Sahur vakti evlerinden alınan polisler, bir yılı aşkın süredir cezaevinde. Aradan geçen uzun süreye rağmen haklarındaki iddianame hâlâ yazılabilmiş değil. Verilen tahliye kararına rağmen Silivri Cezaevi'nde esir tutuluyorlar. Tutuklu polislerin avukatı Ömer Turanlı ile süreçte yaşananları konuştuk.
Polislerin cezaevinde tutulmasında gösterilen gerekçeler ne kadar hukukî;?
Siyasî; iktidar önce bir karar alıyor, kendince suç ve suçluları tespit ediyor. Daha sonra buna uygun mahkeme ve hakimlikler ihdas ediliyor. Anayasa'daki tabii hakim ilkesi bir kenara atılıyor. Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla konuyu yüksek mahkemeye taşıdığınızda bu sefer yüksek mahkeme üstünde bir baskı kurularak karar vermesi engelleniyor. Yaşananlar Türkiye'nin hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti ve adalet inancına ve hukukun üstünlüğüne büyük bir darbe vurdu. Ne acıdır ki tüm ülkeyi saran korku atmosferi içinde, hukuk eğitimi veren üniversitelerden, öğretim üyelerinden maalesef yüksek bir ses çıkmadı.
Hâlâ uygulanmayan bir tahliye kararı var…
Evet, bir mahkemenin kararına eğer kanunî; yolu varsa itiraz edilebilir ya da temyize gidilebilir. Yoksa mahkemenin verdiği karar kesindir. Bir mahkemenin kararını bir alt mahkemenin ya da mahkemeye atanan başka bir hâkimin yok saymasının hukukta yeri yok. Bu nedenle müvekkiller tutsak konumunda. Yani hukuka aykırı bir şekilde özgürlükleri kısıtlanıyor. Casuslar ve hırsızlar bir araya gelip hukuka darbe yaptı. Bu insanların aklına ve vicdanına darbedir, hukuka olan saygıya darbedir.
Tahliye kararı verildikten sonra aileler, hevesle eşini/babasını almaya gitti fakat hepsi hayal kırıklığına uğradı. Ne hissettiler?
Tarihte eşi, benzeri olmayan zulmün bir üst tabakaya ulaşmasıydı aslında o. Silivri'de saatlerce babalarını bekleyen ve kavuşamayan küçük çocukların dünyaları dinamitlendi. Çocuklar o andan sonra babalarının gerçekten zindanda olduklarını anladı. Müvekkillerden birinin çocuğunun dört gün komada kalması, babalarının geleceğinden ümitlenen çocukların geceleri babalarını sayıklaması, uykudan ağlayarak uyanmaları unutulmayacak zulümler. Öyle ki cezaevindeki gardiyanlar bile yapılan zulmün farkında. Gardiyanın biri, “Bu, hükümeti yıkmaya değil, paraları yıkmaya teşebbüs.” deyip gülmüştü. Trajikomik bir olay daha: Müvekkillerden Aytekin Koçak'ın ailesi, ‘Oğlum sen tahliye oldun, niye çıkarmıyorlar?' diye soruyor. Müvekkil de ‘Anne bu da bir şey mi, bize tahliye kararı veren hâkim yan koğuşta.' diyor ve yaşanan içler acısı duruma gülüyorlar.
Tutuklu polisler nasıl vakit geçiriyor?
Kitap okuyor, yabancı dil öğreniyorlar. Ama bunun öncesinde cezaevi şartlarını konuşmak gerekir. Kaldıkları cezaevine cezası kesinleşmiş ağır ceza mahkûmlarını koyabilirsiniz. Polislerin birçoğu terörden yargılanmıyor, haklarında verilmiş ceza yok, iddianame bile tanzim edilmiş değil. Emniyet mensubu, tayinleri çıkmış, makamları olan insanlar… Memurlara bakan Paşakapısı Cezaevi'ne koymanız gerekir. Önce Metris'e, oradan Silivri'de adı konmamış bir bölümde tutuluyorlar. Bu bir linçtir!
Şartlar nasıl peki?
Cezaevinde idarenin kontrolünde belli inisiyatifler vardır. Müvekkillerimiz kurallara riayet eden insanlar. Buna rağmen inisiyatif alınacak hususlar müvekkillerin aleyhine kullanılıyor. Terör örgütü mensuplarına yapılan muamele, müvekkillerimize yapılan muameleden çok daha iyi.
Neler yaşanıyor mesela?
Girişte müvekkillerin aileleri kontrol ediliyor fakat bu kontrol o kadar abartılıyor ki bir saatlik görüşme yarım saate düşüyor. Yurt Atayün'ün annesi emekli, maaşından başka geliri yok. Oğlunu görmeye geliyor, savcı buna izin vermiyor. Müvekkilin ailesi eşya getiriyor, eşyaların tesliminde zorluk çıkarılıyor. Ergenekon ve Balyoz'un sanıklarına bilgisayar verildi, savunmalarını yazdılar. Bizim müvekkillere bilgisayar vermeyi bırakın, normal görüşte not almak için kalem bile verilmiyor.
Siz bu dönemde baskıya uğradınız, ofisiniz arandı?
Ofisimiz iki defa basıldı. Nazmi Ardıç hakkında arama kararı çıkarılmış, bizim ofiste olduğu zannedilmiş. Ardıç'ı iki-üç defa görmüşüm, kaldı ki benim müvekkilim değil. 15-20 polis binayı sardı. Ellerinde arama kararı yok. Yine de kolaylık sağlamaya çalıştık. ‘Buyrun, arayın.' dedik. Buna rağmen insan katlediyormuşuz gibi bir tavır sergilediler. Bunun dışında çeşitli yöntemlerle takip ve taciz ediliyoruz. Bir defasında Haliç Köprüsü'nde 3-4 sivil tarafından çevrildim. Bunlar ucuz şeyler… Bunların haricinde işlerini yaptığımız firmalar işlerini çekti, bazı müvekkiller de ‘Devlet sizi sevmiyor' deyip bıraktı.
Polislere yapılan hak ihlalleri ve hukuksuzluklar kamuoyu oluşturabildi mi? Medyada istediği kadar yer bulabiliyor mu?
Yaşananlar sadece birkaç TV ve gazetede yer alıyor. Havuz medyasının varlığı, diğerlerinin vergi denetimi, kredi alımı gibi maddî; sebeplerle baskınlara uğraması, korkutulması konunun medyada işlenmesinin önünde büyük bir engel. Bu konuda az da olsa fikir beyan eden gazeteciler hükümetin baskısıyla işinden ediliyor.
Medyanın bir bölümü yolsuzluk dosyalarının tamamına sahip çıkıyor ama konu polisler olunca savunmuyorlar. Neden sizce?
Bu tavrın dünyada örneği yok. Anlamak güç. Soruşturma mükemmel denilirken, konu soruşturmayı yapan polislerin haklarını savunmaya gelince sessiz kalıyorlar. Medya gibi siyasî; partilerin politikaları da benzer şekilde. ‘Cemaatçi polisler' tezi cesaret problemi olanların sığındıkları mazeret adasıdır. Kendilerini kandırmak için başkasının yalanıdır.
Küçük Hikmet, ‘Bütün acıları ben mi yaşayacağım?' diyor
“Öztürk ailesinin yaşadıklarını tarif etmek mümkün değil. 5-6 yaşında anne ve kardeşini kaybeden bir çocuk, üstüne üstlük babası tutuklanıyor. Ahmet Bey'in durumu vicdan yaralayan bir konu. Acıyı yaşamaya dahi izin vermediler. Küçük çocuğun, ‘Allah'ım bütün acıları ben mi çekeceğim?' diyerek Rabb'ine gözyaşlarıyla yalvarmasını unutamam. Müvekkilim eski asayiş şube müdürü Ertan Erçıktı, çocuğuyla iki ay görüştürülmedi. Çocuk, babasının öldüğünü zannediyor. Babasının mezarını çizip annesiyle mezara gittiğine ilişkin resimler yapıyor.”
Aileler tam tevekkül sahibi
“Çocuklarına kol kanat gererek, eşlerini sessiz ve edeple bekleme terbiyesini almış insanlar... Yıllarca her anını birlikte geçirdikleri, aynı yastığa baş koydukları eşlerinin ne denli dürüst olduklarını biliyorlar. Eğer eşlerine sonsuz güvenleri olmasaydı bir dakika bile katlanmazlardı. Çocuklarının kreşlerinden atılmasına kadar varan baskılara rağmen tüm sıkıntılara katlanıyorlar.”
Her şehit haberinde sevinç çığlıkları duymak zorunda kalıyorlar
“Şehit haberleri yüreklerine hançer gibi saplanıyor ve onlar için hatim indiriyorlar. Yıllardır mücadele ettikleri DHKP-C'lilerle beraber kalıyorlar. Her şehit haberinde yan koğuştan sevinç çığlıkları geliyor, onlar bir şey yapamıyor. Onlar döneminde örgütlerin yüzlerce kanlı planı deşifre edilerek güvenlik güçlerine yönelik eylemler önlenmiş. Biliyorlar ki olayların tamamı güvenlik zafiyetinden kaynaklanıyor. Ülkemizde istihbarat ve terörle mücadelenin sıfırlandığı açık.”