Özcan Alper'in yönettiği ‘Rüzgârın Hatıraları'nın kamera arkasını Onur Saylak anlatıyor: Hikâyenin yazımı, role hazırlık süreci ve set…
Özcan Alper, üçüncü uzun metrajlı filmi Rüzgârın Hatıraları'yla seyircinin karşısında. Malumunuz kültür sanat sezonunun tam ortasındayız, filmler peş peşe seyirciyle buluşuyor. Alper'in filmi bu yoğunlukta festivallerden ve seyirciden beklenen ilgiyi görmedi. Emin Alper'in Abluka'sı ve Tolga Karaçelik'in Sarmaşık'ının hayli gerisinde kaldı. Hafta içi ‘Başka Sinema' kapsamında Beyoğlu'nda yapılan oyuncuların katıldığı ön gösterimde ne yazık ki pek ilgi yoktu.
Alper ilk filmi Sonbahar'da kendi kuşağının tarihiyle hesaplaşıyordu. İkincisi Gelecek Uzun Sürer'de bir aşk hikâyesi üzerinden kamerasını doğuya çevirip Kürt sorununa odaklanıyordu.
Üçüncüsünde İkinci Dünya Savaşı döneminde Ermeni tehcirinin travmasını yaşayan bir karakter üzerinden hikâyesini anlatıyor. 1940 Türkiye'sinde Tek Parti dönemi, Hitler etkisi, Varlık Vergisi, Türkçe ezan, Tan baskını gibi konular filme dâhil ediliyor. Hikâye özetle şöyle: İktidara muhalif gazete çıkaran yazar-şair Aram, artan yabancı düşmanlığı, yıldırıcı Varlık Vergisi nedeniyle çareyi bir arkadaşı aracılığıyla yurtdışına kaçmakta bulur. Evrakları gelene kadar Sovyetler ve Gürcistan sınırındaki küçük bir dağ köyünde saklanan Aram'a (Onur Saylak), Mikahil (Mustafa Uğurlu) ve onun evinde kalan Meryem (Sofya Khandamirova) yardımcı olacaktır. Bu sürgün bitmeyecek gibidir.
ÇEKİMLER YURTDIŞINDA YAPILMIŞ
Filmin başrol oyuncusu Onur Saylak'tan set arkasını dinledik. Şunları anlatıyor: Hikâyeyi Alper ile edebiyatçı Ahmet Büke beraber oturup yazıyorlar. Önceden yazılan bir öykünün senaryoya dönüştürülmüş hali değil. Türkiye'deki arşivler tarandıktan sonra Almanya'daki kütüphanelerde aylarca araştırma yapılıyor, öyle kurgulanıyor hikâye. Ortaya konan ürün bu araştırmaların damıtılmış hali. Nazım Hikmet'ten Sabahattin Ali'ye birçok aydının hayatından izler taşıyor.
ZAYIFLAMAK İÇİN HER SABAH KOŞmuş
İstanbul'da başlayıp artan baskılarla sınır dışına kayıyor hikâye. Dönem projesi. İstanbul değil 70, 10 yıl öncesindeki fotoğraflardan bile çok farklı olduğu için ekip bütün çekimlerini yurtdışında yapmış. Özellikle Batum'da. Birkaç sahnede arka planda İstanbul'un silüeti görünüyor.
Başından beri Saylak'ın ana karakter olacağı belli. Hikâyeden de anlaşılacağı gibi gurbet acısı çeken, yoksullukla sınanan karakter zayıf olmak durumunda. Bunun için çekimlerden 3-4 ay öncesinden yönetmen Alper, her sabah Saylak'ı sabahları koşuya çıkarmış. Bu sabah sohbetlerinde Aram ete kemiğe bürünmüş. Dönemin karakterlerinin gestuslarını yakalamak için hayli fotoğraf karıştırdığını ekliyor.
Ekip sete inmeden önce haliyle bütün provaları tamamlamış. Set yurtdışı olunca bu hazırlık daha fazla değer kazanıyor. 10 gün öncesinden Batum'a gidip ortama adapte olunmuş. Orada Rus oyuncu Sofya Khandamirova ekibe dahil olmuş.
Khandamirova rol gereği filmde suskun bir kadın. Konuşsa da çoğunlukla Türk bir karakterle evli olduğu için Türkçe konuşuyor. Bunun için sete inmeden iki-üç ay öncesinden Türkçe dersleri almış. İngilizcesi pek iyi olmadığı için sette Rusça bilen bir çevirmen her daim hazır bulundurulmuş.
TUBA BÜYÜKÜSTÜN EŞİNİN ANNESİ ROLÜNDE
Filmin dikkat çeken diğer ayrıntısı evli çift Tuba Büyüküstün ile Onur Saylak'ın aynı projede beraber rol alması. Büyüküstün filmde bir iki sahnede görünüyor. Popüler bir isim olduğu için ana rollerden biriymiş gibi göründüğüne aldanmayın. Oyuncu, eşinin annesi rolünde. Aynı karede yer almıyorlar.
Film, hikâye ve oyuncu performansından ziyade görselliğiyle dikkat çekiyor. Angelopoulos'un görüntü yönetmeni Andreas Sinanos sanatını konuşturuyor. Kartpostallık onlarca kare var, hikâyeye hizmet eden kareler. Saylak'la konuştuğumda ilk bahis buradan açıldı. O da hayran kalmış sanat yönetimine.