İstanbul Enstitüsü Başkanı ve Fatih Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr İhsan Yılmaz, konferansların renkli yüzü, TV programlarının aranan ismi. Yılmaz’la Ufuk Yayınları’ndan yeni çıkan Kemalizm’den Erdoğanizm’e kitabını konuşmak üzere bir araya geldik.Kemalizm'den Erdoğanizm'e nasıl geldik?Kitapta ben de bunun izini sürüyorum. Kemalizm değişmedi. Kemalist İslamizm diye bir şey çıktı onu anlatıyorum. Erdoğanizm deyince ete kemiğe bürünüyor. Kemalo-İslamizm kavramıyla aslında, şu an iktidarın başındaki ismin yaptıklarını, yapmak istediklerini anlatmaya çalışıyorum. Kitapta Taha Akyol'un Atatürk'ün İhtilal Hukuku kitabına referans veriyorum. Onlara bakıldığında Atatürk'ün tarzı, davranışları bugün Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı şeyler. “Halk beni seçti, beni seviyor. Dolayısıyla meclis beni dinlemek zorunda. Bakanları istediğim gibi atarım. Meclis çok önemli değil ben halka hesap veririm.” anlayışı ihtilal hukuku. Belki Atatürk'ün döneminde bunlar mazur görülmüştür ama artık 2015 yılındayız. 60 yıllık bir demokrasi serüvenimiz var. O sebeple benzer şeylerin yapılıyor olmasını mazur görmek için bir sebep yok.Yani, Kemalizm ara mı vermişti?Kemalizm, 10 yıl sonra kafasında takkeyle geri döndü. Daha yeşil renkli, besmeleyle içinde ‘Allah, peygamber' söylemlerinin çokça geçtiği Yeşil Kemalizm. Bu retoriği sıyırdığınızda altından çıkan şey yine Kemalizm. Ve aslında Kemalizm böyle çok otantik, orijinal bir ideoloji değil. Otoriter, Ortadoğu ülkelerinin pek çoğunda olan tek adam rejimi. Kuvvetler ayrılığının olmadığı, basının özgür olmadığı, sivil toplumun devletin bir uzantısı olduğu bir yapı. Sivil topluma hiçbir alan bırakmayan, bireyle devlet arasındaki mesafeyi sıfırlayıp, bireyi koruyacak bütün kurumları sıyıran bir anlayış. Şu an resmi olarak Tek Parti döneminde değiliz ama bir gidişattan bahsediyoruz.İsteseler resmiyette Tek Parti dönemini getiremezler mi?Resmiyette olması o kadar kolay değil. Türkiye çoğulcu bir ülke oldu. Gezi Parkı olaylarının da gösterdiği üzere insanlar bastırılmaya karşı çıkıyor artık. Evet, otoriter bir gidişat var. Ama otoriter rejimin gelmesi hemen olacak bir şey değil. Gezi türü patlamalardan endişe ediyorlar. O yüzden Güney Kore'den protestoları bastırmak için bol bol yeni silahlar, gaz bombaları alıyorlar. Demek ki, milletin üzerinde daha çok baskı kuracaklar ve tepkilerden, ayaklanmalardan korkuyorlar. İkincisi ordu müdahale edebilir korkusu. Ki bu çok yersiz bir korku değil. Maalesef ki ordu 10 yılda bir hep müdahaleyle gelmiş.Otoriterleşme 2011'den sonra mı başladı?Bazı isimler erken fark etti ama pek çoğumuz fark etmedik. Fark edenler de gidişattan tahminde bulunduklarını söylüyor. Ama bizler ‘Yok artık o kadar da olmaz. Bu kadar çıldırmazlar.' dedik. Hatta benim ‘AK Parti otoriterleşmez' diye bir yazım var üçüncü dönemde. ‘Seçim var dört yılda bir, ekonomik istikrar var böyle bir şeyi nasıl yapabilirler' diye otoriterleşmeyeceğini söylemişim. Ama yapıyorlar. Yazının sonunda ‘ancak delirirlerse' diye yazmıştım. Ki delirdiler de.Neyse ki yazınızda bir ihtimallik açık kapı bırakmışsınız…Bu kadar sınırın aşılacağını bilemiyorduk. 2011 öncesi yoktu böyle şeyler. Belki tek tük vardı. Yolsuzluk sağdan soldan duyuluyordu. Ama bugünkü gibi davaya dönüşmüş, tapelerin olduğu şeyler vardı da görmezden mi geldik? Söylentiler vardı. Silüet meselesini ilk manşete taşıyan Zaman Gazetesi'ydi. O zaman dershane mevzuu falan yoktu. Isparta Belediye başkanı Zaman temsilcisini ve Cihan muhabirini dövdü korumalarıyla birlikte, hastanelik etti. 2009 yerel seçimleri öncesinde yaşandı bu olay. Neden dayak yedi bunlar, yolsuzluğu haber yaptıkları için. Ama sanki hiçbir şey görülmüyormuş gibi davranılıyor.Desteğin sebebi o günlerde ülkenin gidişatı olabilir mi?Tabii, bir de o ortama bakmak lazım. AB'yi, demokratikleşmeyi, yeni anayasayı, eşit vatandaşlığı, herkes için özgürlüğü savunan başka partiler vardı da görmezden mi gelindi? Sırf bunların cübbesi takkesi var diye kimse peşlerine düşmedi. “Ergenekon davalarıyla, darbeci geçmişle hesaplaşılsın, darbelerin önüne geçilsin. Hâlâ yeni denemeler var suikastlar, cinayetler oluyor, Hrant'lar, Santoro'lar öldürülüyor, Zirve cinayetleri oluyor.” dendi. Ve o gün bunlara sadece AKP sahip çıktı. Sadece AKP mi? AB de, AİHM de, Türkiye'nin pek çok liberali ve demokratı da sahip çıktı. Dolayısıyla sadece bizler bir tarafta değildik. 2011'den sonra bozulmaya başladı ve biz de eleştirdik. Today's Zaman'da ben 2009-2010 itibarıyla eleştirmeye başladım. O tarihten itibaren işten attırmaya çalışıyorlar.Ordu müdahale edecek olsa bile, halk nazarında AKP mazlum olacakZoraki demokratlıktan bahsediyorsunuz…Mecbur kaldılar zoraki demokrat olmaya. Ama sonra bundan da vazgeçtiler. ‘Bu demokratlık bizi bozuyor' dediler. Bilemiyoruz, beyinlerinin içini göremiyoruz. ‘Nasıl olsa üçüncü dönemdeyiz yüzde 50 bizi seviyor' dediler. Yüzde 50'nin şımarıklığı vardı. 2010'da Anayasa Mahkemesi'nin yapısındaki değişiklik ve parti kapatmayı zorlaştırdı. Oradaki kompozisyon değişince, AKP'nin en önemli korkularından biri ortadan kalktı ve kendilerini güvende hissettiler. Ergenekon, Balyoz davalarıyla birlikte ordunun darbe yapabilme potansiyeli minimize edildi. Orduya saygı halk arasında düştü. Dolayısıyla ordu müdahale edecek olsa bile, halk nazarında AKP mazlum olacak.Erdoğan'ın kendini benzettiği, Menderes etkisi yaşanacak…Kesinlikle. 1959-60'ta yapılanlar bu dönemde yapılanlara benziyor. Basının, muhalefet partilerinin üzerine muazzam gidiliyor. Realiteden kopukluk var. O kara kalabalıklar cesaret veriyor. Nobran, itici bir üslup var. Ülke yönetilemez hale geliyor. Bütün bu hatalarına rağmen zalim bir şekilde hukuka ve demokrasiye aykırı olarak darbe yapıldı. Menderes mağdur edildi. Ve o mazlumlukla artık kimse Menderes'in hatalarını konuşmadı. Haklı olarak. Ama siyaset bilimi analizi olarak bugünden bakınca onun da hatalarını soğukkanlılıkla söyleyebiliyoruz. Her ne kadar o çizgiye gelinmese de, günümüz için de aynı şey geçerli tabii. Erdoğan bunlar karşısında kendini rahat hissetti. Ve kendi projesini hayata geçirmek istedi. Dindar nesil projesi. ‘Homo Dindar Nesilus' diyorum ben buna. Yani yeni insan türü, en iyi insan.İktidarların makbul vatandaş projesi hiç bitmeyecek anlaşılan…Kemalistlerin ki Homo LASTUS'tu. Laikçi, Atatürkçü, Sünni ve Türk'se birinci sınıf vatandaşsın, hatta en iyi insansın. En makbul vatandaş profiline sahipseniz, Homo LASTUS iseniz general, büyükelçi, hakim yargıç olabilirsiniz. Değilseniz, dışlanırsınız. Mesela Kürt'seniz bunu hiç dile getirmemelisiniz. Getirirseniz, 70'lerde Şerafettin Elçi'nin başına geldiği gibi ‘Bu ülkede Kürtler vardır, ben de Kürt'üm.' dediğiniz için hapse atılırsınız. Kendinizi asimile ederseniz ve mutlu bir şekilde yaşarsanız, cumhuriyet ırkçılık yapmaz herkese kapıları açıktır. En makbul Homo LASTUS. Makbul da Lozan Müslüman'ı…Lozan Müslüman'ı kimler?Diyanet Müslüman'ı da denilebilir. Bu proje Kemalo-İslamist ve Erdoğanist dönemde devam ediyor. Yine Diyanet çok makbul hutbeler ve siyasi mesajlar veriyor. AKP'nin istemediği şeylerden bahsedilmiyor. Mücadele ettiği gruplar varsa onların aleyhinde mesajlar duyuyorsunuz. Tamamen siyasi bir araç olarak kullanılıyor. Dolayısıyla Lozan Müslüman'ı şu anda ‘Homo Dindar Nesilus', dindar nesil projesinin ilk ayağı. Ortalama bir Türk vatandaşıdır. Namazına gidip gelen ama dinin sosyal siyasal alana bakan yönü olduğunu düşünmeyen dindar vatandaş. Bir de imam hatipler üzerinden daha politize olmuş, dini ideolojik açıdan yorumlayan, İslam'ın siyasi bir yorum olduğunu düşünen, onun maneviyata, nefse ahirete bakan yönünü bir tarafa bırakıp, siyasi yönüne bakan dindar nesil. Buna da ‘Homo İmam Hatipus' diyorum. Devlette bunlar daha makbul. Devlette eski ‘Homo LASTUS'ların yerine artık ‘Homo İmam Hatipus'lar getiriliyor.Hizmet Hareketi bir ideoloji olmadığı için sivil İslamSivil İslam eşittir Hizmet Hareketi anlamı çıkıyor. Tek örneği Hizmet Hareketi mi?İdeolojik, politik olmayan, İslamcı siyaset gütmeyen. Sivil toplum alanında kalmaya razı, bireyde başlayıp bireyde biten bir İslam anlayışı. Hizmet Hareketi üzerinde somutlaştırıyorum ama bunun manifestolarından sadece biri olduğunu da belirtiyorum. Hizmet Hareketi bunlar içinde en büyüğü, 160 ülkede olması itibarıyla global meydan okumalara tepki verebilecek en iyi laboratuvar bizim için. Hizmet Hareketi bir ideoloji olmadığı için sivil İslam. Dini daha çok maneviyat olarak görmesi, insanın kendini insanı kamil etmesi, etrafına faydalı olması, elinden, dilinden emin olunması, yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevmesiyle ilgili.Sivil İslam'ın makbul vatandaş profiline mi ait bu özellikler?Eğer bir makbul vatandaştan söz edeceksek, sivil İslam'da makbul vatandaş iyi insandır. Fakat devletin görevi iyi insan yaratmak değil. Sivil İslam'da devletin hiçbir görevi yoktur çünkü devlet kendisinden korunulması gereken bir nefs-i emmaredir. Efendimiz'in hadisinden yola çıkarak ‘Devletle göz açıp kapayıncaya kadar bile baş başa kalınmamalı.Devlet gölge etmesin başka ihsan istemez diyorsunuz yani…En makbul devlet, gölge etmeyen devlettir. En iyi devlet, insanlara nasıl iyi insan olacağını anlatmayandır. Maksimum fikir özgürlüğü olmalı. Farklı gruplar anlatacak ve sonra insan seçimini yapacak. Böyle bir ortamda yapılan seçim zaten tahkiki imanla yapılan seçimdir. En ufak bir zorlukta dininden vazgeçmez. Hemen hırsız, yolsuz olmaz.Uzak durmayı bırakın, ‘devlet baba' diye kutsanıyor…Bu kesinlikle bir imtihan ve kaybediyoruz. Devlet babamız değil ki. Ben bu kitabı özellikle dindar Müslümanlar için yazdım denilebilir. Devlet sanki Allah yapısı, dinin emri, kutsal bir kurummuş gibi algılıyoruz. İnsanlara hizmet için, insanların özgürlüğü, güvenliği, insan haklarının yaşaması için vardır. Devlet buna hizmet etmiyorsa, yediriyor, işkenceler ediyorsa, yuhalatıyorsa, 16 yaşında ölmenize sebep oluyor, katilinizin kim olduğunu aramıyorsa nasıl kutsal olabilir? Zalimdir ve kimin de yönettiğinin önemi yoktur. İslami açıdan makasıd-ı şeria dediğimiz, şeriatın ana maksatlarına baktığımızda da bunu görüyoruz.Nedir o maksatlar?Aklın korunması, hayatın korunması, malın korunması, ailenin korunması ve dinin korunması. Aklın korunması fikir vicdan özgürlüğüdür. Bu beş temel esas, temel insan haklarıdır. Makasıd-ı şerianın formülleşmesi İslam'da Gazali'nin öğretmeni Cüveynî ile başlamış. Kur'an ve sünnete bakıp, İslam ne yapmak istiyor, maksatları nedir dediklerinde bu beş maddeye ulaşmışlar. Bir devlet bunları yerine getiriyorsa İslami devlettir. Getiremiyorsa, ‘Dedem de sakallı cumhuriyeti' deseler de İslam değildir o.Konferansta konuşmanın nesi hainlik?‘Ülkeyi yurtdışına şikâyet ediyorlar' dendi ve siz de hedefe kondunuz…Konuşmanın içeriğini ters çevirdiler. Söylediklerime öyle bir takla attırdılar ki, vatan haini, imam hatip düşmanı oldum. Sadece dinin yasaklarla kullanılmasına karşı çıktım. Ben 20 yıldır aynı işi yapıyorum. Zamanında Kemalistlerin yaptığını AKP'lilerle beraber anlattık. AİHM'ye bir şeyi taşıyorsanız bu zaten şikâyettir, bir dava açıyorsunuz. Ama konferansta konuşmanın nesi ülkeyi şikayet, nesi hainlik? İnsan hakları özgürlükler gibi alanlarda ülke içi, dışı diye bir şey kalmadı. Siz Mısır'la, Suriye'yle, ABD'yle ilgili, Merkel'le ilgili yorumda bulunuyorsunuz, ‘paralel haşhaşi' diye koca bir hareketi karalıyorsunuz, şikayet ediyorsunuz, biz de olanı biteni kendi perspektifimizden anlatıyoruz.Twitter benim mola yerimTwitter’da çok aktifken, birden geri çekildiniz. Şimdilerde yine sahalardasınız…Aslında geri çekilme falan yok. Bu bir bağımlılık. Belki tedavi görmem gerekiyor. Arada kendime bağımlılık testi yapıyorum. “Bunlar varsa internete bağımlısınız” diye online testlerden. Ama yok hepsi bana uymuyor. Twitter’a girmediğimde titreme falan tutmuyor (gülüyor). Fakat eşimden çok fırça yiyorum. Aslında Twitter’ı haber alma kaynağı olarak kullanıyorum. İngilizce yıllardır yazıyorum ama Türkçe bir köşem yok. O sebeple Türkçe okuyan kamuoyuna fikirlerimi anlatıyorum. Hizmet Hareketi’nin bir gönüllüsüyüm, bunu her yerde söylüyorum. Ama bizim içimizdeki çeşitlilik yansımıyor. Bu çoğulculuğun yansıması gerektiği niyetiyle Twitter’dayım. İnsanlar hep Twitter’dayım zannediyor ama değil. Twitter benim mola yerim, kitap okuyup, makale yazdıktan sonra teneffüse çıkıyorum. Film seyretmiyorum, oraya giriyorum. Twitter’da daha çok film var.AKP seçmeninin frekansını yakaladığım için TV'lere çağrılmıyorumBir yıl öncesine kadar tartışma programlarının aranan yüzüydünüz. Artık çağrılmıyor musunuz?Çağrılmıyorum, 30 Mart'tan sonra özellikle. Acayip sofistike konuşmuyordum. AKP seçmeninin frekansını yakalıyordum. Akademik bir tebliğ sunar gibi değil de daha anlaşılır, medya diliyle derdimi anlatıyordum. İnsanların ilgisini canlı tutacak bir eforla konuşuyordum. Bu iktidar için kötü bir şey oldu. Çünkü karşımda iktidarı savunanlar bu anlamda etkin olamadılar. Bunun için çağrılmıyorum.14 Aralık'ta fotoğraflarda özellikle çıkmaya çalıştım!14 Aralık medya operasyonu sırasında gazetedeydiniz, bir anekdotunuz var mı o güne dair?Benim için orada olmak çok heyecan vericiydi. Nefsani bir şey söylemiş olacağım belki ama o tarihi anın bir parçası oldum. Resim karelerinde özellikle çıkmaya çalıştım! Televizyona, kameraya çıkmayan biri değilim. Ama sırf o gün ‘Ben de buradayım, paralelim' demek için televizyonda kameraların arkasında elinde telefonu akrabalarına el sallayanlar gibi olma pahasına görünmeye çalıştım (gülüyor). O tarihi anda bulunmak, zulme karşı durmak, torunlara, çocuklara bırakılacak güzel bir miras.
↧