Üyesi oldukları Liberal Düşünce Topluluğu'nun 17/25 Aralık sonrasında adı rüşvet ve yolsuzlukla anılmasına rağmen AKP'yi desteklemesinden rahatsız olan bir grup, ayrılarak Özgürlük Araştırmaları Derneği'ni kurdu. Dernek Başkanı Bican Şahin, “2012'ye kadar AKP'nin olumlu politikalarını övdük. Eğer bugün yanlışları eleştiriyorsak bu entelektüel dürüstlük icabıdır.” diyor.
Özgürlük Araştırmaları Derneği'nin (ÖAD) kuruluşundan sonra liberal cephedeki kırılma hakkında birçok yorum yapıldı. Siz neler söylersiniz?
ÖAD tüm siyasi partilerden bağımsız bir dernek. Kurucuları, Liberal Düşünce Topluluğu'nun (LDT) üyeleri ile 20 yıl boyunca vesayet rejiminin geriletilmesi için mücadele etti. Ancak, AKP'nin son yıllarda uyguladığı politikalarla LDT bünyesinde iki farklı yaklaşım çıktı. Zamanla bir arada Türkiye siyaseti hakkında bir şeyler söylemek güç bir hal aldı. Bu durumda en sağlıklısı herkesin fikirlerini rahatça söyleyebileceği bir platforma sahip olması. Ayrıca kavga etmek benim karakterime de pek uygun değil. Ya susup köşeme çekilecektim ya da yeni bir yola girecektim. Benim için en uygun yol, yeni bir kurum çatısı altında yola devam etmekti.
Görüş ayrılıkları nerede başladı?
Aslında Gezi sürecinde liberal çevrede görüş ayrılıkları derinleşse de 17-25 Aralık'a kadar bu iki farklı görüş bir arada durabilmişti. Ancak, Gezi sürecinin büyümesiyle görüş ayrılıkları da derinleşti. Bize göre Gezi süreci, hükümetin son dönemdeki otoriterleşen tavrına karşı bir tepkiydi. İkinci çizgide olanlar ise ağırlıklı olarak Gezi süreci ve 17-25 Aralık'ın hükümeti devirmek için bilinçli bir hareket olduğunu düşünüyordu. Ben, bu olaya verilecek tepki konusunda LDT'deki “darbe görüşü”nü savunan arkadaşlardan ayrıldım. Bana göre yargının yasalara uygun olarak ortaya koyduğu deliller ve açılan davalar, sonucu her ne olursa olsun engellenemez. Eğer bunları, siyasi mülahazalarla engellerseniz, bir daha hukukun yürütmeden bağımsız ve adil bir şekilde uygulanmasını asla bekleyemezsiniz.
Nitekim bugün yargının bağımsızlığı tartışılıyor...
Evet, hükümet “17-25 Aralık Darbe Girişimi” adını verdiği süreçle mücadele doğrultusunda adli kolluk yönetmeliğini, HSYK Yasası'nı, yüksek yargının yapısını değiştirdi. Kişileri gözaltına almak için önce “makul şüphe”den “somut delile dayalı güçlü şüphe” kriterine geçip daha sonra tekrar “makul şüphe”ye dönerek, sulh ceza hâkimliklerini kurarak Türkiye'de zaten zayıf olan yargı kurumunun köküne kibrit suyu döktü. Bakın, tüm dünyadaki devletleri “hukukun üstünlüğü/hukuk devleti” ilkesi temelinde değerlendirip sıralamaya koyan Hukuk Devleti Endeksi'nde Türkiye bir yıl içinde 59. sıradan 80.liğe geriledi. Demokratikleşme teorisinin saygın isimlerinden Amerikalı siyaset bilimci Larry Diamond, Journal of Democracy'de 2015 yılında yayınladığı makalesinde Türkiye'yi 2000 ile 2015 yılları arasında çöken 25 demokrasiden biri olarak zikretti.
BATILILARIN ZEKASIYLA ALAY EDİYORLAR
Hükümet çevreleri bu raporların Türkiye'nin büyümesinden rahatsız olan düşmanların etkisiyle hazırlandığını söylüyor. Ne dersiniz?
Bu çok zayıf bir argüman. Bu kurumlar 2002-2012 yılları arasında AKP hükümeti Türkiye'nin demokrasi karnesini geliştirdiğinde bu durumu endekslerine yansıttılar. Hükümet çevreleri dün bu değerlendirmelerle haklı olarak gururlanıp vesayet rejimini savunanlara fiyaka yapıyordu. Dün vesayet çevreleri, Batı'yı Türkiye'de ılımlı İslami bir rejim kurmak için AKP'yi desteklemekle suçluyordu. Bu olumlu raporları da oyunun bir parçası olarak görüyordu. Maalesef, bugün hükümet çevreleri ve onları destekleyen gazeteci ve entelektüeller, dün eleştirdikleri vesayetçi kesimlerin argümanlarına sarıldı. Bugün çok farklı sesten insan dünyaya Türkiye ile ilgili görüşlerini anlatıyor. Yıllardır Türkiye'de yaşayan, Türkiye siyasetini pek çok kişiden daha yakın takip eden birçok Batılı gazeteci, yazar ve akademisyen var. Ve bunların pek çoğu geçmişte AKP iktidarını övgüyle anlattılar. Şimdi, bugün Batılılara “Size Türkiye'den yanlış bilgi veriliyor, aslında siz aldatılıyorsunuz” demek Batılıların zekasıyla alay etmek.
YARIM AĞIZLA DEĞİL ESASTAN UYARIMIZI YAPIYORUZ
Demokrasideki ivme kaybı günlük hayatta da görülüyor. Twitter'da yazılan bir sözle davalar açılıyor, eğitim kurumlarına, özel teşebbüslere baskınlar yapılıyor. Böyle bir ortamda serbest piyasa ve hürriyeti savunması gereken liberaller hangi motivasyonla sessiz kalabiliyor sizce?
“Her koyun kendi bacağından asılır” diye bir atasözümüz var. Her liberal de kendi yapıp ettiklerinden sorumludur. Biz bir liberal kuruluş olarak, inandığımız ilkeler çerçevesinde hükümetin yanlış yaptığını düşündüğümüz şeyler hakkında yarım ağızla değil, esastan uyarılarımızı yapmaya devam ediyoruz. ÖAD çevresindeki kişiler 2002-2012 yılları arasında gerek ulusal gerek uluslararası platformlarda AKP iktidarının olumlu politikalarını gururla anlatmışkişilerdir. Eğer, bugün yanlışları eleştiriyorlarsa bu entelektüel dürüstlük icabıdır. Bir siyasi kavga uğruna binlerce öğretmenin çalıştığı, yüz binlerce öğrencinin okuduğu, binlerce girişimcinin alın terinin ürünü dershaneler kapatılırken; yüz binlerce mudinin tasarruflarını değerlendirdiği bankaya el konulurken; ortada bir mahkeme kararı yokken Fethullah Terör Örgütü diye bir örgüt icat edilip bu harekete yakın şirketlere operasyon yapılırken; Hürriyet, Cumhuriyet, Sözcü, Bugün, Zaman gibi muhalif basın yayın organları vergi, denetleme vb. yollarla yıldırılmaya çalışılırken liberaller olarak bizim sessiz kalmamız mümkün olamazdı.
BÜYÜK RESİMDE YARGI DARBESİ YOK OTORİTERLEŞEN BİR ÜLKE VAR
ÖAD'ın kuruluşundan sonra bazıları sizin için ‘Gülenist' ifadesini kullandı. Bugün Türkiye'de iktidarı eleştiren herkes benzer şekilde yaftalanıyor. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Bugün hükümetin yanlışlarını söyleme cesaretini gösteren herkese “Gülenci”, “paralelci” deniyor. Gezi sürecinde ve 17-25 Aralık sürecinde hükümeti destekleyen bazı kişiler bize de aynı ithamlarda bulundu. Oysa bakılırsa ÖAD çevresindeki Mustafa Erdoğan, Ergun Özbudun, İhsan Dağı gibi kişiler, hükümet-cemaat kavgası ortaya çıkmadan çok önce hükümet politikalarına ilkeli eleştiriler getirdi. ÖAD çevresindeki hiç kimse Gülen Hareketi'ne şartsız destek vermiyor. Ama kendilerini savcı ve yargıç yerine koyup, Fethullah Gülen ve takipçilerini yargısız infaz etmeyi reddediyor. Gerek şahsımın, gerek Orhan Kemal Cengiz gerekse de Mustafa Akyol gibi üyelerimizin ifade ettiği şey Gülen Hareketi'ne bağlı kişilerin, eğer hukuksuz dinleme, darbe davalarını rayından çıkarma, kamuya giriş sınavlarında usulsüzlük yapma gibi suçları işlemişlerse adil bir yargılanmayla bunun hesabını vermeleri gerektiğidir. Ayrıca suçun ve cezanın şahsiliği prensibi gereği bu suçları işleyenler her kimse o kişiler ve onlara bu emirleri verenler yargılanmalı. Oysa bugün yapılan tam bir cadı avına dönüştü.
Yaşanan bütün olaylar AKP-cemaat çekişmesi üzerinden okunuyor. Birçok aydın da şimdiye kadar meseleye bu şekilde yaklaştı. Sizce bunun büyük resmi yorumlamada nasıl bir etkisi var?
Engelleyici bir etkisi var. Türkiye 2011 yılından bu yana bir otoriterleşme sarmalı içerisine girdi. Yani, hükümet ve Gülen cemaati kavgası patlamadan önce de ciddi otoriterleşme eğilimi vardı. Şimdi 17 Aralık sonrasında kimi çevreler, bize yolsuzluk meselesine yani küçük resme bakmamamızı, demokratik hükümete yönelik “yargı darbesi”ne yani büyük resme bakmamızı söylediler. Kanımca, bunu söyleyenlerin kendileri asıl büyük resmi gözden kaçırıyor. Bu resim de gittikçe otoriterleşen, özgür dünyadan uzaklaşan bir Türkiye resmidir. Maalesef, “paralel yapı” ile mücadele adına göz yumulan uygulamalar, Türkiye'de bir “yarışmacı otoriteryenizm”e giden yolun taşlarını oluşturuyor.