Sözlüğün cömertliğine aldanmamalı, kelimeler seçilmeyi bekliyor. Kitlenin tek parça göründüğüne aldanmamalı, bireysel duyarlılıklar fark edilmeyi bekliyor.Bir hikâyeleri olsun istediler ve ilk defa kişisel hazları dışında bir hazzı tattılar: Sorumluluk hazzı. Bir ağaca her zaman baktıklarından farklı bir gözle bakmaya başladıklarında kendilerini bir meydanda buldular çiçekli elbiseleriyle. Her fırsatta kendilerini attıkları alışveriş merkezleri ağaçların yanında git gide küçülüyordu.Yunus, sarı çiçeğe, “Neden rengin sarıdır?” diye sorar da onlar, kesilen ağaçlara aynı soruyu soramazlar mı? Sorarlar, büyüdüler çünkü. Çocuğunun büyüdüğünü gören anne-babalar sevinir. Komşular annesinin yanında şöyle derler çocuğa: “Allah bağışlasın ne kadar büyümüş!”Çocuklarımızı Allah bağışlasın evet, fakat önce biz bağışlayalım. Sözümüzü dinlemediler diye onlardan vazgeçecek değiliz. Onlar bizim meyvelerimiz. Kurt düştüyse içlerine, çürümelerine izin mi verelim? Onlar bizim dallarımız, hoşlanmadığımız vadilere eğildilerse gölgelerinden vaz mı geçelim!Farz edelim ki yanıldılar. 1997’de İstanbul’a iki yüz bin ağaç diken belediye başkanından kimse söz etmedi onlara. Kampanya dolayısıyla ilköğretim ve liseler arasında açtığı şiir ve öykü yarışmasından. Bu öykü ve şiirlerin İstanbul ve Ağaç adlı bir kitapta toplandığından. Belediye başkanının bu kitabın girişine yazdığı “Yeniden yeşil İstanbul” başlıklı yazıdan. Bu yazıya şu cümlelerle başladığından: “Sahip olduğumuz pek çok şeyin değerini, ancak onları kaybettikten sonra anlayabiliyoruz…”Bir bülbülle bir karganın arkadaşlık ettiğini görüp ne işin var orada, diye feryat etmeyelim bülbüle. İzleyelim onları, bakalım nedir onları yan yana getiren. Bilge, konmalarını beklemiş yere ve dikkatle izlemiş; bakmış ki ikisinin de bir bacağı aksıyor yürüdüğünde. Aksayan bir şey var. O aksaklığı orada görmekle kalmayalım, kendimize de bir pay biçelim bu aksaklıktan.Bir düşünce için gereken nedenlere sahip olmasa da, o düşünceyi savunabilir insan. Adalet duygusuyla yola çıkıp, barbar bir ruha teslim olabilir. Birlikte yaşamanın zenginliğini elinin tersiyle itip, iletişim kapılarını bir bir kapayabilir. İstemek yerine dayatmaya başlar o vakit. Ortega Y. Gasset’in ifadesiyle: Kitleyi kamusal yaşamın her alanına burnunu sokmaya iten ruhsal kapalılık, onu aynı zamanda kaçınılmaz biçimde bir tek yoldan müdahaleye yöneltir: Doğrudan eylem. Zira Gasset’e göre “kitle insanı” tartışmaya yanaşırsa kendini yitmiş hisseder.Oysa insanın yittiği yer, diyalog değil, bizzat kendisidir kitlenin. Doğasına aykırı olarak bilinçli kişiliği kaybolmaya başlayan “kitle insanı” kişisel bakış açısını kalabalıkların uğuldadığı bir kabile töreninde kurban eder. Yalnızken hissettiklerini hissedemez artık. Bir başınayken düşündüklerini düşünemez. Kendiyle baş başa olduğu zamanlarda göstereceği davranışlara benzemeyen tavırlar sergiler. Gelişmiş bir bireyden güdüleriyle hareket eden bir varlığa dönüşür.Peki, neden razı olur böyle bir düşüşe? Cevabı Gustave Le Bon’dan alalım: Kitlenin davranış özellikleri belirli sebeplere bağlıdır. İlk sebep, tek kişinin kalabalığın arasında yenilmez bir güce ulaştığını hissetmesidir. İkinci sebep ruhsal aktarımdır (contagionmentale). Kitlede her duygu, her eylem aktarılabilir. Bu hal öyle yüksek düzeydedir ki kişi, çok kolay bir şekilde kişisel isteklerini topluluğun isteklerine kurban edebilir. Kitle arasındaki kişinin hali, rüzgârın gelişigüzel savurduğu kum yığınının arasındaki tek bir kum tanesine benzer. Üçüncü ve en önemli sebep etkileyebilmedir (sugestibilité).Selin ilacı sel değildir. Selin ilacı bent değil. Bir mecra açmalı ki aksın gitsin usulca vadilerden taşkın su. Tatlı dile ihtiyaç var. İnsan fikre değil fikri aktarırken kullanılan malzemeye direniyor çünkü. Sevgiye ihtiyaç var, kim kapatabilmiş penceresini sevgiye. Bir pehlivandan söz ediyor Sadi Gülistan’da, bir pehlivanın hiddetle köpürmesinden. Onu gören bir bilge sormuş: “Neyi var bunun!” “Filanca küfretmiş” cevabını vermiş oradakilerden biri. Bilge şaşkınlıkla mırıldanmış: “Bu adam, bin batman taşı kaldırıyor da bir sözün ağırlığına dayanamıyor mu?”Pehlivana çok yüklendik sanırım. Molla Camii, Gülistan’dan atılan oklara karşı bir kalkan uzatıyor Baharistan’dan ona: “Bir eşek arısı bir bal arısına saldırdı. Onu yemek istiyordu. Bal arısı feryada başladı. Her tarafta bu kadar bal ve tatlılar varken onları bırakıp da bana niçin musallat oluyorsun? Eşek arısı dedi ki: Eğer o söylediğin şeyler tatlıysa, sen onun hazinesisin; baldan bahsediyorsan sen onun kaynağısın.”
↧