![]()
Bosnalı gazeteci Emine Şeçeroviç Kaşlı, savaş sırasında 7 yaşındaydı. 10 yaşındayken Bosnalılara savaşı kazandıran o gizli tünelden geçip Türkiye’ye gelen Kaşlı, savaş sırasında yaşadığı 3 yılı yazdı. Roman, bir çocuğun gözünden yaşanılanlara tanıklık ediyor.Dünyanın canlı yayında izlediği ilk savaşlardan biriydi Bosna Savaşı. Yıl 1992'ydi ve Avrupa ülkeleri toplantı üstüne toplantı yapıyordu, Türkiye ayaktaydı, yardımlar, gösteriler… Tıpkı bugün Suriye ve Arakan için olduğu gibi. Gazeteci Emine Şeçeroviç Kaşlı, savaşta Bosna'da çocuktu. Bugün Bosna Oslobodjenje gazetesi Türkiye muhabirliğini yapıyor. Kaşlı, savaşa tanıklık ettiği üç yılı anlattığı bir roman yazdı. Bu romanda, Bosnalıların savaş sırasında nasıl yaşadıklarını, çocukların okula nasıl gittiğini, kadınların imkânsızlıklar içinde nasıl yemek yaptıklarını, kendi deyimiyle Boşnakların nasıl ayakta kaldıklarını anlatıyor. Romanın adı ise unutamadığı bir anısından geliyor: Biri şehit olan ağabeyleriyle savaş sırasında bir gece balkonda otururlarken karşı dağlardan şehre doğru ateş edilir. Savaşta çocuk olmak bombalara ve kurşunlara alışkın olmaktır! Ve daha trajik olan ise 7 yaşındaki o kız çocuğunun kurşunların renkli olduğunu fark etmesidir. Gece karanlığında şehre doğru hızla gelen her bir kurşunun rengi farklıdır; kırmızı, yeşil ve sarı. İşte o küçük kız çocuğu havai fişek gösterisi izlermiş gibi bir coşkuyla bağırır: “Abi, bak kurşunların da rengi var...”Bunca yıl sonra neden yazdınız? Bir yüzleşme kitabı mı bu?Kitabı aslında beş yıl önce yazmaya başladım ama, sandığım kadar kolay olmadı yazmak. O günlere geri dönmek, detaylarıyla hatırların derinine inmek, sayısızca kez yazmaktan vazgeçirdiği oldu… Sonra tekrar başlardım, tekrar bırakırdım ve böyle bir döngü gibi. Bir yıl önce kitabı bitirdim. Özellikle Türkçede yazdım, çünkü 10 yıldır Türkiye'deyim ve böyle bir şeye ihtiyaç olduğunu, bu sorumluluğumu hissettim. Çoğu kez Türk dostlarımın savaşı sorduklarında, anlattıklarımdan şaşırdıklarını, inanamadıklarını, fazlasıyla üzüldüklerini gördüm. Savaşın aslında çocuk gözünden pek de anlatılmadığını anladım. Türkiye insanının Bosna'yı ne kadar sevdiğini ve ne kadar merak ettiğini de görme fırsatım oldu. Kendim de gazeteciyim ve Türkiye'de sayısını bilmediğim kadarıyla insan bugüne kadar Bosna konusunda bana ulaştı. Dolayısıyla, böyle bir kitabı yazmayı vatanıma karşı sorumluluk olarak hissettim. Bugün hâlâ Bosna savaşının gerçeklerinin üstü örtülmeye çalışılıyor, unutturulmaya çalışılıyor, bense unutturmamak adına ufak bir iz bırakmak istedim. Ola ki yarın öbür gün birileri Bosna'da yaşananları araştırmak okumak isterse, benim kitabımdan da yararlansın istedim. Yüzleşme kitabı değildi aslında ama yazarken fazlasıyla yüzleşme kitabı oldu diyebilirim. Yazmaya başlarken bunlar zaten yaşadıklarım olduğu için dökmenin kolay olacağını sandım ama, yazarken anladım ki bazı anıları kendimden de saklıyordum, hatırlamak istemiyordum ve bunca yıl sonra yüzleştiğim anılarım oldu.“Ben savaşı ‘normal' haliyle yaşamış çocuklardan biriyim” diyorsunuz. Savaşın ‘normal'i nedir?Savaşın normal hali dediğimizde çok garip geliyor ama öyle… Maalesef ama benden çok daha zor koşullarda savaşı yaşamış çocuklar da oldu. Esir kampına düşmüş olanlar, bütün ailesini kaybetmiş olanlar, elini kolunu kaybetmiş olanlar, daha belki dünyayı yeni görmeye başlamışken gözlerini kaybetmiş olanlar… İşte tüm bu çocuklar benden daha zor şeyler yaşadıkları için böyle diyorum. Savaşta belki de en büyük şansım olarak gördüğüm şey ailemden kimsenin Sırpların esir kampına düşmemiş olmasıdır. Acı ama savaşta buna şans diyorsunuz.Ben çok hislendim okurken... Ama kitapta çok dikkat çekici bir sözünüz var: “Ajitasyon yapmak istemedim ve Bosna Hersek halkı acınacak bir halk değil.” diyorsunuz. Böyle demenizin sebebini açıklayabilir misiniz?İnsanlar bana sık sık Bosna'yla ilgili sorular soruyor, belgesel çekenler, makale yazanlar vs. Ve hem bu tecrübelerimde hem de okuduğum Bosna haberlerinde, izlediğim Bosna belgesellerinde yoğun olarak acılara yer verildiğini gördüm. Bosna savaşı Saraybosna, kurtuluş tüneli, Mostar köprüsü, Srebrenitsa gibi yerlerle özetleniyor ve bunda bitiyor. Yani daha çok acı tarafından anlatılıyor ki hepimiz biliyoruz, acı daha çok izleniyor ve reyting yapıyor. Ama Bosna savaşı öyle olmamalı, artık sadece Bosna milletinin çektiği acılara değil, o acılarla nasıl kahramanca mücadele ettiğine yer vermek, vurgu yapmak lazım. Silah yapımında neler kullandık, yemeklerde neler ürettik, çamaşırlarımızı nasıl yıkadık, yağmur suyunu nasıl kullandık vs. tüm bunlar aslında bu onurlu mücadeleyi göstermektedir. Kitabımda da bu gibi kısa kısa hikâyeler var ama benim anlattığımda daha fazlası da mevcut. İşte bu yüzden ajitasyon değil, acınacak millet değiliz dedim, diyorum. Sadece bugüne kadar daha çok acımıza yer verildi ama, asıl bence ilgiyi hak eden şey, o acıları nasıl yendiğimizdir.Anne olacaksınız inşallah, bu kitap çocuğunuza annesinin çocukluğunu anlatma kitabı mı?Bir nevi, evet, öyle… Kesinlikle çocuklarımın da neler yaşadığımı, yaşadığımızı bilmelerini istiyorum ve en doğru şekliyle öğrenmeleri için elimden geleni yapacağım. Hiçbir şekilde nefret, kin taşımalarına izin vermem lakin, unutmamaları ve unutturmamaları için ne gerekiyorsa yaparım, çünkü korkarım ki unutursak yarın öbür gün belki de torunlarım aynı benim çocukluğumu yaşayabilirler.Romanınızı okuduğumda Suriye'de, Mısır ve Arakan'daki çocuklar aklıma geldi. Siz oralarda yaşananları izlerken ne düşünüyorsunuz? İçim yanıyor… Bu kitap oradaki çocukların da kitabı. Biliyorum, saydığınız yerlerde bugün bir çocuk benim çocukluğumu yaşıyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Bombadan nasıl saklandığını, nasıl korktuğunu ben şu anda da hissedebiliyorum ama o korkusunu azaltmak için elimden gelen büyük bir hiç. O yüzden çoğu zaman savaştaki çocuklara, mülteci kamplarındaki çocuklara dikkat çekmeye çalışıyorum. Unutulmasın, onlar çocuk, ben nasıl kurşunların öldürülmesini değil de renklerini fark ettiysem, onlar da öyle… Belki ekmeği yoktur ama o bir çikolatanın, sakızın hayalini kuruyordur. Diğer tarafta da bir şeyler yapabilecek olanların da seyrediyor olması kızgınlığımı artırıyor. Bosna döneminde de Avrupa sürekli toplantılar yapıyordu, görüşmeler, kararlar alınıyordu, kınama yapılıyordu ama kimse savaşı durdurmak için adım atmıyordu. O kadar yıldan, yaşanmış soykırımdan sonra nasıl savaşı durdurdularsa, en başında da durdurabilirlerdi. İşte aynı şekilde şu an Suriye'yi, Gazze'yi, Arakan'ı izliyorlar.g.baki@zaman.com.tr