Bilimum yüksek tepeler camilerle donatılsa da ülkenin saygın zümrelerinden ‘beyaz yakalılar’ın ibâdet mekânı sorunu devam ediyor. Hatta fişlenmemek için işyerlerinde dinî kimlikleri yokmuş gibi davranıyorlar. Eser Karakaş’a göre, siyasetteki din istismarı haklı taleplerin bile ideolojik algılanmasına sebep oluyor.İşçinin, memurun, öğrencinin hakları ya da yaşam koşulları hep iyileştirilmesi gerekenler arasındadır. Bunca sorun arasında beyaz yakalılar ise avantajlı konuma yerleştirilir. Çünkü yüksek katlı plazalarda, seçkin ofis ortamlarında çalışırlar, maaşları fena değildir. Şık giyimlidirler ve iş arası vakitlerini lüks mekânlarda geçirirler. İnsan ilişkileri mi? Dışarıdan bakınca gayet seviyeli. Hatta mümkünse duygu ifade etmeyen türden. İşte tam bu nokta biraz kurcalanırsa beyaz yakalıların aslında nasıl bir mağduriyet içinde oldukları gözlenir. Mağduriyetin adı ise giderek tektipleşen yaşamlar.Ünlü psikanalist Paul Verhaeghe, neoliberalizmin ürettiği karakterlerle ilgili bir yazısında beyaz yakalılarla ilgili şu tespitleri yapıyor: “İşyerlerindeki sürekli değerlendirme, bağımsızlığın azalmasına sebep oluyor. Kişi sürekli değişen dış normlara bağlanıyor. Fakat daha da önemlisi, insanların özsaygılarında oluşan büyük hasar; özsaygı artık büyük oranda başkalarından aldığımız onaya bağlı.” Verhaeghe’nin bahsettiği başkalarından onay alma ihtiyacı ise plaza çalışanları için farklı mağduriyetlere kapı aralıyor.Dünyadaki örnekleri hakkında fikrimiz olmasa da Türkiye’de yol açtığı mağduriyetlerden birinin dini kimliğin gizlenmesi olduğu aşikâr. Zira konuştuğumuz plaza çalışanlarından çoğu dini kimliğini yaşama noktasında sadece müdürlerinden değil, iş arkadaşlarından da çekiniyor. Örneğin, çalışma şartlarını iyileştirme adına düşünülen spor merkezleri, kafeler, oyun ve sigara salonlarının yanına bir de mescit isteyenler var. Ancak işyerine adeta başka bir kimliğe bürünüp gelenler bu talebi arkadaşlar arasında bile dışa vuramıyor. Çünkü kabul görmüş beyaz yakalı profiline ters bir istek ve böyle bir istek sonrası dışlanma ihtimali çok yüksek. Haliyle çalıştıkları plazada bir mescit olsa dahi oraya gitme konusunda çekimserlik yaşamaları da kaçınılmaz. Psikolojik baskının en bariz örneklerinden biri de çeşitli sebeplerle düzenlenen alkollü partilerin bir çeşit sınanma meydanına dönüşmesi. Zira beyaz yakalılar arasında bir yılbaşı partisine katılmamak bile iş ortamında ayıplanma sebebi.Bugün Türkiye’de var olan fişlenme gerçeği her türlü kimliği, eğer müdürün görüşüne uygun değilse, saklama ihtiyacı doğuruyor elbette. Ancak plaza ortamlarındaki mahalle baskısı biraz daha abartılı haliyle yaşanıyor. Biz de hem arkadaş ortamlarında hem de yönetimin gözünde fişlenmekten çekinen kişilerin görüşlerini farklı isimlerle aktaracağız. Zira onların dinî kimliği dışa vurabilme adına özlemleri olsa da alacakları tepkiden şimdilik pek emin değiller.Örneğin özel bir bankada müdürlük yapan İlhan Yılmaz, özel yaşamında dini hassasiyetlerini rahatlıkla ifade edebilse de iş ortamında arkadaşlarıyla bu konulara hiç girmediğini anlatıyor. İşyerine gittiğinde kendini dinî kimliğinden soyutlayarak binaya girdiğini söyleyen Yılmaz, “Böyle bir durum içindeyim ve çevremde benim gibi bir sürü insan olduğunu biliyorum.” diyor. Çalıştıkları binada namaz kılabileceği bir mekân olmadığını anlatan Yılmaz, “En yakın cami 10 dakika mesafede. Abdest alıp, kılıp geri dönmek en az 40 dakikamı alıyor. İş merkezimizde namaz ve abdest için uygun bir yer olsaydı bu en fazla 15 dakika sürerdi. Yani bir sigaraya ayrılan zaman dilimi kadar.” diyor. Binalarında sosyal faaliyet anlamında kafeterya, masa tenisi ve satranç oynayabilecekleri mekân ve kütüphane bulunduğunu anlatan Yılmaz, “Bir de mescit olsa fena olmazdı. Ama bunu şimdiye kadar hiç dile getirmedim, arkadaşlarıma bile.” diyor.‘Yabancılar gelip namaz yeri istiyor, biz istesek göze batar’Dünyanın önde gelen içecek firmalarından birinde yönetici asistanı olan Ergül Kartal da plaza hayatının zorluklarından birinin de ibadeti yerine getirememe olduğunu söylüyor. Bu tip mekânlarda ibadet mekânının düşünülmediğini ifade ediyor: “Bir plaza içinde birden çok şirket var. Dolayısıyla bina giriş çıkışı ve asansör trafiği her zaman yoğun. Camiye gidip gelmek en az yarım saatimi alıyor. Binada ne abdest ne de namaz için mekân var.” Şimdiye kadar bina yönetimine ya da idari amire bu yönde bir talebinin olup olmadığını soruyoruz. “Günümüzde ibadet etme isteği belli ideolojilerle birlikte düşünüldüğü için böyle bir talebim olmadı. Salt ibadet etme isteği olarak bakılmıyor.” diye cevaplıyor Kartal.Çok uluslu bir firmada çalışan Ergül Kartal, farklı bir detaya dikkat çekiyor. Firmaya diğer ülke temsilcilerinden konuklar geldiği zaman namaz için rahatça mekân sorabiliyor ve yetkililer onlara toplantı odalarında geçici bir yer tesis ediyor. Ancak Kartal, firmanın çalışanı olarak yanlış anlaşılmaktan endişe duyduğu için böyle bir talepte bulunamadığını söylüyor. Çünkü bugün Türkiye’de namaz kılmak belli bir zümreye bağlı olmakla ilişkilendiriliyor. Görüşünü aldığımız diğer plaza çalışanı ise bir inşaat şirketinin mali işler yetkilisi. İbadet noktasında o da diğerleri gibi yer sorunu yaşayanlardan. ‘Şirket çalışanlarının işyerine geldiğinde dini kimliğinden soyutlandığını düşünüyor musunuz?’ sorumuza şöyle cevap veriyor: “Çalıştığım yer itibarıyla dini hassasiyeti olan kişilere pek rastlamadım. Belki de da sorunuzun cevabı budur.”Din istismarı haklı taleplere bile reaksiyoner tutum oluşturduDünyadaki örneklerinde plaza hayatı ve beyaz yakalıların yaşamı birçok yönüyle mercek altına alınmış durumda. Özellikle sosyologlar, onların artık toplum içinde ayrı bir zümreyi oluşturduğu görüşünde. Ancak Türkiye’deki beyaz yakalılara baktığımızda görünen o ki kariyer basamaklarında tökezlememek için dinî kimliklerini olabildiğince gizleme durumu söz konusu.Bugün ülkenin her yanında rahatça dile getirilen hatta siyasî malzeme haline gelen dinî hassasiyetler henüz plazalarda duyulmuyor. Söz konusu durumu yazar ve akademisyen Eser Karakaş’tan yorumlamasını istiyoruz. Türkiye’nin beyaz yakalılar zümresini yakından tanıyan ve gözlemleyen Karakaş’a göre, çalışanların dinini yaşayamamasında tek sorumlu plaza yöneticileri değil. Bugün Türkiye’de olağanüstü bir din istismarı olduğunu anlatan Karakaş, “Özellikle AKP iktidarından beri bu konuların belli kişiler tarafından çok fazla abartılması bir reaksiyoner durum da oluşturdu. Bunu da unutmayalım.” diyor.Meselenin siyasette bu kadar üzerine gidilmeseydi, sosyolojik olarak daha doğal hallolacağını düşünen Karakaş, bugün insanların dinle ilgili taleplere köşeli tavır almaya başladığını söylüyor. Örneğin bürokraside görev alan herkesin eşinin türbanlı olması ve diğerlerine hareket alanı tanınmaması insanlarda tepkisel bir duruşa neden oluyor. Tıpkı 28 Şubat’ta başörtülülere hak tanınmadığında oluşan tepki gibi. Son beş-altı yıldır yaşananın belki 28 Şubat’a karşı bir reaksiyon olduğunu dile getiren Karakaş, şöyle devam ediyor: “Meselelere böyle yaklaşmamakta herkes açısından fayda vardı. Yani bir beyaz yakalı müdürün ibadet mekânı isteğini siyasî algılaması sadece kafasındaki kodlarla ilgili değil. Bugünkü siyasî ortam da somut gerekçeler veriyor.”Aslında inanç ve yaşam tarzlarını savunan hatta başörtülülere izin vermeyen üniversiteden ayrılan Karakaş, bugün kendinde bile dinî söylemlere karşı tepki oluştuğunu söylüyor. Tayyip Erdoğan’ın söylemlerinin bunda çok büyük etkisi olduğunu da sözlerine ekleyen Karakaş, Erdoğan’ın, “Kadıköy vapuruna binen kadınların hali tavrı beni rahatsız ediyor.” sözünü hatırlatıyor ve ekliyor: “Onu dinlediğimde dehşete düştüm. Çünkü benim annem, karım, kızım Kadıköy’de ve seküler bir yaşamları var. Şimdi böyle bir ortamda bir beyaz yakalının yöneticisinden mescit talebinin siyasî algılanması kaçınılmaz.”
↧