Ahmet Dönmez ve Ufuk Köroğlu ortak kaleme aldıkları ‘17 Aralık Sıfır Noktası’ adlı kitaplarında ‘17 Aralık bir darbe girişimi mi yoksa yolsuzluk operasyonu mudur?’ sorusuna cevap arıyor. Süreci polisiye ve siyasi yönleriyle değerlendiren gazetecilere göre şimdi kazanmış siyasi bir irade var ancak bu sadece sezon finali.
Takvim yaprakları 17 Aralık 2013 sabahını gösterdiği zaman, Türkiye bakan çocuklarının ve Halk Bankası Genel Müdürü’nün evindeki ayakkabı kutularındaki paralara, kasalar ile para sayma makinesinin olduğu görüntülere uyandı. Gazeteci yazar Ahmet Dönmez ile Ufuk Köroğlu, Klas Yayınevi’nden çıkan ‘17 Aralık Sıfır Noktası’ adlı kitaplarında ‘17 Aralık bir darbe girişimi mi yoksa yolsuzluk operasyonu mudur?’ sorusuna cevap arıyor. Sürecin hem polisiye hem de siyasi ayaklarını ele alan kitap, aslında kendi çıkarları için ülkeyi, ülkenin demokrasisini, hukukunu ve geleceğini sıfırlamayı göze alanları anlatıyor. Adeta bir kuyumcu titizliği ile 17 Aralık sürecini anlatan gazeteci-yazar Ahmet Dönmez ile Ufuk Köroğlu, “Bu bir sıfırlama, ikiyüzlülüğün kitabıdır.” diyor. Bunu da şu cümlelerle açıklıyorlar: “Kamuoyunda ümmetin iktidarı, dindar, çalmayan, yetimin malına el uzatmayan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP algısı, imajı var. Kitapla da bunun tamamen sahte bir makyaj, kozmetik bir Erdoğan imajı olduğunu iddia ediyoruz. Bu iddiamızı bir akademisyen titizliği ile delillendirmeye çalışıyoruz.”
Bu operasyonla ilgili insanların sorduğu ilk soru şuydu: Cemaat-hükümet kavgası olmasaydı bu operasyon yine de olur muydu? Dönmez ve Köroğlu bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Operasyonun 17 Aralık’ta yapılmasının en önemli nedeni dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’dir. Güler’in emniyetin hemen her birimini soruşturması ve hatta Reza Zarrab’a ‘Senin hakkında bir şey olursa önüne yatarım’ teminatı vermesi operasyonun 17 Aralık’ta yapılmasının en önemli sebebidir. Güler, oğlunun ve oğlunun adamlarının takip edildiğini anlaması üzerine soruşturmayı deşifre etmek üzere bir çaba içerisine giriyor, bunların hepsi polis dinlemelerine takılıyor. Siz soruşturmayı yürüten savcı ve polisler olsanız ne yapardınız? Önünüzde iki seçenek var; ya hemen harekete geçip operasyon yapacaksınız ya da sizi görevden alıp soruşturmayı deşifre etmelerini bekleyip bu dosyanın tamamen tarihin çöplüğüne atılmasına göz yumacaktınız.”
DEVLET, BU OPERASYONU YAPANLARA İADE-İ İTİBAR VERECEK
Kitapta, operasyonun emniyet ayağına ve o sabah nelerin olup bittiğine dair detaylı bir şekilde değinilmiş. Yakub Saygılı’nın “Yarın görevden alınır, 3 ay sonra da hapse gireriz.” tezi doğrulanıyor ve soruşturmayı yürütenler şimdi cezaevinde bedel ödüyor. Dönmez’e göre, tüm bunlar 17 Aralık’ın darbe olmadığının bir delili: “Zira hiçbir darbeci, bir cuntanın lideri ‘yarın ben yakalanırım, hapse tıkılırım’ deyip silahını gömerek yola çıkmaz. Burada odasını boşaltan ‘yarın ben görevden alınırım’ deyip bunu da göze alarak operasyonu yapan polislerden, emniyet müdürlerinden söz ediyoruz. Herkesin hükümetin gözüne girip taltif, terfi almaya çalıştığı bir dönemde siz cezaevine girmeyi, gözaltına alınmayı göze alabiliyorsanız sizin yüksek idealleriniz vardır. Bugün bu milletin ve devletin teşekkür etmesi, hatta madalya takması gereken insanlar cezaevinde. Yarın bir gün, 6 ay ya da 6 yıl sonra şundan eminim başta bu millet, Yakub Saygılı başta olmak üzere bu operasyonda ismi geçenlerden özür dileyecek, devlet onlara iade-i itibar verecek.”
17 ARALIK DOSYASI YENİDEN AÇILACAK
Dönemin başbakanı Erdoğan, 28 Şubat 2014’te tutukluların tamamı tahliye edilince “Hak yerini buldu.” demişti. Gerçekte hak yerini bulacak mıydı? Yoksa adalet Reza’nın önüne mi yatmıştı? “17 Aralık kapanmaz...” diyen Köroğlu, bu dosyanın hukukun ve gücün esiri olmadığı bir Türkiye’de yeniden açılıp tarafsız ve bağımsız mahkemelerde yargılanacağı görüşünde. 17 Aralık’ın ardından yapılan bütün makyajların döküldüğünü söyleyen Dönmez ise “Şu anda bile hiçbir yalanın üzerini örtemiyorlar. Kabataş olayı örneğin… Mesela bu paraları polisler koydu dediler, daha sonra da bavullarla geri aldılar. Bunun darbe girişimi olduğuna inanan vatandaşlar dosyayı bilse, aptal yerine konulduklarının farkına varacaklar. Gazeteci olarak Türkiye’nin çok kritik soruşturmalarını takip ettim. Gördüğüm en sağlam dosya budur. Her şeyin ayan beyan, reddedilemez bir şekilde ortada olduğu bir dosya.” tespitinde bulunuyor.
Tüm bu olup bitenleri masaya yatırdıktan sonra insanın aklına şu sorular geliyor: ‘Acaba bu yolsuzluk, hırsızlık çarkı hâlâ devam ediyor mu?’ Dönmez’e göre bu çark işlemeye devam ediyor. Hatta üzülerek şunları aktarıyor: “Alınan komisyonlar, yüzdeler artmış durumda. Çünkü yerel seçimlerden sonra ‘sandıkta biz aklandık’ dediler, yolsuzlukta daha da bir pervasızlaşma ve keyfileşme oldu. Bu toplum üzerine düşen tarihi görevi yerine getirmeyi reddetti. Kendi torunlarına karşı kıyamete kadar mahcup olacağı bir ayıba imza attı. Geçmişte de yolsuzluklar vardı ancak siyasiler bir bedel ödeyeceklerini bilirlerdi. Şimdi ise tam tersi bunu ortaya çıkaranlara bedel ödetildi.”
Türkiye’nin bu halini aksiyon macera filmine benzetirsek eğer, film bitti mi dersiniz? “Sen kazandın ama ben haklıydım” cümlesinden mülhem Dönmez’e göre şimdi kazanmış siyasi bir irade var ancak bu sadece sezon finali. Öyle ki dikkatli izleyiciler için film devam ediyor. Daha bu filmde çok şeyler yaşanacak.