar verdim. Kendi adıma albüm yapmadan önce birçok sanatçıyla çalıştım. O süreçte tanık olduğum ‘sahne yaşamı’ kişiliğim ve beklentilerimle uyuşmuyordu.Kilim’le çıkış yaptığınız yıllarda sahne almanız için çok büyük teklifler gelmiş olmalı…Evet geldi. 45 günlük çalışma için teklif edilen para astronomikti. Şapkamı önüme koydum, düşündüm taşındım. Sadece halk konserleri vereceğim dedim. Çünkü ben yüz metre değil maraton koşmak için yola çıkmıştım. Bu işi yapan arkadaşlara saygı duyuyorum ama ben tercih etmedim.Herhangi bir pişmanlığınız oldu mu?Hayır. Benim işim hep bestelerle oldu, destelerle değil. Desteler gider besteler kalır.Bu albümde para babaları ve küresel sermayeyi eleştiren Dallama Dünya isimli protest bir şarkınız var. Neler rahatsız ediyor sizi?Uluslararası tröstlerin dünyayı, özellikle de Ortadoğu’yu nasıl ellerine almak istediklerinin ifadesi bu şarkı. Bu durum iliklerime kadar sarsıyor beni. Oynanmakta olan büyük oyunu, kurulan büyük tuzakları, yurttaş ve sanatçı olarak görüp ezgilerle sunuyorum. Bu küresel bir bela. Sanatçının, ozanın buna seyirci kalması mümkün mü?Peki bu şarkıları üretirken sizi neler yola çıkarıyor? Herhangi bir ideoloji mi?Repertuarımda üç ana kulvarda eserler olur. Türkü formunda besteler, sevda şarkıları ve protest eserler. Protest şarkılarımın hiçbiri siyasi değil, siyaset üstüdür. İdeolojik değil, ideolojiler üstüdür. Çünkü tarih ideolojiler çöplüğüne tanıklık etti. Ben bütün bunların üstünde ülkemi ve tüm insanlığı ilgilendiren, siyaset ve ideoloji üstü küresel belalarla ilgili eserler üretegeldim. 1993’te Hümanizm diye bir şarkı yaptım. O günden bugüne birçok izm çöplüğe gitti ama Hümanizm hâlâ ayakta. Kalıcı değerler üstüne eserler yapıyorum. a.pektas@zaman.com.trMüzikal bir FSM köprüsüyümTürkü furyasının olduğu dönemde bilinen türküler söylemek yerine kendi bestelerinizi duyurdunuz. Neydi sebebi?Çok az bilinen türkü söyledim. 1985'te yola çıktığımda türküler bu dönemdeki kadar önemsenmiyordu. Bu dönemde inadına türküler besteledim. Bu şekilde bir yolun açılmasına da katkı sunduğumu zannediyorum. TRT halk müziği kurulundan geçen ilk türkü formundaki beste de bana aittir.Hangi eserdi o?Bahçelerde Barım Var. Sözü müziği bendenize ait bir çalışmadır. Fakat radyo repertuarında Iğdır türküsü diye geçiyor. Ben kaynak kişi olarak görünüyorum. Geçenlerde Azerbaycan'dan gelen bir arkadaşım bir CD getirmiş. Baktım içinde bu türkü de var. Altına geleneksel yazılmış. Adımın yazılmış olmaması hiç önemli değil. Yaşarken bunu görmüş olduğum için çok şanslıyım. Yine 2001'de yaptığım Kerkük'ün Kalasıyam adlı bestem Kerkük'te milli marş gibi söylenir olmuş. Çay bahçelerinden düğünlere kadar her yerde çalınıyor. Halkın ortak paydası olmuş. Derdim buydu zaten.Bilinen türküleri okumamanıza rağmen size ‘Türkü Baba’ lakabının takılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?Evet, ilginç bir durum bu. Anadolu insanımızın arifliği. 93'teki Açıkhava konserinde ilk kez insanlar bunu bana söyledi. Konserin ortalarına doğru bir pankart açıldı. Arkadaşıma ne yazıyor diye sordum. ‘Türkü babaya sevgiler yazıyor' dedi. Bana mı yazdınız diye sordum. ‘Evet' cevabını alınca çok utandım, mahcup oldum. Üç bin yıllık geleneği tek kişinin omzunda taşıması mümkün değil. Ben oğlumun babasıyım demiştim. Ama türkücü değil de Türkü Baba demeleri çok ince bir davranıştı.Yeni türkülerin yazılması için neler yapılmalı?Gelenek rüzgârı ile gelecek türküleri yapmak zorundayız. Aksi takdirde repertuarımızı dondurmuş, kilitlemiş oluruz. Halk, toplum tekamül edip değişim ve dönüşüm yaşıyorken müziğinin de değişmesi kaçınılmazdır. Bir ayağı geçmişte, bir ayağı gelecekte, bir ayağı Asya'da bir ayağı Avrupa'da olan müzikal bir FSM köprüsü olma çabası içindeyim.Malatyaspor'da, Elazığspor'da yöneticilik yaptınız. Futbolla ilgilisiniz. Beşiktaş ve Fenerbahçe'ye verilen cezayı nasıl görüyorsunuz?Ayıp bir karar olarak değerlendiriyorum. Türk futboluna yapılmış bir haksızlık. Kişiler münferiden hata yapmış olabilir. Onların cezasının bireysel olması gerekiyor. Ülkeleri cezalandırmak adice. Bu ülkenin her alanda bağırsaklarının temizlenmesi gerek. Hatayı yapan cezasını çeksin, yemeği yiyen faturayı ödesin.Darbeciler sakal sevmezGündemi yakından takip ediyorsunuz. Ortadoğu’daki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?12 Eylül’de üniversiteye gidiyordum. Darbeden sonra sakallarımı kesmek zorunda kaldım. Darbeciler sakal sevmez. Darbeler ve yaşananlar trajikomik bir hadise. Bize bir tiyatro izletiyorlar. Oyun yazarı, sahneye koyan, ışıkçısı, sesçisi belli. Olan figürana oluyor. Tüm ezilen Ortadoğu halklarının bizim insanımız kadar arif olması durumunda bu belalardan kurtulur. İnsanımız tarihsel deneyimlerle zenginleşmiş bir sağduyu ve öngörüye sahip. Büyük bir sezgimiz var. Onun için oyunlar Türkiye’de sökmüyor.Sizce bundan sonra Türkiye’de darbe olur mu?Yumurtasız omlet olur mu? Demokrasisiz Türkiye olmaz.Eşinizle sizi çok yakıştırıyor insanlar. Çokları sizin için aileden biri tanımını yapıyor. Bu sevgiyi neye bağlıyorsunuz?Biz haddimizi bilen insanlarız. Çünkü bu ülkenin sessiz çoğunluğu nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşıyoruz. Ülkemizin milli ve manevi değerlerine sadakat anlamında bir iddiamız var. Ülkenin huzuru, barışı ve kardeşliği üzerine söylemlerimiz. Bunları da samimiyetle ve içimizden geldiği şekilde paylaşıyoruz. İnsanlara sıcak geliyor.Yani sanatçıyız deyip kendinizi bir yere konumlandırma derdinde değilsiniz.Öyle bir şey olabilir mi yani bizim seslendiğimiz yer aynı zamanda beslendiğimiz yer. Biz hâlâ Göztepe pazarına gidiyoruz. Pendik otobüsüne biniyoruz. Hâlâ şehir hatları vapuruyla seyahat ediyoruz. Kendini sırça köşkler içine hapseden insanlar aslında bindikleri dalı kesiyor.Şöhretin verdiği duyguları yaşamadınız mı hiç?Şöhret gerçekten tehlikeli bir tuzak. Sokağa çıktığımda, birileri fotoğraf çektirmek istediğinde ünlü olduğumun farkına varıyorum. Yoksa bizim öyle bir kaygımız yok. Bu işlerin boş olduğunu, şöhretin halüsinasyon olduğunu biliyorum. Benim hayatımda şöhret öncesi ve sonrası telefon numaramdan başka hiçbir şey değişmedi. İstanbul’a 1979 yılında geldiğim berbere hâlâ gidiyorum. Hatta o rahmetli oldu, oğlu kesiyor.
↧