Dünyada geçerli spor ve sportmenlik anlayışının o kadar uzağındayız ki onların utandırıcı buldukları davranışlar bizde erdem sayılabiliyor. Milyonlarca taraftarı olan camialar adına konuşan insanlar, nezaket ve zarafetten son derece uzak kişiler. Rakibi aşağılamaya dönük sözlerin, onlardan önce kendilerini vurduğunu dahi göremeyecek kadar körleşmişler. Ne yazık ki bunu kabullenen bir toplumsal ortam da sözkonusu.Geçen haftayı da asla çözemediğimiz sorunlardan birinin kimbilir kaçıncı kez gündeme gelip tartışılmasıyla geçirdik. Fenerbahçe-Trabzonspor maçı öncesinde Bordo Mavili kulübün başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun karşılaşmanın hakemi Bülent Yıldırım’ı telefonla arayıp konuşmuş olmasıyla başlayan süreç, bir yığın tartışmaya yol açtı.Hacıosmanoğlu’na bunun için verilen ceza, onun tepkisi, yeniden cezalandırılmasıyla ilgili gelişmelerin başlatılması filan o kadar önemli değil… Karşılaşma sonrasında Fenerbahçe cephesinden gelen açıklamalar çok daha fazla üzerinde durulması gereken, sportmenlik dışı hareketlerdi.Spor denilen işin temeli, rakibe saygı. Bunun da çok basit bir nedeni var: İşinizi ancak onunla birlikte yapabiliyorsunuz. Tek başınıza, burada tam yerini bulan argo deyişle, ancak kumda oynarsınız! Rakibiniz, sizi var eden etkenler arasında ilk sırada yer alıyor. Normal zeka düzeyindeki herkes ona saygı göstermenin gerekliliğini buradan çıkarabilir.Fakat bizde tam tersine bir süreç işliyor. Çağdaş dünyada geçerli sportmenlik anlayışının çok uzağında oluşumuz burada bütün haşmetiyle kendini gösteriyor. Sadece yöneticiler değil, taraftarlar da bu işin gönüllü bir parçası. Sahaya çıkan rakip takımı yuhalamaktan tutun da onları öldürmek istercesine tuhaf tepkiler bunun kanıtını oluşturuyor.Yıllar önce, sahaya çıkan rakip takımın yuhalanmasının ne kadar saçma bir iş olduğunu, profesyonel futbol oynamış olup o zaman yorumculuk yapan bir arkadaşıma anlatmaya çalışmıştım. “Deli misin sen!” diye tepki göstermişti. “Bu bizim en büyük silahlarımızdan biri. Daha sahaya çıkarken morallerini bozacaksın ki maç boyunca dizleri titresin.”Centilmenlik, anlamsız bir Batı hayranlığı mı?Rakip takım ve oyuncularının, kendilerine sunulacak olan futbol adlı bir eğlencenin parçası olduğunu, en azından bunun için onlara saygı göstermek gerektiğini anlatmaya çalışmak boşunaydı. Bunu sonrasında konuştuğum hemen tüm kesimlerde gördüm. Yöneticisinden taraftarına, rakibi, yok edilmesi gereken bir düşman olarak gören anlayış sporumuza egemendi.Kuşkusuz, o günden bu yana biraz mesafe aldık. Aslında bu da kendi iç dinamiklerimizin harekete geçmesiyle olmadı. Dünyada bu işe bizden çok farklı bakıldığının örneklerini o kadar çok görüyoruz ki bunlara bakarak “Galiba biz yanlış yapıyoruz.” diyenler de çıkabiliyor. Aslında biz hiçbir konuda yanlış yapmayız ama galiba bu kişilerde Batı hayranlığı var! Ha ha ha!Örneğin, birkaç yıl önce, şampiyon olmuş rakibin son maçta alkışlanması işi sanki korkunç bir durummuş gibi gösterilmeye çalışılmış ve ‘asla yapmayız’ gibisinden bir tavır alınmıştı. Sonrasında ‘önce onlar alkışlasın’ gibisinden bir mahalle kavgası noktasına doğru gelindi, bugünlerde ‘niçin alkışlamayalım’ diyebilenleri görüyoruz. Çok şükür.Kulüp yöneticilerinin bazı açıklamalarının ilgili yasaya aykırılığı iddialarının bizzat Futbol Federasyonu başkanımız tarafından dile getirilmesi de olayın ilginç boyutlarından birini oluşturuyor. Yöneticiliği ve başkanlığı döneminde aynı işleri kendileri de defalarca yapmış olduğundan, ortaya ‘tencere dibin kara…’ durumu ortaya çıkıyor.Adını vermekle Seba olunmuyorEllerinde sportif yönden cezalandırma gibi çok etkili olması gereken bir silah bulunurken yaşanan çaresizliğin itirafı, ibret verici bir durum. Savcılar göreve çağrılıyor ama kolay kolay da onun istediği yönde adım atılamıyor. Çünkü böyle işleri düzeltmeye ortadan başlanamaz, baştan işi sıkı tutacaksınız. Örnek icraata, tutarlı bir geçmişe ve bundan kaynaklanan saygınlığa sahip olacaksınız. Sezona adı verildi diye bir anda herkes Süleyman Seba olmuyor!Onun spora bakışının, rakiplerle olan ilişkisinin tamamen tersi sözler etmiş, işler yapmış kişilerin, vefatının ardından göstermeye çalıştıkları saygı da pek inandırıcı olmuyor. Böylesi simgesel hamlelerin etkili olabilmesi için sizin de benzer türden bir geçmişe sahip olmanız, aynı spor anlayışını benimseyip uygulamış olmanız gerekiyor. Başka türlüsü anlamsız bir gösteri olarak kalıyor. Geçmiş olsun!Belki de işin en tatsız yanlarından birini, bazı kulüp sözcülerinin, asla böyle bir işi yapamayacak insanlar arasından seçilmesi oluşturuyor. Koskoca camialar adına, öylesine nezaket ve zerafetten yoksun kişiler kamuoyunun karşısına çıkıp da konuşabiliyor ki insan ‘bu mudur’ diye ürperiyor. Aynı sözleri söylemenin çok daha usturuplu yolları var ama bu sözcülerin haberi ve niyeti yok!Zaten genel olarak toplumsal hayatımızın hemen her alanında karşılaştığımız mizah anlayışından yoksunluk, espri yeteneğinin olmayışı, yaşadığımız sıkıntıları biraz daha artıran bir etken. Rakibi aşağılama amaçlı, son derece çirkin ve hatta iğrenç birtakım sözler yerine çok daha akıllıca ve eğlenceli şeyler söylenebilir. Bunu yapabilen adamlar neredeyse hiç yok denecek kadar azaldı.Bu işleri düzgün biçimde yapmaya çalışanlar hiç yok değil. Ancak onların varlığı bizi toplam bir kaliteye ulaştırmakta yeterli olmuyor. Ayrıca onların söyledikleri değil öteki çirkinlikler gündem oluşturuyor. Çünkü arkalarındaki topluluğun talebi genellikle ‘bizim yönetim niçin gürlemiyor!’ şeklinde oluyor. Bunu yaptığınız takdirde birtakım avantajlar elde ettiğiniz kanısı toplumda yaygın.Bunca yıldır gösterilen onca çabaya karşın en asgari düzeyde bir spor kültürü oluşturamayışımız da hazin bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Yaşadığımız sıkıntıların büyük bölümü bundan kaynaklanıyor.Hakan Şükür’ü yok saymak!Pek kimsenin dikkatini çekmesi gereken bir durum değildi, işim nedeniyle farkettim, geçen haftasonu Antalya’da Gloria Resort Hotel’in gerçekten olağanüstü spor tesislerinde Parlamenterlerarası maçlar yapıldı. Açıkçası katılım da pek etkileyici görünmüyordu; Macaristan, Polonya ve Gürcistan dışında ülkenin katılmadığı turnuvada final oynadık. Macaristan’a 1-0 yenilip ikinci olduk.Parlamenterlerimizin futbol oynaması benim için çok hoş bir olay. Ancak işin değişik bir yanı var. ‘Şu anda TBMM’deki en iyi oyuncu durumundaki kişi kimdir’ diye sorsam, ilgilenmeyenler bile ‘Hakan Şükür’ karşılığını verebilir. Türk futbol tarihinin hemen tüm rekorlarının sahibi olan Şükür, futbolu bıraktıktan sonra da kendine iyi bakması nedeniyle böylesi veteran turnuvalarının yıldızı olabilecek durumda. Nitekim önceki yıllarda oynayıp bunu göstermişti.Peki, bu yılki kadromuzda niye yoktu?Bunu araştırmaya filan gerek görmedim. Kendisine sorup derdini deşmekten de kaçındım.Çünkü asıl üzücü olan, siyasal bir anlaşmazlığın buralara kadar taşınabilmesi. Hakan Şükür’ün partisinden istifa etti diye bu işle hiçbir ilgisi olmayan yerlerde bile yok sayılmaya çalışılması.Belli ki oyuncuların seçimini yapanlar, yetkili ve etkili bazı kişilerin tepkisini çekmekten endişe edip Hakan Şükür’ü dışarıda bırakmayı yararlı görmüşler.Tek adam yönetimi, dikta tartışmalarının her geçen gün yoğunlaştığı şu dönemde, bunlara yol açan nedenlerden birinin de böylesi korku ve endişeler olduğunu, bu olay çok açık biçimde ortaya koymuyor mu?Biriyle siyasal anlaşmazlığa düşüldüğünde onu insan olarak da yok saymanın hatta yok etmeye çalışmanın pek övünülecek bir durum olmadığını anlamak çok mu zor?Hiç değilse yarın öbürgün benzer bir durumun sizin de başınıza gelebileceğini düşünüp ona göre hareket etmek gibisinden bir insani erdemden bu kadar mı uzağız?
↧