Quantcast
Channel: ZAMAN-PAZAR
Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

İstanbul'u uzaktan seyretmek bir savaşı izlemek gibi

$
0
0

İstanbul'dan başka İstanbul yok. Başka Boğaziçi de. Son kitabıyla Gündüz Vassaf, şehrin ve ülkenin tarihine dair hafızayı balıklar üzerinden tazelerken, hikayesine çevreci tohumlar serpiştirmiş. Kendisiyle değişen İstanbul'un uzaktan nasıl durduğunu ve biz şehirlileri konuştuk.

Boğaziçi; medeniyeti, efsaneleri, yalıları, gemileri ve balıklar üzerinden yeniden keşfediliyor. Gündüz Vassaf'ın kaleminden öykü ve şiirlerin yer aldığı “Boğaziçi'nde Balık” kitabı için boğaz ümranının son edebi meyvesi diyebiliriz. Son dönemde 3. köprü, sahil dolgusu, imar yağmaları gibi akla zarar projelerle anılagelen Boğaziçi, bu kitapta yakın ve uzak tarihten manzaralar eşliğinde, insanın başrolünde olduğu bir doğa harikası olarak hikâye edilmiş. “İstanbul'u yaşamaya” teşvik ederken, ütopik fikirlerle sarılı bu edebî; potporiyi yazarın Sedef Adası'ndaki evinde konuştuk.

Şehirdekiler nasıl bir keşmekeş içinde olduklarını bilmiyor. Durumu anlamak için tıpkı bir kartpostala bakar gibi manzaranın kenarında olmak gerekli herhalde? Sizce burada nasıl bir İstanbul manzarası var?

Aslında patolojik bir ilişki. Mesela buradan Kartal ilçesini görüyorsunuz. Geçen gün yağmur yağınca Kartal'ı sel aldı. Burada öyle bir felaket olmadı ve karşıda yaşanan o saçmalığı görüyorsunuz. Kartal'a onlarca gökdelen yapılırken hâlâ nasıl yol yapılamadığını görünce, insan üzülsün mü, acısın mı, kızsın mı bilemiyor. Ama tüm olan bitenin dışındasınız, evet öyle uzaktan kartpostala bakmak gibi. Hatta bir savaşı seyreder gibi nerdeyse. Çünkü sadece İstanbul güzelliğiyle önümüzde değil orada bir yaşam mücadelesi var, korku var, öfke var... Yani böyle bakınca hiçbir kartpostala da benzemiyor. Almanlarda bir kelime var “schadenfreude” yani ‘iyi ki de benim başıma gelmedi' diye bir nevi sevinme hissi anlamına geliyor. Aslında bunu telaffuz etmekten utanırız ama için için ben yırttım demekten geri kalmayız...

Geçenlerde Başbakan Ahmet Davutoğlu “İstanbul şeytanca bir yaklaşımla, küçük çıkarlar için tarumar edildi.” dedi. Ben buradaki şeytanca hevesten kapı açmak istiyorum. İrade sahibiyken günahını bir başkasına yıkarak siyaset yapmak neden sizce?

Eğer başbakan böyle bir şey söylediyse kendisinin şeytanla şimdiye kadar bizim bilmediğimiz bir ilişkisi var demektir. (gülüyor) Evet, genellikle fena şeylerle kendimizi bir araya getirmekten kaçınırız. Mesela yahu bu insanlar böyle, şöyle deriz. İnsanoğlu yalancıdır, kadına güven olur mu gibi sokak konuşmaları... Ama eğer insansak ben de yalancıyım, erkeksem ben de güvenilmezim demektir bu. Kendimizi kötü şeylerden ötekileştirerek bir nevi temize çıkarmaktır aslında. Aklıma şu misal geldi. Benim arabam yok. Ama insanlar kendilerini zorlayarak araba almaktan kaçınsalar. Mesela “dünyanın ilk arabasız şehri” inisiyatifi başlasa. Böylelikle elektrikli arabalar, yürüyen kaldırımlar, yürüyen merdivenler daha çok olsa. (pencereden martı sesi geliyor) Ama böyle olmuyor mevcut düzen neyse oradan devam ediyoruz. En hesaplısı veya en fiyakalısından bir araba sahibi olmak istiyoruz.

Neyin psikolojisi bu o zaman?

Biz insanlar, biz İstanbullular, biz adalılar deyince aslında otomatikman bir öteki yaratıyorsunuz. Karşımızdaki kişi “biz”den olunca sarmaş dolaş oluyoruz, olmayınca öteki oluveriyor.

Biz derken hep insanları kastediyoruz. Halbuki tabiatta sadece biz değil başka canlılar da var? Kitabınızdan gidelim. Mesela Boğaziçi'ndeki balıkları ve hayvanları nasıl rahatsız ediyoruz?

Balığa bizi daha mutlu edebileceği noktasından bakmak gibi bir bencilliğe sahibiz. İşte biz insanlar derken biz canlılar diyemiyoruz henüz. Bu gezegendekiler diyemiyoruz. Mesela balık tutan adamlar. Balıkçılık, romantik bir iş olagelmiştir, adam balık tutarken türkü söyler oh ne âlâ… Aynı şeyi geyik avlarken söyleyebiliriz belki? Ama son dönemlerde bir hassasiyet oluşmaya başladı. Geyik avcıları dışında avcılığa tepki gösteren birileri var artık. Bana göre balık avı da aynı şey. Hele sporuna yapılırsa. Bir lüfer akını oluyorsa yüzlercesini çekiyoruz. Yani bir gözü doymazlık var bizde.

Şuursuz avlanmayla Marmara'nın yitip giden balık türleri olduğu hatta balıkların nasıl denize döküldüğünü hatırlarsınız...

Bir de kapitalizm icabı tabii. Fiyatlar inmesin diye atıyorlardı. Çünkü satıcı yüksek fiyattan satma peşindeydi. Bir de şu var. Halk arasında erkek erkeğe dövüşmek derler. Biz hayvanları avlarken tabiri uygunsa erkek gibi dövüşmüyoruz. Bütün hileleri kullanıyoruz. İğneyle, zokayla, tuzak kurarak, hince bir şekilde. Ben balık tutulmasın demiyorum. Ama çifte standartlı olduğumuzun bilincinde olalım. Bakalım o bizi nereye götürecek.

Uçmakdere ismi bana matrak geldi

Kitapta balıkların kendi içlerinden seçtiklerini insanoğluna feda ettikleri yazıyor? Nedir bu balık metaforu?

Aslında bunun ucu çok yere gidebilir. Mesela biz askerlerimizi seçiyoruz sen git falanca yerde dövüş diye. Hatta madalya da veriyoruz, onurlandırıyoruz. Törenler filan yapıyoruz. İşte o da hikâyelerde balık nasıl tutulmaya gidiyorsa, kendimi insanlara tutturacağım gayret gösteriyorsa insanlar da kendilerinden bazılarını öne sürüyor. Yani bu devrimlerde de, grevlerde de oluyor. Bir arkada duranlar var. Hadi kardeşim göster kendini, al eline sopayı derken kendisini bir kenara çekenler… Ama özellikle askerlikte bilinir bu. İşte bunlardı hikâyemdeki balıklar, uçmakdere balıkları.

Uçmakdere de hikâyedeki gibi ütopik bir yer mi?

Hayır. Trakya sahillerinde gerçek bir köy Uçmakdere. Ben yıllar sonra öğrendim bunu. British Museum'da İslam Eserleri kısmından sorumlu kişi demişti: Anadolu'nun birçok yerinde Uçmakdere cennet tasviri anlamına geliyormuş. İsim de bana matrak geldi.

Bir de sizin boğazı temizlemek için bir amip projeniz var?

Aslında bu benim üslubumdan kaynaklanıyor. Yazdıklarım kurgudan ibaret. Ama yazdıklarımı inanarak yazdığımdan olacak çoğu zaman yazdıklarımı gerçekmiş gibi algılıyorlar. Başka bir kitabımda çok uluslu bir bankanın seçimlere dahil olmasına dair ütopik bir fikrimi beyan etmiştim. Hükümet kiralama işiydi bu. İngiltere'den bir arkadaşım aradı bazı bankacılar işte tam aradığımız fikir demişler. Türkiye'den dergiler aradı. Bu banka ile mülakat yapmak istiyoruz diye..

Markaların gönüllü reklamını yapıyoruz

Değişelim derken günden güne kapitalizme teslim oluyoruz. Artık öyle ki kendimiz dahi markalaşıyoruz. Bir örnek vermek istiyorum. Bir çocuk, üzerinde sahte bir Galatasaray forması bakkala giriyor. Elinde bir hazır çorba paketi ile oradan çıkıyor. Paketi yırtıp içindeki tozu yere döküyor. Sonra cebinden iki çengelli iğne çıkarıp o sene takımın göğüs reklamı olan Knorr paketini kendi göğsüne ilikliyor. Yani artık öyle bir hal alıyor ki markaların kendi reklamlarını yapmalarına gerek kalmıyor. Biz onun reklamını yapmak için gönüllü oluyoruz. Ve bir tüketici hareketi de yok buna bir dur

diyecek.

Yeni sitelerde tenis kortu var kütüphane yok

Son döneme bakacak olursak yeni yerleşim yerleri inşa ediliyor. 100 bin, 200 bin gibi büyük nüfuslar. Yeni orta sınıf için yapılan bu yerlerde Batı tarzı hayat reklamlarıyla camisinden tenis kortlarına kadar her şey düşünülüyor ama bir kitap satıcısı veya kütüphane olmuyor. Bir de son dönemde “Nişantaşı” muhiti üzerinden bir hedef oluştu. Burası solcuların mekânı denerek aşağılanıyor. Bence bu tamamen hükümetin aşağılık kompleksi çünkü alıp veremedikleri bir şey var beyaz Türk, zenci Türk filan denerek. İşte bizim de okumuş kesimiz var onlara karşı gibilerinden, kendi hezimetini örtme peşindeler. Gerçekleri okumak yerine nasıl bir oy daha çıkarırım hesabı yapıyorlar.


Viewing all articles
Browse latest Browse all 3284

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Istediginiz bir saatte uyanabilirsiniz


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue