‘En önde gelen muhalif Müslüman kadın kim?’ diye sorulsa, akla ilk gelen isim Hz. Zeynep olmalıdır. Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın kızı Zeynep, ağabeyi Hz. Hüseyin ve ailesinin Kerbela’da katledilmesinin ardından muhalif kimliği ile ön plana çıkar. Katliamdan sonra metanetini koruyan, ailesini bir arada tutan ve zalim idarecilere boyun eğmeyen Hz. Zeynep, Hz. Hüseyin’in saltanata karşı yürüttüğü davanın anlaşılmasında ve sonuca ulaşmasında en büyük rolü üstlenmiştir. O meşum günden itibaren hiç susmadan haklı davasını savunmaya devam etmiş, Emevi sarayları başta olmak üzere gittiği her yerde saltanat yönetiminin zalim yüzünü, ehl-i beyte yaşatılan haksızlıkları korkusuzca anlatmıştır. Zeynep’in, devrin mütekebbir yöneticilerine karşı kullanabileceği tek silahı sözdür. Bu anlamda onun Kufe valisine ve halife Yezid’e karşı yaptığı konuşmalar çok dikkat çekicidir.
İslam tarihinde, özellikle dini ilimlerde ve çeşitli sanat dallarında birçok kadın âlim ve sanatkâr yetişmiş; bunlar devirlerinde itibar görmüş, önde gelen isimler arasında sayılmışlardır. Bilgilerini hizmet yolunda kullanmış, kendi talebelerini yetiştirmiş, sohbet ve vaazlarıyla muhitlerinde irşad faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Bazıları yaşlılık dönemlerinde kürsüye çıkıp erkeklere de vaaz vermiş, bazıları tekke kurup kadın dervişlere yol yordam öğretmiştir. Yaşadığı devirde büyük itibar gören isimlerden biri ‘Fakihe’ lakabıyla anılan Semerkantlı Fatıma’dır. Meşhur alim Alaaddin Semerkandî’nin kızı ve talebesi olan Fatıma, babasının bütün eserlerini ezberlemişti. Babasının meşhur öğrencilerinden Ebu Bekir Kaşanî ile evlendi. Bundan sonra Semerkandî’nin evinden fetvalar üçlü imza ile çıkmaya başladı. Babası ve eşinin yazdığı fetvalar en son Fatıma’ya geliyor, onun da onaylayıp imzalamasından sonra muhatabına ulaşıyordu. Onlardan gelen fetvalarda bir eksiklik bulursa hiç çekinmeden kendi düşüncesini aktarıyor, buna göre fetva yeniden yazılıyordu.
Günümüzde, Anadolu insanının dünyanın dört bir yanına uzanan hizmet kervanına bakınca, bilhassa kadınların yaptığı hayır faaliyetlerini nazara aldığımızda, dünyanın ilk sivil kadın örgütünün Anadolu Türkmenleri arasında kurulması şaşırtıcı gelmiyor. “Bâciyân-ı Rûm” (Anadolu Bacıları) denilen bu topluluk, Moğol baskınlarıyla Anadolu’ya göçen Türk boyları arasında oluşturulan Ahî teşkilatının, dolayısıyla Ahi yaşam tarzının, kadınlar tarafından uygulanmış haliydi. Ahilerin Kayseri’de kurdukları sanayi sitesinde kadınlar da çadırcılık, keçecilik, halı, nakışçılık, örgücülük, kilim, dokumacılık, oya dantelcilik ve kumaş imalinde ve bunlardan elbise yapılması gibi faaliyetler gösterdiler. Birbirlerine Anadolu’da hâlâ yaygın olarak kullanılan ve ‘abla veya kızkardeş’ manasına gelen ‘bacı’ diye hitap ediyorlardı. Anadolu bacılarının sanat, üretim ve yaşam tarzı üzerine ilkeleri kısaca ‘işine, eşine, aşına sahip ol’ şeklinde ifade edilir. Ekonomik faaliyetlerin yanı sıra yetim, yoksul çocukların himaye edilmesi, ihtiyarların bakımı, genç kızların evlendirilmesi, misafirlerin ağırlanması gibi hizmetlerde bulunur; maddi sıkıntıda olanlara yardım ederlerdi. At binmeyi, kılıç kalkan kullanmayı da bilen bacılar, Moğolların Anadolu’yu istilasına karşı erkeklerle beraber savaştılar. Moğollar halkı kılıçtan geçirirken, ahi ve bacıları dağıttı. Sonraki yıllarda örgütlü bir topluluk olmasa da münferit olarak bacılar çeşitli üretim ve hayır faaliyetleri yaptılar. Anadolu bacılarının çalışkan, gayretli, imanlı, cengaver, fedakar ruhları bu toprakların bağrına sindiğini, bugün yine her türlü hayırlı hizmetlerin aynı bacılık, kardeşlik geleneğinin devamı olarak Anadolu kadının omuzlarında yükselmesinden anlıyoruz.
]]