‘haberdar.com' son zamanların dikkat çeken haber sitelerinden. Ankara, Washington gibi yerlerde temsilcilikleri olan, yazarlarıyla dikkat çeken sitenin Genel Yayın Yönetmeni Said Sefa ile görüştük.
Bu dönemde muhalif medya olmak demek ateşten gömlek giymek gibi. Neden bu gömleği giymek istediniz?
Kendimizi muhalif olarak tanımlamıyorum. Gerçeği olduğu gibi anlatmaya çalışıyoruz, oradan da muhalefet çıkıyor. AKP içinde çok geniş çevresi olan ve bu partiden belediye başkanlığı teklifi almış biri olarak söylüyorum, yolsuzluklar zaten ayyuka çıkmıştı, konuşuluyordu. Parti teşkilatı içinde yüzde 10'lar gelenek haline gelmişti. Bunları yaparlarken de parti içinde makul bir izahatı vardı bu işin. O ideolojiye göre de “Kendi ideolojimizi Türkiye'de hakim kılabilmek için paraya ihtiyacımız var, haliyle de bu yüzde onlar son derece normal. Kendilerine mi alıyor sanki bu insanlar. Davamız için alıyorlar.” anlayışı hâkimdi. Türkiye bu haldeyken ve daha kötüye gidiyorken AKP'li olmak içime sinmiyor. Bunu kabul edemiyorum. Zaten bir ömür yaşayacağız. Bari onu da omurgalı bir şekilde, dik durarak yaşayalım.
‘haberdar.com'u kurma amacınız neydi?
Türkiye için bir şeyler yapma isteği aklımda vardı hep. “Ne olacak canım, kenara çekileyim biraz” diyecek biri değilim. Türkiye'de siyasetin ve medyanın genel ahvalini görünce birilerinin bir şeyler yapması gerektiği hissi bende çok ağır basıyordu. Bu işlere girmeseydim çekip gitmem gerekirdi bu ülkeden. Biraz da kendimi borçlu hissettim açıkçası. Toplumun gerçeği ıskalamaması gerekiyor, topluma da birilerinin bunları aktarması gerekiyor. Herkesin oturduğu yerden ‘bunu kim yapacak' diye düşünmesindense, karanlığa bir mum yakayım dedim.
Medyanın en büyük sorunlarından biri sansür. Siz de bundan nasibinizi alıyor musunuz?
Sansür iki şekilde olur. Bir maddî;, diğeri de haberciliğinizin önüne geçerler. Mesela size reklam verilmesini engeller, aleyhte propaganda yaparlar. Bu yönüyle fazlasıyla baskı var. Biz özel reklam alamıyoruz. Oysaki hiçbir internet haber sitesinde olmayan temsilciliklerimiz var; Ankara, Washington, Diyarbakır gibi. Birçok gazetede olmayan yazarlarımız var. Günde beş-altı özel haber yapıyoruz. Böyle bir sitenin albenisinin yüksek olması gerekiyor. Bunun oluşmamasının nedeni siyasî; baskılar ve sansür. Ben aynı zamanda başka ticarî; faaliyetleri olan bir işadamıyım. Oradan kazandığım parayı buraya aktararak siteyi ayakta tutmaya çalışıyorum. Siteye ciddi anlamda emek vermeye başladığım andan itibaren muhalif, gayri muhalif çok telefon aldım. ‘O haberi kaldırın' gibi istekler oldu, hiçbirine uymadık. İktidarın bize uyguladığı sansüre gelince, sürekli dava açıyorlar. İstedikleri mahkeme kararını çıkarttırıp istedikleri haberleri kaldırttırıyorlar.
Bir dönem Fuat Avni olduğunuzu söylediler...
Fuat Avni özelinde konuşmak istemem. Sayın Erdoğan'ın Fuat Avni olduğum iddiasıyla bir yıl kadar önce bana dava açmış olduğunu öğrendim. Bunu da Erdoğan'ın avukatı Twitter'dan yayınlayınca öğrendim. Bunun üzerine avukatımla savcılığa gittik, hakkımda dört-beş dosya açılmış, onlar da birleştirilerek anayasal düzene karşı suçlar kapsamında Çağlayan'da bir savcıya teslim edilmiş. Bugün yarın operasyon bekliyorum o yüzden. Sadece dedikodu üzerine dosyalar açıldığı ve elde avuçta da bir şey olmadığı zaman böyle komik duruma düşülüyor. Fakat bazıları bu komediyi bile ciddiye alıp anayasal düzene karşı suçlar kapsamında dosya haline getirebiliyor.
Ev ve arabanızı satılığa çıkarmışsınız...
Ticarî; ilişkilerimde ortaklarıma yapılan siyasî; baskılardan dolayı biraz sıkıntı yaşıyoruz. Burada çalışan arkadaşlarımız var. Direnebilmek ve arkadaşlarımın maaşlarını ödeyebilmek adına arabamı sattım. Umursuyor muyum? Hayır. İşe yürüyerek gidip gelmekten, kirada oturmaktan da gocunmuyorum. Çok umurumda değil...
Ahmet Altan'ı dört ay iki saatte ikna ettim
Ahmet Altan ile tanışıklığımız yoktu. Kendisini telefonla aradım. Röportaj yapma isteğiyle aradığımı düşündü ve ‘haftaya ara' dedi. Haftaya ara demek bir daha arama demektir aslında. “Tamam, hangi gün arayayım?” dedim. “Şu gün ara.” dedi. O gün aradım. Hatırlamadı, kendimi tekrar tanıttım. Yine haftaya ara, dedi. Bu şekilde üç-dört ay kadar haftada bir aradım. En son aradığımda, “Abi benden kurtuluşun olmadığını anlamışsındır. Gelir kapının önünde yatarım.” dedim. “Çarşamba günü eve gel.” dedi. Gittim, çok samimi ve sıcak karşıladı. İki saate yakın konuştuk. Altan'a, “Askeri vesayetle mücadele ettiniz, bugün sivil vesayet var. Gelin sivil vesayetle de mücadele edin. Taraf'ın bazı yazarları, muhabirleri münasebetiyle günahınız da çok. Öyle gazeteciler yetiştirdiniz ki bugün birçoğu savrulmuş durumda. Bugün gelin bizim gibi gazetecilerle de çalışın.” dedim. Çok açık konuştum. Açık sözlü olduğum için evet, dedi. “Benim sevenim kadar düşmanım da var.” dedi. “Ben de sizi düşmanlarınızla birlikte transfer etmek istiyorum.” dedim. “Düşünüp döneceğim.” dedi. İki gün sonra, “Yazımı gönderiyorum, her hafta sana yazı göndereceğim.” dedi. Yani Altan'ı dört ay iki saatte ikna ettim diyebilirim.