Oyuncu Tuna Orhan, sürpriz yaptı ‘Yana Yakıla’ albümüyle karşımıza çıktı. Orhan, “Kendime gitaristim diyemem, o ayrı bir iş. Enstrümancı, virtüöz olmak haddim değil. İyi çalarım ama gitarcıyım dersem müzisyen arkadaşlara ayıp olur.” diyor.
Yeni filmle beklerken albümle çıkıp geldiniz. Nedir Yana Yakıla’nın hikâyesi?
Bana da sürpriz oldu. Yana Yakıla birebir yaşadığım bir hikâyeyi anlatıyor. İnsanların aşklarına tercüman olacak kendimle alakalı şeyler. Parçaların bir kısmı gerçek, bir kısmı hayallerle süslenmiş. Sanat yapıyorsan kendi özelini anlatırken öyle kelimeler kullanmalısın ki dinleyen de kendinden bir şey bulsun. Sözü yazar, duyguyu anlatırken dikkat ediyorsun. Duygular her ne kadar içinizden çıksa da başkasının da empati kurmasını sağlayacak cümleler ve durumlar oluşturmalısın. Bunu yapmaya çalıştım.
Antidepresan parçası Gezi olaylarını hatırlatıyor. Nasıl karşılanır?
Gırgır bir parça oldu. Gezi olayları yokken sözlerini yazmaya başlamıştım. Haberleri izliyorum, magazin programları gibi az sonralarla bitiyor. İnternetten bilgi alayım diyorsun, internetin kapanıyor. Ot olsam yaşamam için gübreye, suya ihtiyacım var. Belediyeler ‘çimlere basmayın’ tabelası koyuyor, nereye basayım? Hep betonda mı gezeceğim? Çimlere basma diyorsunuz ama tepemde tepişiyorsunuz. Bu zoruma gidiyor. Öyle başlayan bir şarkıydı. Kendi içimdeki isyanı anlattım. Öyle zannediyorum ki toplumun birçok kesimi de bu sıkıntıları paylaşacaktır.
Söz ve müzikler size ait. Yazıyla aranız bu kadar iyi miydi?
Sadece şarkı sözü yazabiliyorum. Özgeçmişi anlatan bir yazıyı bile çok zor yazıyorum, öyle bir becerim yok. Yazabilsem senaryo yazmak isterim ama olmuyor.
Şiir yazma deneyimleriniz oldu mu?
Şiir yazmıyorum, o başka bir şey. Şiirlerin şarkı sözü olarak kullanılmasını doğru bulmuyorum. Gitara yeni başladığım, biraz isyankâr ruhlu bir genç olduğum lise döneminde Nazım Hikmet’ten beste yapmaya başladım. ‘Hepsini yapacağım arkadaş’ durumundaydım. Bir şairin sözünü kesip biçip şarkı sözüne çeviriyoruz. Bu eser sahibine haksızlık, şiirini niye parçana alet etmeye çalışıyorsun, dedim. ‘Yiyorsa sözünü kendin yaz’la başlayan bir süreçle bugünlere geldik.
Size bu konularda öncülük eden biri oldu mu?
Söz yazma konusunda yok. Mustafa (Uğurlu) dayım bağlama çalardı, ona özenip başladım. Sonra biri elime gitar tutuşturdu, tiyatro oyununda çalmam gerekiyordu. Gitarı öğrenince armoni daha ağır basmaya başladı. Bu durum gitarla devam etti. Ödünç bir gitarla başladı her şey.
Kimin gitarı, ne zaman?
16 yaşında Datça’dan bir teklif geldi, yarı profesyonel müzisyen arıyorlarmış. Benim de bildiğim 20 şarkı vardı, kabul ettim. Öğrenci için iyi bir teklifti, para kazanabilirdim ama gitarım yoktu. Bir arkadaşım sağ olsun gitarını verdi, öyle gittik. Sonra can sıkıntısından gündüzleri çalışarak, metot kitaplarına bakarak ilerlemeye çalıştım. Hâlâ kendime gitaristim diyemem, o ayrı bir iş. Enstrümancı, virtüöz olmak haddim değil. İyi çalarım ama gitarcıyım dersem müzisyen arkadaşlara ayıp olur.
Bugüne kadar müzisyen yönünüzü neden görmedik?
Oyunculuğumla ön plandayım. İnsanların haberinin olmaması doğal. Müzisyenliğim tescillidir, 30 yıldır oyun müziği yapıyorum. Tiyatro kapalı devre bir durum olduğu için dışarıda gezen birinin bunu biliyor olması zor.
Bu yönünüzü nasıl diri tuttunuz bugüne kadar?
Konservatuvarda öğrenciyken barlarda gitar çaldım, o şekilde para kazandım. Sonra 15 sene kadar Devlet Tiyatrosu maceram oldu, o dönem şartlardan dolayı böyle bir şey yapmadım. İstifa ettim, İstanbul’a yerleştim, birkaç sene önce yine başladım. Yazın Bodrum’da çaldım, İstanbul’a bir mekânda sahne aldım. Yine kestim. Albümün olmadan şarkı söylediğinde insanlar klasik eğlence havasına girebiliyor. Ben de o tarzı sevmiyorum. Daha dinleti tarzı olsun, albüm çıksın ki ağırlıklı olarak kendi şarkılarımı söyleyeyim. Yakında yine başlarım, konserler olacaktır.
Yapımcıların para istemesi mantıksız
Müziği derdinizi anlatmak için kullandığınızı söylemiştiniz...
Yazlık bir parça koyalım kafasında değilim. Tatil köyü müyüm ben? Tutsun, insanlar kumsalda dinlesin falan filan. Kendi derdimi anlatıyorum ben. Aşk yaza, kışa bakmıyor. Ne gecesi var, ne gündüzü.
Yaş 49. Bugüne kadar neden beklediniz?
Hiçbir yapımcı ciddiye almadı. Defalarca gittim. Şu an doluyuz falan derken kırk dereden su getirdiler. Tamam yapmıyorum, internete koyacağım oradan yayınlayacağım, dedim en son. Dinleyip beğeniyorsun, albüm yapmaya gelince benden para istiyorsun. Öyle şey mi olur? Şarkı sözünü yazan, yorumlayan, söyleyen benim, üstüne sana para vereceğim. Hiç adil değil. İlhan Şeşen’e telefon açtım bir gün, aynı zamanda avukatlık yapıyor. ‘Bir sözleşme var, okur musun?’ dedim. O da seni en doğru adrese yönlendireceğim, dedi. Beni prodüktörüm ve editörüm Erdem Uyanık ile tanıştırdı, o da ‘Parçalar senin, niye para veriyorsun?’ dedi. Onunla iyi anlaştık ve şirketinden albümü çıkardık. Özellikle 49 yaşıma kadar bekleme niyetim yoktu. Böyle denk geldi. 10 sene önce albüm çıksaydı, başka bir modaya kaptırabilirdim kendimi. Keşkem yok.
Bir grup oluşturma fikri olmadı mı hiç?
Yok. Çekirdek bir orkestra olsun istiyorum, 6-7 kişilik. Sahneye çıkıp nasıl çalacaksak, albümü de öyle yaptık. Alta 20 keman döşemedik.
Elveda Rumeli’de düet yapmıştınız. Düet olabilirdi…
Yüksek Giriş adlı dizide de Hüsnü Şenlendirici ile düet yapmıştık. O klarnet çalmıştı, ben gitar. Albümdeki şarkılar düete çok uygun değil. Bir de Hüsnü Şenlendirici’den rica etsek, gelip çalsa. Adam çok iyi ya, beni yer. Korktum, kıskandım, çağıramadım. Dört parçada klarnet var çünkü. Usta adamlar, başka projelerde inşallah çalarız.
Kimleri dinlersiniz?
MFÖ’yü çok severim. Grup Gündoğarken, İlhan Şeşen, Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil, Fatih Erkoç… Çok isim var, direkt sorunca akla gelmiyor. Gençlerden de var. Duman’ı severim, Mor ve Ötesi’ne bayılıyorum. Söylemek için tarzım değil ama dinlerim.