Yıllar önce evladını şehit veren ailelerin çoğu haberleri izleyemiyor. Zira her şehit haberinde acıları tazeleniyor. Evlatlarının ardından hayatları enkaza dönüşen aileler, “Allah can düşmanıma bile böyle bir acı yaşatmasın.” diyor.
Dağ gibi çocuklarını teröre kurban verdiler yıllar önce. Kimisi Dağlıca'da kimisi Aktütün'de şehit düştü. Geçen zaman ise ailelerinin acısını dindirmeye yetmedi. Gelen her şehit haberinde ciğerlerine kızgın yağ dökülüyor sanki. Hepsi daha dün gibi hatırlıyor kapılarına acı haberi vermek için gelenleri... Oğlunun şehadet haberini aldığından beri bir kez bile adını telaffuz edemeyen anne, şehit maaşının bir kuruşuna dahi dokunmayıp parayı himmet eden baba, kardeşinin geride bıraktığı yetimin yanında kendi çocuklarına ‘baba' dedirtmeyen kardeş, sevdiğine kavuşma hayalleri kuran eş… Yüreği yangın yerine dönen ailelerin acısı ilk günkü gibi taze ve söylediklerine göre ateş düştüğü yeri yakıyor. "Evladımızı feda etmeye hazırız." diyenlere de tepkililer: “Çocuklarını göndersinler Aktütün'e, Ceylanpınar'a, Dağlıca'ya. Bakalım sonrasında da böyle rahat konuşabilecekler mi?”
‘Oğlumu getir bana dünyayı vereyim sana'
2008 yılında Hakkâri'nin Şemdinli ilçesine bağlı Aktütün köyündeki Jandarma Sınır Karakolu'nda şehit düşen Oktay Karakelle'nin ailesinin yüreği, art arda gelen şehit haberleri karşısında dağlanıyor. Baba Hüsamettin Karakelle, “Oğlum şehit olmadan önce şehit haberlerini görüyordum, bir baba olarak yüreğimi yakıyordu ama geçip gidiyordu. Oğlum şehit olduktan sonra başka… Ne zaman şehit haberi görsem Oktay'ı kaybettiğim o ilk günkü acıyı duyuyorum.” diye konuşuyor. Evlat acısının hiçbir şeye benzemediğini anlatan Karakelle, “Oğlumu getir bana, dünyayı vereyim sana.” diyor defalarca.
‘Hanımın ağzından bir kere Oktay ismi çıkmadı'
Karakelle, 2008'den bu yana eşinin bir defa bile gülmediğini söylüyor: “Oğlumun naaşını karşı yakadaki şehitliğe bırakamadık, Kartal'da evimize yakın bir mezarlıkta. Hanım haftada üç-dört gün Oktay'ın yanına gidip, saatlerce mezarının başında kalıyor. Torunuma Oktay ismini verdik ama hanım, ona adıyla seslenmiyor. Yıllardır ağzından bir defa Oktay ismi çıkmadı.”
Oğlunun şehadet haberini almadan önceki son telefon konuşmasını anlatıyor Karakelle: “3 gün önceydi. ‘Oğlum mezardan mı konuşuyorsun, bu ne hal?' diye sordum, mevzide olduklarını söyledi. Yanına gitmek istedim, ‘Baba sakın buralara gelme.' dedi. O bana bir şey olur diye korkuyor, ben ona zarar gelecek diye... Telefonu öyle kapattık. Çatışma gecesi rüya gördüm. Dağlık taşlık bir yerde rahmetli annemi görüyorum, asker sivil yığınla kalabalık… Oktay çarpıyor gözüme, sonra kayboluyor. Uyandım, dua okudum, tekrar yattım ve aynı rüyayı üç kere gördüm. Sabah kalktım ama duramıyorum. Kaynarca'ya bir işimi halletmeye gitmiştim ki oğlum aradı, ‘Baba evin etrafını askerler sardı.' dedi. Eve nasıl geldim bilmiyorum, evin önü mahşer günü gibiydi. Allah kimseye böyle bir gün yaşatmasın, analar babalar ağlıyor, deli oluyorum. Çocuklar babalarının tabutu başında yutkunarak ağlıyor, dayanamıyorum.”
‘Ayda bir gider bayrağını değiştiririm'
Siyasî; kanattan gelen “Evlatlarımızı feda etmeye hazırız.” söylemleri karşısında, “Zenginin oğlu gitmez oralara. Oğlum kendisi gitmek istedi. Oktay'lar gider, Ahmet'ler Mehmet'ler de… Ayda bir kere oğlumun bayrağını değiştiririm, gururla. Benim çocuğum eline silah almamıştı ama saldıranlar, akşama kadar silah eğitimi yapıyor. Can düşmanım bile olsa evlat acısı yaşamasını istemem.” diyor.
‘Orada evladı olan böyle rahat konuşmaz'
Aktütün şehitlerinden Çağlar Mengü'nün ailesi de “Kör bir kuyudayız, çıkamıyoruz.” diye tarif ediyor içinde bulundukları hayatı. Her şehit haberinde eski günleri tekrar tekrar yaşadıklarını anlatan baba Azimet Mengü, “Eşim hayata dönmedi. Evde oğluma ait bir köşe var. Namazını kılıyor, dönüyor oraya bakıyor, o güne geri dönüyor. Bazen fenalaşıp bayılıyor. Ağabeyi evlendi, çoluk çocuğa karıştı ama kardeşinin acısını unutamıyor. Hiçbirimiz tastamam dönemiyoruz hayata.” diyor. Oğlunun çok iyi bir çocuk olduğunu söyleyen Mengü, “Onu melek oğlum diye severdim. Resmini yanımdan ayıramam. Son aylarda üst üste gelen şehit haberlerini gördükçe evine ateş düşen o anne babalara içim yanıyor. Şehitliğin Allah katındaki yerine inanmasak nasıl teselli oluruz, bilmiyorum. Evladım benim nefesimdi, o gidince o nefesim boğazımda düğümlendi.” diye anlatıyor duygularını.
Çağlar'ın izne geldiğinde sevdiği kızla vedalaşmasını da unutamıyor: “Oğlan izne geldi, Aktütün'e gidecek ama sevdiği kızla ayıramadık bir türlü. Ağlaya ağlaya vedalaştılar. O an gözümün önünden gitmez. Oğlum geldiğinde düğün dernek yapacaktık. Takdir-i İlahi…” Mengü, Aktütün saldırısında ihmaller olduğunu da söylemeden edemiyor: “Düşünüyorum, işin içinden çıkamıyorum bir türlü. İçimde bir korla yaşıyorum. O ateş sönmek bilmiyor. ‘Evladımızı feda ederiz.' diyenler çocuklarını o coğrafyalara bir göndersin bakalım, Aktütün'e, Ceylanpınar'a, Dağlıca'ya göndersinler. Gönderebilirler mi? Orada evladı olan böyle rahat konuşamaz. Ateş düştüğü yeri yakıyor.”
‘Annem bana iki defa sarılır, biri kardeşimin yerine...'
21 Ekim 2007'de Hakkâri Yüksekova'daki Dağlıca Taburu'na yönelik gerçekleşen saldırıda şehit düşen Uzman Çavuş Selçuk Gürdal'ın ailesi de onu anmadan bir gün geçiremiyor. İkiz olmaları hasebiyle kardeşinin üzerinde çok etkisi olduğunu söyleyen Dağlıca şehidinin kardeşi Celalettin Gürdal, “8 buçuk yıldır Selçuk'un adını anmadığım gün yok.” diyor ve ekliyor: "Kardeşim bir evlat bıraktı geride. Samed şimdi 12 yaşında. Benim üç çocuğum var, çocuklarım ve yeğenimle bir araya geldiğimizde çocuklarımın ‘baba' demesini kısıtlıyorum. Benim oğlumun adı da ablamın oğlunun adı da Selçuk. Hatta silah arkadaşları da çocuklarına Selçuk ismini verdi. Beş Selçuk var, Selçuk'lar bir ölür, bin dirilir.”
Annesinin kendisini her gördüğünde iki defa sarıldığını anlatan Gürdal, “Bir defa da Selçuk yerine sarılır…” diyor. Babasının ise kederinden hastalandığını, altı ay içinde vefat ettiğini anlatan Gürdal, “İnanıyorum ki Selçuk ile birlikteler. Mekânları cennet olsun. Her canlı ölümü tadacak ama ben her gün tadıyorum!” diye konuşuyor.
‘Cenaze geldiğinde yanımızdalar üç gün sonra kimse yok'
Gürdal, ‘Evlatlarımızı feda etmeye hazırız.' sözlerini şöyle yorumluyor: “Hiçbir siyasî;nin yahut zengin çocuğunun Güneydoğu'ya gittiğini duymadım. Çünkü onların yaşama hakkı var! Al bayraklara sarılı cenaze geldiğinde herkes yanınızda, peki üç gün sonra? ‘Bir tek sizin evladınız mı şehit oldu?' diyen densizler var!”
Şehit maaşının bir kuruşuna bile dokunmadı!
1993 yılında Elazığ-Bingöl arasında terör örgütünün saldırısı sonucu 33 askerin şehit edildiği olayda oğlu Ünal'ı kaybeden Selami Kalafat, evladını kaybedeli 22 sene olsa da o acıyı ilk günkü gibi yaşıyor. Eşinin evlat acısına dayanamadığı için vefat ettiğini anlatan Kalafat, şehit oğlunu düşünmeden birkaç saat bile geçiremiyor. Oğlunu rüyalarında gördüğünü anlatan baba, “Kalbim fırlayacak gibi uyanıyorum.” diyor ve 93 yılından beri mücadele etse de oğlunun naaşını ulaşamıyor.
84 yaşında olduğunu, artık hakkını arayamadığını acılı baba, “Mahkemeyi geçtim, karakola gitmiş insan değilim, hâlâ bana mahkemeye git diyorlar. Artık mahkemelerle uğraşacak maddî; manevî; gücüm yok.” şeklinde konuşuyor. Kalafat, aldığı şehit maaşının bir kuruşuna dahi dokunmuyor, hayır kurumlarına, Kur'an kurslarına, camilere ve ihtiyaç sahibi ailelere infak ediyor.