Bu hafta vizyona giren filmler arasında Bay Turner da bulunuyor. Ünlü İngiliz ressam William Turner’ın hayatının sinemaya uyarlandığı yapımla beyazperde bir ressamın biyografisine daha yer veriyor... Peki ya diğerleri hangisiydi?Bay TurnerYapımlarında daha önce İngiliz sanat tarihinden bazı birkaç ismi anlatan Mike Leigh, bu defa Bay Turner adlı son filmiyle ünlü İngiliz ressam J. M. William Turner’ın hayatını beyazperdeye taşıyor. On dört yaşında Kraliyet Akademisi Sanat Okulu’na giren, özellikle de gemi ve fırtınalı deniz resimleriyle tanınan Turner’ı filmde Timothy Spall oynuyor. Gösterdiği performansıyla Spall, geçtiğimiz yıl düzenlenen Cannes Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünün sahibi oldu. Film aynı zamanda En İyi Görüntü Yönetimi, En İyi Soundtrack, En İyi Yapım Tasarımı ve En İyi Kostüm Tasarımı kategorilerinde Oscar adaylığı kazandı. Filmde yaşadığı dönem boyunca merak edilen Turner’ın hayatının sadece son yirmi beş yılı anlatılıyor. Ünlü ressamın seyahatleri üzerine kurgulanan yapımda sanat ve duygu dünyasının gel-gitleri veriliyor. Dönemin Londra sanat hayatının yanı sıra Turner’ın yaşlı babası, birlikte yaşadığı hizmetçisi, eşi ve iki yetişkin kızı ile olan ilişkisi de inceleniyor. İzlenmesi zor bir yapım olan Bay Turner filminin bu özelliği, yönetmenin bilerek seyircinin ressamla olan bağını koparmak istemesinden kaynaklanıyor. Ancak görsel şölen niteliğindeki resimlerin ve doğal manzaraların olduğu sahneler içinse aynı şeyi söyleyemeyiz. Big Eyes Sıra dışı filmlerin yönetmeni Tim Burton’ın son yapımı da bir ressamın hayatını anlatıyor. Büyük gözlü çocuk resimleriyle ünlü olan Margaret Keane ve onun yerine geçen eşi Walter Keane’in öyküsünün uyarlandığı filmde başrolleri Amy Adams ve Christoph Waltz paylaşıyor. Bir kadının sanat eseri yapmasının hoş karşılanmayacağını düşündüğü ve toplum tarafından dışlanma korkusu yaşadığı için Margaret, kendi resimlerini kocasının adıyla piyasaya çıkarır. Ancak bu zamanla bir ihaneti de beraberinde getirir ve kocası, Margaret Keane’in tablolarını sahilenerek kendine ait olduğunu iddia eder. Pollock Ed Harris’in ilk yönetmenlik denemesinin konusu, dışavurumculuğa farklı çalışmalar kazandıran Amerikalı ressam Jackson Pollock’un hayatı. Harris, aynı zamanda senaryosunu yazdığı filmde başrolü de oynuyor. Soyut sanatta zirve yapmasına rağmen alkol sorunuyla tüm yaşamını mahveden Pollock, intihar olduğu düşünülen bir araba kazası sonrası kırk dört yaşında öldü. Ed Harris’in oyunculuğuna sözümüz yok belki ama filmden gördüğümüz kadarıyla yönetmenliğinden ümitli olmadığımızı da söylemeliyiz. Sanatçının buhran dolu yaşamını yansıtmak için fazlasıyla uğraşan Harris filmi sıkıcı bir hale getiriyor. Ancak Pollock’un resimleriyle baş başa kaldığı ve damlatma tekniğini keşfettiği anlar izleyenleri mutlu edebilir. Seraphine Bu kez beyazperdenin misafiri bir kadın ressam oluyor. Martin Provost’un yönetmenliğini yaptığı Séraphine, ressam Séraphine Luise’nin trajik yaşam öyküsünü anlatıyor. Sade bir yaşantısı olan ve geçimini temizlikçilikle sürdüren Seraphine, bir gün kendi kendine resme başlar. Gündüzleri çalışan bu kadın geceleri ise uykusuz kalarak resim yapar. İmkânı olmadığından dolayı mum yağı ve topraktan elde ettiği boyalarla doğa desenleri çizer. Filmde aynı zamanda Seraphine’nin Picasso’nun koleksiyonculuğunu yapan dönemin sanat eleştirmeni Wilhelm Uhde ile olan tanışıklığına da değiniliyor. Zorlu hayat şartlarına rağmen resimden asla vazgeçmeyen Seraphine’nin akıl hastanesine uzanan yolculuğu hayli dramatik. Cesar da dâhil toplam on yedi ödüllü film, seyirciyi bir ressamın renkli ve zengin iç dünyasına tanık ediyor. İnci Küpeli Kız Tracy Chevalier’in romanından uyarlanan filmde Hollandalı ressam Johannes Vermeer’den bahsediliyor. Vermeer’e ait “İnci Küpeli Kız” tablosunun yapım süreci ele alınıyor. Başrollerini Scarlett Johanson ile Colin Firth’in paylaştığı film, Vermeer’in evinde hizmetçi olarak çalışan 16 yaşındaki Griet adlı bir kızdan yeni tablosu için poz vermesini istemesi üzerine kurulu. Film, bir tabloyla ilgili olduğu için yavaş akan bir yapıya sahip. Goya’nın Hayaletleri En İyi Yönetmen Oscar’ının iki defa sahibi olan Miloš Forman’ın yönetmen koltuğunda oturduğu filmde Francisco Goya’nın hayatı perdeye yansıtılıyor. İspanya’nın en ünlü ressamlarından olan Goya’yı Stellan Skarsgrad oynarken Natalie Portman ve Javier Bardem de ona eşlik ediyor. Olaylar ressamın ilham perisi kabul ettiği Inés’in Engizisyon Mahkemesi ve rahip Lorenzo tarafından toplum değerlerine karşı gelmekle suçlanmasıyla başlar. Goya ise onun affedilmesi için büyük bir mücadele başlatır. Bir sanat filminin olmasının yanı sıra Goya’nın Hayaletleri aynı zamanda arka planında dönemin politik kavgalarını ve İspanyol Engizisyon mahkemelerinin halk üzerindeki etkisini göstererek o zamana önemli eleştiri getiriyor. Rembrant Sinema, ressamların hayatlarından sadece bugün değil, geçmişte de faydalanıyordu. 1936 yapımı filmde Hollandalı ressam Rembrandt anlatılıyor. Sonraları da hakkında birkaç kez film yapılan ressamın sadece hayatı değil, tabloları da sinemacılar tarafından ilgi gördü. Başrolde Charles Laughton’un oynadığı filmde 1642 yılının Amsterdam’ında usta ressamın ün ve zenginlikten oluşan hayatının karısının ölümüyle nasıl değiştiğini izliyoruz. Film bu olay sonrasında acı dolu eserler vermeye başlayan ressama karşı çevresi tarafından verilen olumsuz tepkiyi de ele alıyor. Frida İlginç öyküsü ve trajik hayatıyla bambaşka bir ressamın filmi Frida. Salma Hayek’in başarılı performansı ile yaşadığı acılara karşı resim yaparak dayanmaya çalışan bir kadının hikâyesi anlatılıyor. Önemli kadın ressamlardan sayılan Frida’nın hayatı yaşadığı tren kazası sonrasında bir anda altüst olur. Asla bitmeyecek hastalık ve ameliyatlar artık hep onunladır. Tüm bu mücadelesine ortak olarak eşi Diego Rivero ile olan değişen ilişkileri de filme yansıtılıyor. 6 dalda Oscar ödülüne aday olan ve iki tanesini kazanan yapımda Edward Norton ve Antonio Banderas’ın rollerinin az olması eleştirmenlerce hayal kırıklığı olarak görüldü.
↧