Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu'na göre, afet yönetimi herkesin yapabileceği bir şey olarak görülüyor ve çok basite alınıyor. "Afet merkezlerinde yüzlerce plazma TV var ama arkalarında insan yok." diyor.Geçen hafta Marmara’yı vuran lodosun can ve mal kayıplarına neden olması, olumsuz hava şartlarına karşı bir afet planımızın olup olmadığı sorusunu akıllara getirdi. İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, 1959 yılında çıkan kanunda sadece deprem, sel, kaya düşmesi, çığ, heyelan gibi 5 doğal afet ve yangından bahsedildiğini söylüyor.Son günlerde mal ve can kaybına sebep olan olumsuz hava koşullarının sebebi nedir?İstanbul’a baktığımız zaman aslında iki mevsim var. Biri lodos diğeri poyraz. Dört mevsim yok artık bizde. Tüm İstanbul’un havası bu iki rüzgâra bağlı. Büyük ölçekte konuşursak Avrupa üzerinde iki tane alçak basınç merkezi var. Bunların saat ibresinin tersi yönünde dairesel bir dönüş şekli var. Havanın bu şekilde dönüşü Kuzey Avrupa ve Balkanlar merkezli bu basınç merkezlerinin güneyinden rüzgâr almamıza neden oluyor. Basınç izobarlarının sıklaştığı yerlerde rüzgâr çok daha hızlı oluyor. Bu rüzgârlar Marmara Denizi’nin güneyinde su çekilmesine neden olurken Doğu ve Kuzey kıyılarında kıyı taşkınlarına sebep oluyor. Türkiye’de kıyı taşkınları da pek bilinmez. Genellikle biz akarsu kaynaklı taşkınları biliriz. Bütün sellere de yanlış olarak taşkın deriz. Ama seller çeşitlidir.Bu tür afetlere yönelik neler yapılabilir?Türkiye’de deprem odaklı bir afet anlayışı var. O da deprem sonrasıyla ilgili. Tüm afetleri, özellikle afet öncesini dikkate alan bir anlayış daha oturmadı. Depremden sonra afet zararlarını azaltmaya yönelik planlı çalışmalar konuşulmaya başladı ama uygulamaya baktığımız zaman eksikler var. Türkiye’de rüzgâr, toz, kum, yağmur ya da kar fırtınası gibi fırtınaların adı bile yok. Halk da fırtına deyince rüzgâr anlıyor zaten. Türkler doğayla iç içe yaşayan bir toplum ama pek fazla doğayı tanımlamış değiliz.Türkiye’de afet denince deprem akla geliyor. Bizde afet planlaması var mı?Türkiye’de afet planlaması kanunları ve mevzuatı zayıf. 7269 sayılı Afetler Kanunu 1959 yılında çıkmıştır. Beş-altı tane afet var orada. O afetler genelde deprem odaklıdır. Sadece binaya zarar verenlere afet demişiz. Mesela kuraklık gibi birçok afet yoktur o kanun içinde. O zamandan bu zamana gelen il bazında, belediye bazında, noktasal afet planları anlayışı var. Bu anlayışta çok büyük yanlışlar var. Çünkü bir yerde bir afet olduğunda onu yaşayanlar artık afetzede oluyor. Oradaki planların işletilmesi mümkün değil. Dışarıdan yardım gelmesi lazım. Afet yönetimi ikiye ayrılır. Biri afetten önce risk yönetimi, diğeri afetten sonra kriz yönetimi. Biz genellikle kriz yönetimini esas almışız. Sonra değiştirmeye çalıştık ama başaramadık. En büyük problem afet yönetimi, Türkiye’de bir bilim dalı olarak görülmüyor. Herkesin yapabileceği bir şey olarak görülüyor. KPSS’ye girmiş, yabancı dil bilen herkes uzman ya da uzman yardımcısı olarak adlandırılıyor. Toplantılar yapılıyor afete dair ama o toplantılara katılanların uzmanlığı nedir? Söylenenlere göre kararlar alınıyor. Afet yönetiminde herkes her şey olabiliyor. Uzman, başkan, müdür, daire başkanı… Unvan çok kolay dağıtılıyor. Bu insanlar Başbakanlık yetkilisi ya da ilde valilik yetkilisi falan olunca sen konuşsan da dinlemiyor. Bizde öyle bir şey yapalım ki herkes bize hayran kalsın gibi ayakları yere basmayan bir anlayış var. Afet yönetiminde çalışanların da uluslararası seviyede bir eğitimi olmadığı için bir dil birliği, fikir birliği yok. Herkesin afete bakış açısı farklı. İnsan odaklı değil daha çok teknoloji odaklı. Ben İstanbul’da Üsküdar’da oturuyorum. Bir deprem olsa çadır alanı var mı, nerede barınacağım, çorba içeceğim, ilk yardım alacağım, bilmiyorum. Afet mevzuatında da zaten vatandaşın yeri yok. Vatandaş bir paydaş olarak değil, sadece afetzede olarak yer alıyor.Özellikle Marmara depreminden sonra yapılan afet tatbikatları yetersiz mi kalıyor?Afette insanlar duyduğunu, okuduğunu değil, daha önce ne yaptıysa onu yapar. Bunun için de tatbikat yapması gerekiyor. Türkiye’de tatbikatlar suyu çıkarılmış şeyler. İki kırmızı tulumlu adam damdan atlıyor, duvara tırmanıyor. Adı da güven tatbikatı bunların. Yani halka güven veriyor! Çoğu haberli tatbikat yapılıyor zaten. Özellikle işyerlerinde bir de anons yapılıyor “Bu bir tatbikattır. Panik yapmayın, işinize devam edin” diye. Böyle bir komedi olamaz. İlçelerde, illerde tatbikat yapıldığında herkes senaryoyu biliyor. Alarm verilince ambulans geceden park ettiği iki sokak öteden geliyor. Biz de alkışlıyoruz başarılı olduk diye! Japonlar mesela 1 Eylül’de imparatordan ilkokul çocuğuna kadar bütün ulus evde, okulda, hastanede, yolda tatbikat yapar. Sadece arama kurtarmacılar değil herkes. Dünyada tatbikatlar başarılı olmak için değil yanlışı eksiği görmek için, planları test etmek için yapılır.Dünyada afet planlaması nasıl yapılıyor?Bizdeki uzay üssü gibi afet yönetim merkezlerinin dünyada örneği yok. Yüzlerce plazma TV ekranlar ama arka tarafta kimse yok. Bu konuda gelişmiş ülkelere bakıyorsunuz, çok mütevazı yerler ama arka planda sistem var. Bilgiyi toplayan, gönderen, çalışan ordu gibi teknik elemanlar var. Afette saat saat yapılacaklara dair hedefler var. Türkiye, afet öncesine ve diğer afet çeşitlerine daha yeni yeni bakmaya başladı. Afete müdahale planı bir tane olur. Hangi afet olursa olsun o planla müdahale edersin. Ama afetten önce yapılması gereken en önemli şey riski azaltmadır. Yani afetler olmadan, can kaybı olmasın diye riskleri ortadan kaldıracaksın. Şu anda öyle bir planlama yok. Bizde afet sonrası müdahale planı var. Afet sonrası da önemli tabii. Mesela Tokyo, İstanbul gibi deprem bekleyen bir şehir. Deprem olduktan sonra Tokyo’yu yeniden nasıl inşa ederiz diye şimdiden planlıyorlar. Biz böyle bir şeye kafa yormuyoruz. Riskli bir yeri nasıl yeniden inşa ederiz. Trafik, nüfus yoğunluğu, yeşil alan eksikliği nasıl giderilir bilmiyoruz. Genellikle bir afet oluyor, sonra aceleyle bir şeylere karar veriliyor.İstanbul’da Kağıthane’de, Beykoz’da rüzgârla ağaç devrilmesi sonucu vatandaşlar hayatını kaybetti. Türkiye’nin her yerinde fırtınada çatı uçması, tabela düşmesi sonucu can kaybı olabiliyor...Çeşidine göre her bir afete özel önlem alınması gerekiyor. Mesela Türkiye’de kuvvetli bir rüzgâr fırtınası olduğu zaman cadde ve sokaklarda tabelalar dökülür mü, ağaçlar yıkılır mı, çatılar uçar mı, diye önlem almaya yönelik bir düşünce yok. Buna göre bir çatı yönetmeliği yapalım anlayışı yok. Sadece bir deprem yönetmeliği var, o da belli kuvvetlere göre. Alttan gelen sarsma vesaire için. Türk Standartları Enstitüsü’nün rüzgar yükü diye bir yönetmeliği var ama çok zayıf. Çatıları içeriyor ama yan duvarların çatılarına bakmıyor. Tabelalar sadece rüzgârda değil depremde de çok sıkıntılı. Devrilmemesi için en az üç noktadan sabitlenmeli vs. gibi sıkı kuralları var. Bizde böyle kurallar yok. İnsanlar artık fırtınada güvenlik için sokağa baretle çıkacak.Özellikle Marmara’da son aylarda yine depremler yaşandı. Kendini hatırlattıkça gündemimize giren depreme yönelik hazırlıklar yeterli mi sizce?Türkiye’nin en büyük derdi deprem. Öncesine yönelik yapılanlara baktığımızda problemin büyüklüğü yanında yapılanlar çok az kalıyor. Türkiye’de bir teknoloji fetişizmi var. Afet denilince çözüm olarak akla hemen uzay üssü alfa gibi afet yönetim merkezleri, yan yana yürüyen kamyonlar, uçan helikopterler, bilgisayar programları falan geliyor. Bu geri kalmış ülkelere mahsus bir bakış açısıdır. Teknoloji tek başına hiçbir işe yaramaz. Bu teknolojiyi kullanacak insana yatırım yapmak daha öncelikli olmalı. Birkaç afet daha yaşadıktan sonra insanların ölmeyeceği, gerçek anlamda sağlam binalar yapmayı başaracağız sanırım. Deprem değil, bina öldürür derler. Bence bina da değil insan öldürür. Binayı yapan, insanlar sonuçta. Esas büyük problemimiz depremiyle, seliyle, heyelanıyla, rüzgâr fırtınasıyla bütün afetleri birlikte düşünemiyoruz. Afet yönetimindeki bütün evreleri de birlikte düşünemiyoruz. Müdahale, iyileştirme var; yani yıkıldı mı yara sarma var bizde. Daha önceden afet zararlarını azaltmaya yönelik hazırlık, plan yapmak yok. Bizde hazırlık yapma mantığı da çok yanlış. Mesela İstanbul’da deprem olursa 34 bin binanın ağır hasarlı olması bekleniyor. Bizim bu ağır hasarlı binalar için hazırlık yapmamız mümkün değil. Afetten sonra bu binalar için 34 bin tane arama-kurtarma ekibi bulamayız. Riski yönetebilir bir seviyede olmamız lazım önce. Riski bırakıp ona hazırlanıyormuşuz gibi yapmak kendimizi kandırmak olur. En fazla yüz bina yıkılabilir ya da ağır hasarlı olabilir diye düşünerek geri kalanlarını güçlü yapmamız lazım. Sadece binanın sağlam olması da yetmez. On büyüklüğündeki depreme dayanıklı bir hastane yapın, içindeki aletleri sabitlemediğiniz zaman deprem anında o aletler yıkılıp kırıldığında hastane yine işe yaramayacak. Binayı sağlam yaptık, aletleri sabitledik bitmedi. İçerideki insanların da afet anında nasıl davranacağını çok iyi bilmesi lazım. Afet halinde bu insanlar kendi derdine düşerse acil durumda kim görev yapacak?Afetler için önlem olarak büyük lojistik merkezleri kurulacak deniyor, yeterli mi?Şimdi Türkiye’de bir de büyüklük hastalığı var. İşte en büyük lojistik merkezi, afet yönetim merkezi falan. Büyüklük her zaman iyi değil. Özellikle afette lojistik malzemelerin dağıtılmış olması gerekiyor. Çok büyük bir depo yaptığınız zaman oradan malzemeleri dağıtamazsınız. Hele İstanbul’da normalde trafik düzenli değil, afet anında herhangi bir şey taşımak mümkün olmaz. Bakıyorsunuz Japonlar, bütün araç gereçleri toplama alanları ilan edilen parklara koymuş. Parklarda yerin altında su depoları, küçük kulübelerde acil temel ihtiyaç ve ilkyardım malzemeleri var. Her çocuğun gittiği okul, ailesi için afet anında sığınılacak yer olarak kullanılıyor. Üç gün idare edecek şekilde bütün malzemeler orada oluyor. Bizde ise bölge bölge büyük lojistik merkezler kuruluyor. Malzemelerin oradan taşınması planlanıyor ki mümkün değil. Bir de arama-kurtarma ekipleri hazırlıyoruz. Onların kayıpları arayıp kurtaracağı düşünülüyor ama insanlar enkazın altında kaldı mı çoğu ölüyor. Türkiye’de biz müdahale ve yara sarma odaklıyız kısaca.Deprem riskini azaltmaya yönelik diye başlayan kentsel dönüşüme nasıl bakılmalı?Bu anlamda doğru yapılırsa kentsel dönüşüm çalışmaları iyi bir adım olarak değerlendirilebilir. Halkla oturup konuşarak beraberce yapılırsa doğru olur. Deprem için baktığımız zaman binaların güçlendirilmesi birinci adım olmalı. Şu anda bu dönüşümü de çok yaygınlaştıramadılar. En çok Esenler’de yapıldı o da yüzde on civarında. Sadece binayı sağlam yapmak da yetmiyor. Kentsel dönüşüm yapılırken tüm afetlere göre yapılması lazım.
↧