‘Devlet makamı’ iğneli fıçı. Bir ömrün sermayesini, üç yıla sığdırıyor. ‘Harcanıp gidiyor ömür dediğin’ türküsü eşliğinde ılımlı ve yapıcı anılan Prof. Dr. Nabi Avcı’nın hikâyesine bakalım.Ömür denilen yolda insanın halini bilmesi de zor, o halde sabitlenmesi de. Yunus Emre yazmış, bize anlatmak düşer: “Ben dervişim diyene bir ün idesim gelir/Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir/ Varıp anın üstüne evler yapasım gelir.”Derviş Yunus’u andık, Molla Kasım’dan bahsetmek için. Onu da sonunda buluyoruz:“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir”Yunus Emre Divanı’nın üç bin şiirini şeriata aykırı bulup yakan Molla Kasım bu deyişe geldiğinde kendi ismini görerek kerameti anlar ama olan divana olmuştur. İsmi tarihe Yunus Emre Divanı’nı yakan Molla olarak geçer, ne çare?Bu olaydan yüzyıllar sonra karşımıza çıkan Molla Kasım, bir müstear. Şimdi Milli Eğitim Bakanı olan Prof. Dr. Nabi Avcı’ya ait. “Geçmişimde gazetecilik de var.” diyen Avcı’nın 1980’lerin sonunda mizah yazılarında kullandığı isim.Akademisyenlikten Milli Eğitim Bakanlığı’na uzanan zahmetli yolda yürüyüp, muhalefetçe “gelmiş geçmiş en kötü Milli Eğitim Bakanı” ilan edilen Avcı, öğrencilerinin övgüyle bahsettiği bir akademisyen, meslektaşlarının bakanlığa samimi dileklerle uğurladığı bir insanken bu nitelemeye nasıl mazhar oldu?İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde verdiği dersleri “stand-up tadında” sözleriyle anılıyor, Medyakronik adlı eleştiri sitesinin yazarlarından. O zamanlar beraber çalıştığı Alper Görmüş, Avcı’nın bakanlık haberini şu sözlerle karşılamış:“Nabi Bey entelektüel derinliğe sahip biri. Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilmesi Türkiye için önemli. AK Parti’de siyaset yaptığı için şüpheyle bakılması doğru olmaz. (…) Nabi Avcı’nın orada uzun süre kalması lazım. Kendisi TBMM’deki en önemli isimlerden...”Çalışma arkadaşı Prof. Aydın Uğur’un yaklaşımı da öyle:“Benim tanıdığım Nabi Hoca gerçek bir bilim insanı ve köklü bir tarih bilincine sahip, çok geniş ufuklu bir aydındır. Ama asıl onu biricik kılan yanı insanlık hallerine dair derin sezgisi ve hoşgörülü sağduyusudur.”Bakanlık yolculuğuna çıkarken heybesine bu temennileri koyan Avcı’nın politikayla ilk sınavı da görevinin ilk günlerinde karşısına çıkıyor, sansür. Edip Cansever’in “Masa da Masaymış Ha” şiiri Talim Terbiye’ye takılmış, ders kitaplarından çıkartılmış. Olayın basında yer almasının ardından yaptığı basın toplantısında ezberden Can Yücel’in “Hayatta ben en çok babamı sevdim” şiirinden bölümler okuyor. Yeni Bakan’ın bu tercihi, o süreçte sansüre bir mesafe olarak görülecek, Molla Kasım’ı kendisine müstear edinen bir ismin, bu ironiyi bakanlıkta da devam ettireceği düşünülecek.Oysa başlı başına bir gayya kuyusu olan Milli Eğitim Bakanlığı’nın yükü, sansürden çok daha ağır.Bu görevi yüklenen ismin biyografisine göz atalım. 8 Ekim 1953’te Bilecik’te doğmuş, ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi mezunu. 1974 yılında Kültür Bakanlığı’nda memur, 2000 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde profesör. Arada geçen sürede, Milli Eğitim Bakanlığı ve Başbakanlık Müşavirliği yapmış, bürokrasi mazisi o günlere dayanıyor. Televizyonlarda program yapımcısı, gazetelerde köşe yazarı, danışman. Çevirmen, mesela Rene Guenon’u onun kaleminden okuyabilirsiniz. Verdiği ilk ve tek kanun teklifi: “Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”“Engelliden öğretmen olmaz” gibi açıklamalarıyla imza atan halefi Ömer Dinçer’in ardından Avcı’nın Milli Eğitim Bakanlığı’na gelişi bir heyecan vesilesi, herkes yeni bakanın ılımlı üslubundan umutlu.O sırada esmeye başlayan fırtınanın MEB’i nasıl önüne katacağını kimse bilmiyor, henüz. Bakanlığının hemen ilk yılında ortaya çıkan TEOG ve yerleştirme skandalı bir mutat olarak görülüyor, MEB’in bitmez dertleri.Ama Avcı’yı önceki bakanlardan ayıran nokta dönemin Başbakan’ı Erdoğan’ın şu açıklamasıyla başlayacak:“Ben Milli Eğitim Bakanı arkadaşlarımın bu değiştikleri süre içerisinde hepsinden de doğrusu bunu istedim. Ve son dönemde artık dedik ‘Bu işi bizim bitirmemiz gerekiyor.” Dershanelerin kapatılmasının ilk adımı olan bu sözlerin ardından başlayan süreç tüm sertliğiyle ilerlerken, kulislerde Avcı’nın bakanlığının siyasal gündem altında ezildiği, görevini yerine getirirken ılımlı üslubunu yansıtamadığı, MEB’in bakan beyden ziyade bürokratların etkisi altında olduğu… söylentileri hızla yayıldı. Dershane meselesinde daha önceki bakanların yap(a)madığı bir işi kucağında bulan Avcı, yurtdışında ‘sivil’ inisiyatiflerle açılmış okulların ‘devlet’ eliyle kapatılması için ülke ülke gezilen zamanların Milli Eğitim Bakanı olmayı da hanesine yazdıracaktı.Başlarda bu konularda basın toplantıları vesilesiyle fikirlerini beyan eden Bakanlık ve Avcı giderek etkin bir şekilde açıklamalar yapmaya, arka arkaya yalanlamalar yayınlamaya başladı:“Yaptıkları gazetecilik, habercilik değil. Gazeteciliğin içinden gelmiş birisi olarak bunu söyleyebiliyorum.”Akademisyen kimliğini öğrencilerinin sitayişle andığı Avcı’nın Bakanlığı “ah”larla anılmaya başlanmıştı.Avcı kendi mezun olduğu Eskişehir Anadolu Lisesi’nde öğrencilere “Bir Bilim Adamının Romanı” kitabını tavsiye ederken, kitabın şu bölümlerini de hatırlıyor mudur?“Bu hikâyenin adı şöyle olmalı bence: ülkemizde eksik olan sistem.”“Lisede pek bir şey öğrenmediğimiz anlaşılıyor,” diye üzüldü genç adam.“Sistemi anlamak için,” dedi profesör, “Daha doğrusu, sistemin gerisindeki matematik düzeni anlamak için, formüllerin gerisindeki matematikçiyi, onun nasıl düşündüğünü sezmek gerekiyor. Bunu öğretmiyorlar size; belki liseden sonra da öğretmiyorlar, hiç öğretmiyorlar.”Nabi Avcı, yıllar sonra geriye dönüp baktığında acaba bu dönemdeki bakanlık günlerini nasıl hatırlayacak? Önemli olan da bu galiba.Milli Eğitim’de olumlu bir şeylere imza atabildi mi? Üzerindeki iradenin arzularını yerine getirmek dışında, özgün ve kendi adıyla anılacak projeler mesela… Yakında kendisi söyledi: “Eğitim dünyası tam bir yaz boz tahtası.” Bu, bir bakan için kederli itiraf olmalı.Yıllar sonra, dershaneleri kapatan bakan yahut yurtdışındaki Türk okullarını kapatan bakan olarak anılmak, acaba kendisini mutlu edecek midir?Yahut, o bakanlığa atandığında sevinen, umutlanan dostları, bugün kendisi ve bakanlık performansı hakkında neler düşünüyorlardır? Hâlâ umutları sürüyor mudur?Ne derler: Nasıl başladığınız değil, nasıl bitirdiğiniz önemli. Bu evrensel kural Nabi Avcı için de geçerli, öyle değil mi?
↧