Fransa’ya Türk işçi göçünün başlamasından bugüne 50 sene geçti. Yarım asır, ne tam olarak Türklere ne de tam olarak Fransızlara benzeyen yeni bir topluluk oluşmasına sebep oldu. Strasbourg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Samim Akgönül’ün deyişiyle yüzde yüz Fransız, yüzde yüz Türk olan bir toplum bu.
1960’ların başında Avrupa’ya göç etmeye başlayan Türkiyeliler sadece Almanya’ya gitmedi. İleride çok önemli sosyolojik neticeler verecek olan bu göç sürecinin başka ayakları da vardı. Mesela Fransa. Bugün Fransa’da Türkiye ile bir şekilde ilişkili olan aşağı yukarı 500 bin kişi yaşıyor. Ancak Avrupa’ya göçün bu ayağı da diğerleri gibi Almanya’nın gölgesinde kalıyor. Halbuki içinde bulunduğumuz yıl Fransa’daki Türkiye kökenliler için önemli bir sene. Çünkü Fransa ile yapılan işçi göçü anlaşmasının üzerinden tam 50 yıl geçmiş. Biz de yarım asrın hatırına binaen kendisi de Fransa’da yaşayan tarihçi ve siyaset bilimci Samim Akgönül’den Fransa’daki Türkiye kökenlilere dair bir portre çizmesini istedik. Strasbourg Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Enstitüsü ve Türk Etüdleri Bölümü öğretim üyesi Akgönül, bazıları sosyolojik bakımdan kendileri için de sürpriz olan çok ilginç şeyler anlattı.
Memleketlisini getiren başta rahat yaşadı sonra zorlandı
Akgönül, Fransa’ya üç çeşit göç olduğunu anlatarak başlıyor söze. Bunlardan ilki ‘karışık göç’ ve ilginç bir arka planı var. Fransa’nın işgücüne ihtiyacı olan yıllar… Fabrikalar devletten belli miktarda yabancı işçi talebinde bulunuyor. Ülkeyi yönetenler de bir fabrikanın talep ettiği miktarı farklı ülkelere dağıtıyor. Yani diyelim 500 işçi isteniyor, 150’si Türkiye’den, 100’ü Senegal’den, 50’si Fas’tan vs. Aynı zamanda Türkiye’den gelecek 100 işçi de farklı şehirlerden oluyor. Böylece o fabrikanın bulunduğu bölgede karışık yapılı bir göçmen topluluğu oluşuyor. Bir de zincirleme göç denilen bir olgu var ki Fransa’ya gelmiş bir Türk’ün eş dost akrabasını getirmesiyle oluşan bir topluluk. Karışık göçle gelenler zorlanarak da olsa etraftaki insanlara uyum sağlamak, dil öğrenmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla onların ilk dönemi zor geçiyor. Zincir göçle gelenler ise aynı bölgenin insanı olduğu için dayanışma içindeler ve ilk zamanları kolay geçiyor. Ancak daha sonra karışık göçle gelenlerin çocukları daha rahat bir hayat yaşarken zincir göçle gelenlerin çocukları zor bir dönem yaşıyor. Üçüncü grup ise Türkiye’den önce başka ülkelere özellikle Almanya’ya gidip daha sonra Fransa’ya yerleşenler.
Fransa’daki Posoflu sayısı Posof’takilerden fazla
Karışık göç-zincir göç ayrımının ne gibi etkileri olduğunu soruyoruz Akgönül’e. Şöyle cevap veriyor: “Fransa’da öyle yerler var ki o kasabada ya da şehirde yaşayan insanların nüfusu, kökeni oldukları Türkiye’deki ilçeden daha fazla. Fransa’nın kuzeybatısında bir kasaba var; Flers. Burada yaşayan Posoflular Posof’ta yaşayan Posoflulardan daha fazla. Yepyeni bir Posof oluşmuş. Halbuki karışık göçle gelenler eski hiyerarşiyi sil baştan inşa etmek zorunda kalıyor.”
Fransa’nın dışından bir örnek veren Akgönül, Brüksel’in Türk mahallesi olarak bilinen Scharbeck’e uzanıyor ve buranın aslında Türk mahallesi değil Emirdağ mahallesi olduğunu anlatıyor. Nüfusunun tamamına yakını Afyon-Emirdağ’dan gelen yer için şunları söylüyor: “Oradakiler Emirdağlı olmayanları da yabancı görüyor. Benim yaşadığım Strasbourg’da da Kayseri, Konya, Malatya kökenliler yoğun, kendi ağlarını kurmuşlar.”
Müslümanların talepleri Fransa’yı dinin içine çekti
Bir farklılık da dine bakışlarında. Anketlerden çıkan sonuca göre ‘Din ve devlet işlerinin ayrılması hakkında ne düşünüyorsunuz?’ sorusuna Fransa’dakilerin bakış açısı Fransızlara, Almanya’dakilerin bakış açısı Almanlarınkine yakınmış. Fakat dilsel talepleri az olan Türk toplumunun dinî; talepleri Fransa gibi bir ülke için fazla sayılabilir. Hatta Akgönül’e göre bu talepler Fransa gibi laik bir ülkeyi tekrar dinin içine çekmiş durumda. Ülkedeki Müslümanların ise cami inşası, helal et gibi pratik hayata ilişkin ortak talepler dışında aralarındaki dayanışma düşük. Yine bir anket çalışmasına göre banliyölerden taşınan Türklere bunun nedeni sorulduğunda ‘Artık daha iyi kazanıyorum.’ değil ‘Orada çok Arap var.’ cevabı veriliyormuş.
Fransa ile Almanya arasındaki bir diğer farklılık da Türkiye kökenlilerin başarı ve başarısızlığının daha az görünmesi. Almanya’da bir Türkiye kökenlinin olumlu ya da olumsuz bir şekilde kamuya yansıyan bir davranışı Türk ve Alman toplumu tarafından çok sık dile getirilirken aynı duruma Fransa’da rastlanmıyor.
Fotoğraf: Samim Akgönül
Konyalıyım diyen bin kat daha Strasbourglu
Kendi öğrencilerinden örnek veren Akgönül 'Nerelisin?' diye sorduğunda biri bile Strasbourg'luyum, Parisliyim demiyormuş. Konyalıyım, Kayseriliyim diyen öğrencilere ‘Seviyor musun oraları?' diye sorunca aldığı cevap ise şu oluyormuş: “Bilmem çok az gittim.” Halbuki Akgönül'e göre 'Konyalıyım' diyen aslında bin kat daha Strasbourg'lu. Daha doğrusu Akgönül'ün söylemiyle her ikisi birden. Yani ‘yüzde yüz Fransız yüzde yüz Türk'. Ama çoğul aidiyet pozitive edilen bir şey olmadığı için çocuk diğerini seçiyor. Fransız'ım demek ‘asimile, dejenere olmuş' gibi algılanıyor.
Eskiden Sibel popülerdi şimdi Semanur
Akgönül’e Fransa’daki çocukların Türk isimlerinin yanı sıra bir de Fransızca isimleri olduğuna dair söylenenleri soruyoruz. Bunun bir efsane olduğunu anlatan Akgönül’ün isimler konusunda çalışan biri olarak söyleyecekleri var: “İlk yıllarda aileler çocuklara isim verirken Fransızca okunuşu da kolay olan isimler tercih ettiler. Melis, Rana gibi. Ya da yüzlerce Sibel vardır mesela Fransa’da. Ama 2000’lerden sonra bu değişmeye başladı. Artık daha çok Sümeyye, Semanur, Tuğba, Kübra gibi isimler tercih ediliyor.”
Ülkücü olduğunu Fransızca ifade eden öğrencilerim var
Samim Akgönül’e göre Fransa’daki göçmenlerin Almanya’daki göçmenlerden en bariz farkı dil konusunda. Fransa’daki Türklerin çoğunluğunun güçlü dilinin Fransızca olduğunu söyleyen akademisyen, bunun sebebini Almanya’daki Türkiye kökenli sayısının Fransa’ya göre çok daha fazla olmasıyla açıklıyor ve ekliyor: “Öğrencilerim arasında ülkücü çocuklar var ama ülkücü olduklarını Fransızca ifade ediyorlar.”