Modernleşme tarihimizde arafta kalan isimlerden biri Ahmet Hamdi Tanpınar. Türkiye’de Kemalizm’in de siyasal İslam’ın da doygunluk noktasına geldiğini dile getiren Prof. Dr. Besim F. Dellaloğlu ile ölüm yıldönümünde Tanpınar’ı ve Türkiye’deki muhafazakâr ideolojinin tutarsızlıklarını konuştuk.“Tanpınar, ‘Huzur’un kitabını yazmış bir huzursuz.” size göre. Niye huzursuz?Buna cevap vermek zor. Tanpınar’ın bir kişisel huzursuzluğundan söz edebiliriz -ki bu bizi pek fazla ilgilendirmiyor- bir de toplumsal boyutu var meselenin. Üzerinde konuşmak hakkına sahip olduğumuz zemin de burası. Niye huzursuz peki? Bir yandan CHP milletvekili, diğer yandan da Türk modernleşme tecrübesine en ciddi eleştirileri getirmiş kişilerden bir tanesi. Hem gelenek göreneklerle, camilerle, tarihi yapılarla, İstanbul’la güçlü bir irtibatı var hem de tam bir ‘muhafazakâr’. Bu tür zeminler Türkiye’de otomatikman bir huzursuzluk ortaya çıkarır. Tanpınar’ın edebiyatında da bunu görüyoruz. Kitabının adı ‘Huzur’ ama aslında çok ‘huzursuz’ bir kitap. Fakat bu huzursuz olma durumunu kendine dert edinene, bunu içselleştirene de biz entelektüel diyoruz.Altını çizdiğiniz ‘entelektüellik’ durumunu tam anlamıyla ortaya koyan çok fazla aydın yok aslında bu topraklarda. Tanpınar neden yalnız kaldı?Günlüklerinde kendisine yönelik bir ‘sükût suikastı’ yapıldığını söyler Tanpınar. Yani kendi varoluşunun toplum tarafından yeterince algılanmaması ya da ürettiği edebiyatın karşılığının en azından yaşadığı dönemde kıymet bulmamasıyla ilgili bir şey bu. Ama bu biraz da Türkiye’nin genel bir sorunu. Yani ya solcu olursun ya muhafazakâr. En kolayı bu aslında. Ve buradan bir ‘huzursuzluk’ çıkmıyor ortaya. Herkes mutlu mesut ama Tanpınar gibi tipler çok az. Batıda asıl bu tiplere entelektüel deniyor. Bugün Necip Fazıl ya da Nazım Hikmet’in nerede durduğu bellidir. Bunun üzerine çok fazla kafa yormazsın. Ama Tanpınar gibi, Cemil Meriç gibi, Sabri Ülgener gibi, Oğuz Atay gibilere kafa yorarsın. Gerçek entelektüeller bu isimler bence.Kimine göre muhafazakâr, ama bir yandan da CHP milletvekilliği yapan birinden söz ediyoruz. Hangi Tanpınar?Bugünkü anlamda bir muhafazakâr olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de Tanpınar’ı ‘muhafazakâr’ gösteren şey; gelenekle, dinle veya tarihle daha güçlü bir ilişki kurması. Bu kodlar da otomatikman muhafazakârlığı çağrıştırıyor ülkemizde. Bu aslında çok özendiğimiz Batı’yı idrak etme hususunda bir boşluğa işaret ediyor. Çünkü Batı’da geçmişle, gelenekle, dinle her zaman bir bağlantı mevcut. Dolayısıyla Bach dinleyene Batı’da muhafazakâr ne kadar denirse Türkiye’de de Dede Efendi dinleyene o kadar muhafazakâr denmesi lazım. Ama Türkiye’de bu böyle değil. Hatta burada Bach dinleyen ‘çağdaştır’, Dede Efendi dinleyen ise muhafazakâr. Böyle bir şey olabilir mi? Tanpınar, Türkiye’de bir modernlik arayışının yolcusu. Ne tam anlamıyla Batılı, ne de yerli. Onu bu kodların dışında bir kavrayışla okumak lazım. Kendisini değil metinlerini, ürettiği şeyleri okumak gerekiyor. Biz bir türlü metine odaklanamadık.O zaman her kesimin bir Tanpınar’ı olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde.Tabi. Mesela bugün kendini muhafazakâr olarak tanımlayan insanlar, 2007’de Tanpınar’ın günlükleri ortaya çıktığında büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaşadılar. ‘Biz bu adamı böyle bilmiyorduk. İçki, kumar, her türlü ıvır zıvır varmış’ gibi şeyler söylendi. Metne odaklanmamak dediğim şey biraz da bu. Şahsa odaklı bir okuma tarzımız var. İdeolojik kamplaşma üzerinden bakıyoruz her şeye. Biz Shakespeare’in karakteri hakkında bir şey biliyor muyuz? Ya da Platon’un ‘iyi’ bir insan olduğunu? Hâlbuki bu isimler çok karaktersiz adamlar da olabilir. Edebi metnin kalitesi, onu yazanın namusu ya da karakteri üzerinden bilinecek bir şey değil.Türkiye’de kendini ‘muhafazakâr’ diye tanıtan kişiler Tanpınar’ı ne kadar okumuştur sizce? Ve bu insanlar iş bir şeyleri ‘muhafaza etmeye’ geldiğinde neden tökezliyorlar?Narmanlı Han’dan geçtim gelirken. 57 milyon dolara AVM mi olacak otel mi olacak bilmiyorum. Bunun gibi pek çok örnek var. Mesela muhafazakârlık denince ilk akla gelenlerden biri olan Menderes döneminde Vatan ve Millet caddelerinin yapılması esnasında dört yüz küsür Osmanlı yapısı yıkılıyor, bunun elliye yakını dini mekân. Durum ortada aslında. Muhafazakârlık ve milliyetçilik Türkiye’de daha yerli ve buralı bir şey olarak algılanır. Kemalizm, liberalizm vs. ise daha Batı’ya yakın. Ama bunların hepsi Batılı ideolojiler. Hepsi 19. yüzyılın ve Batı’nın ürünü. Muhafazakârlık Batı’da kentli bir ideolojidir. Ama Türkiye’de muhafazakârlık dendiğinde kırsal akla gelir ve bir biriktirme durumu yok. Kültürel bir birikim ve yatırım olmadığı için de muhafaza etme duygusu, Türkiye’deki muhafazakârların vazgeçilmez bir özelliği değil. Biraz ağır olacak ama modernleşme süreci bağlamında muhafazakârlık ne üretmiş ki muhafaza etsin? Bu anlamda AKP’nin ve muhafazakârlığın meşruiyeti tartışmalıdır. Önce iktisadi anlamda bir refaha ulaşalım, diğerlerine ondan sonra bakarız anlayışı var. Dolayısıyla böyle bir hoyratlığın arkasında da böyle bir zihniyet var.Geleneği, modern olanın karşısına koyan bir zihniyet üretti bu ülkenin modernleşmecileri. Tanpınar da biraz bu durumdan muzdarip oldu sanırım?Oldu tabi. Modernlik, geleneği içine alan ve bundan beslenen bir şeydir Batı’da. Dolayısıyla gelenekle belli bir mesafe çerçevesinde eleştirel olarak ondan beslenmektir modernlik. Rönesans, reform ve aydınlanmadan bahsetmeden modern Batı’dan bahsedebilir miyiz? Nedir Rönesans? Yeniden doğuş. Neyin yeniden doğması? Antik Yunanın. 2000 yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Türkiye’de modernleşmeciler (Kemalistler, laikler vs.) geleneği, kategorik olarak kökten reddetme eğilimindeler. Kendilerini muhafazakâr olarak görenler de geleneğe fazla angaje. Hâlbuki ikisinin de ortası bir şey bu. Gelenek kelimesinin içinde değişim var. Tanpınar’ın deyişiyle ‘değişirken devam etmek, devam ederken değişmek.’Tanpınar Türkiye’deki bu iki kutba da eşit mesafede o zaman…Tanpınar’ın idrakinin en önemli noktası, Batı düşüncesinin esasını en iyi kavrayanlardan biri olması. Geleneğin ne manaya geldiğini idrak edebilmesi. İnce belli bardakta çay da içersin, Bach da dinlersin, Mesnevi de okursun, yeri gelir Dede Efendi de dinlersin. Ama gayet modern, çağdaş bir insan da olabilirsin. Bu Türkiye’de yakın zamana kadar çok da kolay bir şey olmadı. Tanpınar’ın önemi de buradan geliyor.Batı’da toplumsal değişim ve dönüşümlerde sosyoloji ve felsefi disiplinlerin payı çok büyük. Türkiye’de ise bu disiplinlerin misyonunu neredeyse tek başına sırtlayan bir şey var, o da edebiyat. Neden böyle?Hatta edebiyat da demeyelim buna, roman diyelim. Sosyoloji de tiyatro da bale de Batı’dan gelmiş ama hiçbiri roman kadar etkili olamamış bu topraklarda. Sosyal bilim Türkiye’de ne kadar toplumsallaştı, kamusallaştı, toplumsal idrakte ne kadar karşılığı oldu, bunlar tartışılabilir şeyler. Bu kadar çok üniversitede sosyoloji bölümünün olması toplumsal idrakte çok güçlü bir karşılığı olduğu anlamına gelmez.Sosyologları da eleştiriyorsunuz sanırım. Sosyolojinin giderek teknisyenliğe dönüştüğünü söylüyorsunuz?Evet. Sen taksi şoförüne anlatamıyorsan derdinin ne olduğunu, bakkal ne iş yapıyorsun diye sorduğunda ‘sosyolog’ olduğunu söyleyip de bir karşılık alamıyorsan toplumda bunun karşılığı yok demektir. Sosyal bilimlerin Türkiye’de çok ciddi bir meşruiyet sorunu var. Siyasetin kalitesini de düşüren bir şeydir bu. Türkiye’de bir sosyal bilimci siyasete atılabilir, hatta başbakan, cumhurbaşkanı da olabilir. Ama o geçişte sosyal bilimci kimliğini bırakıyorlar sanki.“ALİ ŞERİATİ TÜRK OLSAYDI, BURANIN İSLAMCILARI ONA TAHAMMÜL EDEMEZDİ”Modernleşme tarihimizden Tanpınar’ı çıkarttığımızda ne eksilir?Baya bir şey eksilir. Tabi şahsı da çok abartmamak gerekir belki ama biraz önce adını saydığım bütün ayrıksı düşünürle beraber düşünmek lazım Tanpınar’ı. Şunu da söylemek lazım ki bu isimlerin bizim kültürel ve zihni idrakimize ne kadar etki yaptığı da tartışmalı. Şu anlamda söylüyorum bunu, Tanpınar’ın modernleşme tarihimiz için önemli bir isim olduğu yadsınamaz ama hakkını vererek ne kadar düşünülebildi eserleri? Son on yıldır biraz üzerine eğilmeye başlandı ama 1962’den bu yana düşünce hayatımıza ne kadar nüfuz etti? İdrak dünyamız bu kadar kodifiye olduğu zaman biz, kendi içimizden çıkan değerleri de yeterince keşfedemiyoruz. Türkiye’den dünyaca ünlü bir yazar çıksa, burada ne kadar algılanabilir? Hep bu topraklarda orijinal fikir ve büyük sanatsal eserler çıkmadığına dair yakınırız. Çıktı da algıladık mı? Tanpınar dünya çapında bir yazar. ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ batı dillerine çevrildi ve geri dönüşümler de başladı. Bence daha da tanınacak dünyada. Ama biz 1962’de ölen bir adamı niye keşfedemedik? Bu kodlarla bu kadar oluyor ancak. Mesela Türkiye’de Ali Şeriati gibi biri çıksa neler olurdu acaba? Bizim İslamcılar Şeriati okurlar ama ya Türk olsaydı? İran’da söylediklerini buranın İslamcılarına söyleseydi ne kadar tahammül edeceklerdi ona?Aslında Türkiye’de de Nurettin Topçu örneği var benzer şekilde. Topçu’nun söylediği şey şuydu: “Canhıraş bir şekilde sanayileşiyoruz. Ama bir durun bakalım, ne oluyor ne bitiyor? Hayatımızda neler değişiyor” Topçu’yu ve söylediklerini elinin tersiyle itti İslamcılar, kimse kale almadı.Çok güzel bir örnek oldu bu. Nurettin Topçu ne kadar görülmüştür ki Türkiye’de? Hala da görülmez. Mesela Cemil Meriç’in Türkiye’de bu kadar görünür olmasında bile tesadüfler var. İletişim değil de başka bir yayınevi bassaydı bu kadar görünür olur muydu? Tanpınar için de aynı şey geçerli. 1970’lerden itibaren Tanpınar’ı Dergâh değil de Varlık yayınları bassaydı bugün sen bana başka sorular soruyor olacaktın. İşte bu düzeyi göstermiyor, düzeysizliği gösteriyor. Kapaktaki markanın, metnin bütün kodlarını belirlemesi ürkütücü bir şey.“KELİMELERİMİZ BİLE İDEOLOJİK MÜLKİYET”“Türkiye’de modernleşme projesi de kaybetmiştir, onun amansız alternatifi siyasal İslam da kaybetmiştir bu anlamda. Türkiye modernliği bu iki kaybın ürünüdür aslında.” diyorsunuz bir yerde. Siyasal İslam neden kaybetti sizce?Şimdi daha da kuvvetli bir şekilde söylüyorum bunu. Aslında toplumu birleşik kaplar şeklinde düşünmek lazım. Bu kaplar arasında da irtibatlar var. Toplum dediğimiz şey böyle bir zeminde birleşiyor. Bizim solcumuz ne kadar iyi olursa sağcımız da o kadar kaliteli olur. Dolayısıyla Türkiye’deki modernleşmenin yüzeyselliği ya da yeterince derin olmaması ona muhalefet edenin de derinlikten yoksun olmasını sağlamıştır. Bizim bir nitelik sorunumuz olduğu aşikâr. Bu sebeple hiçbir akım bundan azade değil. Kelimelerimiz bile ideolojik mülkiyet.Hali pür melalimiz nasıl peki?Türkiye çok derin bir tıkanma yaşıyor. Çok büyük bir kriz olduğunu düşünüyorum bu durumun. Çok kodlanmış ve hiçbir şeyi gözü görmeyen bir sosyolojik durum var. Bu da siyasetin otoriterleşmesine izin veriyor. Hatta yirmi yıllık dönemde yaşadığımız ve bence bir süre daha yaşayacağımız sürecin tanzimat-meşrutiyet-cumhuriyet üçlemesinin yanına yazılacak bir süreç olduğu fikrindeyim. Türkiye çok kötü yerlere de, krizlerden ortaya çıkabilecek umulmadık fırsatlarla iyi yerlere de gidebilir. Zaman gösterecek. Kemalizm de siyasal İslam’da belli bir doygunluk noktasına geldi Türkiye’de. Bunların dışında yeni bir kompozisyonla yeni bir motivasyon gerekiyor bence. Sol gelenekten gelen biriyim ben ve nitelikli sol Türkiye’de her zaman gereklidir. Ama olmadı işte. O yüzden topal kaldık. Bir ayağımız yok. İktidar olması şart olmadan solun güçlü bir seçenek olması iyi bir şey olurdu.Siyaset bilimci Carl Schmidt’in “Siyaset, her zaman bir düşmana ihtiyaç duyar” şeklinde bir sözü var. AKP iktidarı bu bakımdan oldukça şanslı oldu ya da bilinçli bir şekilde gerçekleştirdi bu durumu. Her döneminde bir düşman üretebildi kendine, bu da var olan tabanını hep elinde tutmasını sağladı öyle değil mi?Evet, işte oradaki siyasi aklı da küçümsememek lazım. Bu durumu yönetmek konusunda bence rakiplerinin sandığından daha becerikli çıktı AKP yönetimi. Ama Türkiye’nin genel olarak bu yapısıyla var olan gerilimi ne kadar sürdürebileceği konusunda makro siyaset bazında endişelerim var. Ve otoriterleşmenin kısa dönemde azalacağı konusunda da bir beklentim yok benim.
↧