Yakup Kadri, ‘Ankara' romanında der ki: “Yeni Ankara, o eski Ankara'nın bir mütekâmil şekli olmak lazım gelmez miydi? O millî; ateşin hararetinden bu buzdan şehir maketi nasıl çıkmıştı?”
Bu sözlerdeki hakikat, bugün hâlâ başkent meselesinin trajedisini doğrulayan bir gerçeklik. Karaosmanoğlu'nun cümlelerini halk ağzına tahvil edersek, sual şöyle kalıp değiştirir: “Ankara'da ne yapılır ki?” 90 yaşını çoktan aşmış bir Cumhuriyet'in başşehri olma hüviyetini gerçekleştiremeyen Ankara'nın resmî; muadil dostlarıyla aynı masaya oturamaması acı bir sonuç. Konumuz, ‘projesiz modernleşme' üzerine atıp tutmak değil. Ama devrim sonrası yeni ülkenin yeni yüzü olamayan bir şehirden bahis açıldığında söz konusu tartışmadan beri olunamıyor. Her neyse… Coğrafya derslerinden de hatırlanacağı üzere Ankara'nın iklimi karasal, bitki örtüsü ise ağırlıklı olarak bozkır. Ki şehre yakışan bir renktir bu, belirtelim. Hal böyle olunca tabiat güzellikleri kısıtlı bir başkentimiz var. Ama şehrin deniz ihtiyacını karşılayan göllermevcut; Mogan gibi, Eymir gibi. Gölbaşı ilçesinin hudutlarında bulunan Mogan'ın da ziyaretçileri epey fazla. Ama başkentlilerin ve şehre dışarıdan gelenlerin tercihi Eymir Gölü şüphesiz. Neden mi? Çünkü sonbaharın son günlerinde burası o kadar romantik oluyor ki gidip görmek icap ediyor. Lakin önce burayı tanıtmakta fayda var: Arazisi Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ne, yani ODTÜ'ye ait. ODTÜ Spor Kulübü Kürek Takımı'nın çalışma alanı olarak tasarlanmış. Zaten göl kenarındaki kayıkhane, Eymir'in sahibi gibi çalımlı duruyor. Göl, ormanlık bir alanın ortasında yer alıyor; fakat ağaçların ardındaki kıraçlık dikkatlerden kaçmıyor. Burası da 1930'lara kadar ağaçsız imiş. Ancak söz konusu duruma 1960'ta ODTÜ rektörü olan Mustafa Kemal Kurdaş müdahale eder. Ve özel çabalarıyla araziyi memleketi gibi yeşillendirmek için kolları sıvar. 35 yıl sonra, yani 1995'e gelindiğinde bir rüya gerçekleşmiş olur. Kemal Kurdaş ve ODTÜ Ağaçlandırma Direktörü Alaattin Egemen bu gayretleri ve sonuçtan ötürü Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık görülür. Bugün bozkırın ortasında yeşil bir vaha gibi duran tablonun mimarı Kurdaş ve Egemen'dir, anmadan geçmeyelim. 160 kuş türünün evi olan Eymir, son zamanlarda çevredeki çarpık kentleşmenin tehdidi altında. Umarım Ankaralılar, kendileri için bir nimet olan göle sahip çıkar. Bu arada gölün kapısı, araç giriş-çıkışına kapalı. Sadece ODTÜ döner sermayeden bir yıl süreli araç giriş kartı çıkarılabiliyor, ‘ille de arabayla gezeceğim' diyenlere. Söz konusu uygulama yerinde olmuş; çünkü motor, egzoz ve korna sesine uzak kalıyorsunuz. Ayrıca göl etrafını turlayan sürekli ring servisleri mevcut. Yorulduğunuzda böyle güzel bir alternatifiniz var, unutmayın.
‘Ne yapılır burada?' diyenler için mini rehber:
Manzaralı bir kahvaltı: Eğer günün erken saatlerinde Eymir'e gelmişseniz martı değil; ama ördek sesleri eşliğinde içindeki işletmelerde mükellef bir kahvaltı yapabilirsiniz.
Bisiklet turu yapın:Şahsî; bisikletiniz ile gelmediyseniz şayet; hemen girişteki bisiklet kiralama noktasından temin edebilirsiniz. Bu arada müşteriye İstanbul Adalar'dakinden daha kaliteli bisikletler veriliyor. Sonrasında ise basın pedala ve ağaçlara selam vere vere yolun keyfini çıkarın.
Yürümeye övgü: Eğer David Le Breton gibi ‘Yürümeye Övgü'de bulunmak ve “Yürümek ruh yetmezliği yaşamaktır. Daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır.” diyenlerdenseniz o halde göl kıyısını yavaş yavaş adımlayın.
Bot keyfi: Yine bot kiralamak da mümkün. Sınırları çizilmiş bir alanda sevdiklerinizle su üstünde pedal çevirebilir, kürek çekebilirsiniz.
Başkent'te balık-ekmek: Karnınız acıktıysa ekmek arası çeşitliliği zengin. Ama göz kamaştıranı balık-ekmek kuşkusuz. Hem bir deneyin bakalım, Ankara'da balık-ekmek yemek nasıl oluyormuş.
Bağ evinde çay zamanı: Gölde bir bağ evi bulunuyor. Özel işletmenin sahibi olduğu mekânda güzelliği çayla birleştirin. Ama gölün diğer yakasındaki büfelerin iskemleleri üzerinde de vaktiniz varsa çay yudumlayın, kitabınızı okuyun.