Sudan bir meseleden çıkan büyük kavgalar, karakolda babacan komiserin isteğiyle barışmalar, hemen barışmanın ardından bir de oyun havası. Hayat onlar için bu klişelerin çok ötesinde ve ayrımcılıkla, kentsel dönüşümle uğraşan Romanlar, 2014'te hâlâ böyle anılmaktan rahatsız.Küçükbakkalköy'ün giderek siteye dönüşen manzarasına karşı 9 yıl boyunca kapı kapı gezen Yüksel Dum 3 Kasım'da kalp krizine yenik düştü.Miras olarak babasından kalan evi için yaptığı mücadele, birbiri ardına açtığı davalar, bir barakaya dönüşmüş evindeki yaşam çabası ve çiçekçi tezgahı bıraktı. Vefatının üzerinden iki ay geçti geçmedi, Dum'un komşusu 550 Roman daha evsiz kaldı.6 Ocak günü sabah 5'te gelen yıkım ekipleri 65 evi yıktı, gerekçe olarak müteahhitlerin bölgeyi satın aldığını gösterdi. Aileler onlardan öncekilerin yaptığı gibi, kendilerine yer bulmak için önce bildikleri bütün kapıları aşındırmaya sonra kaymakamlık kira yardımı yapınca “Roman'a ev verilir mi?” önyargısını aşan ev sahibi aramaya başladılar…Bütün bunlar olurken televizyonlarda süren bir dizi, Romanların neşe dolu hayatlarını gözler önüne seriyordu. Hep sonu tatlıya bağlanan didişmeler, ufak ayak oyunları, hırsızlığın “doğal” bir meslek sayıldığı hayatlar...İstanbul'un Kağıthane, Sulukule, Pendik, Küçükbakkalköy yıkımlarından nasibini almamış tek Roman mahallesi Lonca, kartpostallardan fırlamış görüntüsüyle bir örnek gibi görünse de, Lonca'nın sakinleri mahalleleri dışında olan bitenden haberdar ve kaygılı.“Roman Havası” dizisi mahallede öyle bir tepki görmüş ki, insanlara “Bu diziyi nasıl buldunuz?” diye sormaya hacet kalmıyor. Bir söz bir diğerini kesiyor ve hepsinin tepkisi aynı: “Bizi insan saymadılar gitti!”Üniversitede okuyan Orhan, Roman kimliğini özenle sakladığını anlattıktan sonra yaşadığı bir olayı anlatıyor: “İnsanlara hiç Roman olduğumu söylemedim. Soranlara Yozgatlıyım diyorum. Okulla ev arasında iki ayrı hayat kurdum gibi. Geçenlerde okuldan biri diziyi izlemiş, gelmiş kantinde anlatıyor. ‘Bu Sulukule yıkılmadan evvel orada neler oluyormuş, bütün Fatih'in hırsızları buradan çıkıyormuş, kızlar 11 yaşında dansöz oluyormuş.’ daha neler neler. Sinirlendim, ‘Senin bu yaptığın ayrımcılık, nefret söylemi.’ dedim. Birden öyle çıkışınca şaşırdılar bir şey diyemediler. O kadar sinirlendim ki, bir dizi çıkıyor, insanların kafasında böyle bir imaj çiziyor. Ondan önce başka diziler başka filmler de aynısını yapmış.”Bir dizi hayatlarını ne kadar etkileyebilir ki? Bu sorunun yanıtı şöyle; mesela çalgıcılar yetenekli oldukları için çağrılıyor ama hırsızlık yapma ihtimallerine karşı yevmiyeleri az tutuluyor; evlere temizliğe giden kadınların çıkışta kibarca “üstü aranıyor”, devlet dairesinde yapmaları gereken en ufak işte “vukuat çıkaran arızalı tip” olarak yaftalanıyorlar.Lonca'nın “mutlu” Romanları için hayat evlerinden atılan Romanlar kadar olmasa da yine zor. Onların da başında bir kentsel dönüşüm tehdidi ve ayrımcılık bulutu dolanıyor. Sancaktepe Ataşehir sürgünleriMadalyonun öbür tarafında, hayatları boyunca başlarını sokacak ev bulamamış insanlar var. Avrupa Roman Hakları Merkezi Türkiye İnsan Hakları Gözlemcisi Hacer Foggo Ataşehir'deki yıkımın mağdurlarından Maviş'in hikâyesini anlatıyor:“Enkazda şimdi ikinci çocuğuna dokuz aylık hamile olan Maviş'i yıkım yerinde eşyalarını çıkarmaya çalışırken gördüğümde önce tanıyamadım. Daha sonra Maviş'in 2006’da Küçükbakkalköy'de yine evi eşyaları ile birlikte yıkılan Sevgi Yüksekova'nın kızı olduğunu anladım. Maviş o yıkımda okulunu bırakmak zorunda kalmış; mahallenin kurallara çok sadık muhtarı evi yıkıldığı için kendisine ikametgah belgesi vermemiş ve okula kayıt yaptıramamıştı. Maviş şimdi başka bir barakada başka bir yıkıma doğmayan bebeğiyle tanık oldu ve yine bir başka barakada yaşayan annesinin yanında geceyi geçirdi.”Ataşehir sürecini izleyen Foggo'ya göre, bu bir zihniyet dönüşümü: “Söz konusu Romanlar olunca ortada küçücük bir suç olsa da bunu ön plana çıkararak tasviye ediyorlar. Müteahhit satın almış, belediye orada yaşayanlar hakkında araştırma yapmıyor. Kaç aile barınıyor, kaç çocuk okuyor, dul var mı yetim var mı, haberleri yok. Bu yıkımlarla ilgili oradaki dernekle beraber kaymakamlığa gittik. Kaymakamlık kira ödemesi yaptı. Kiralık yer bulmak da o kadar kolay değil. Hangi mahalleden geldiğinden başlayıp yaptığı işe kadar her şey sorgulanıyor. Şimdi TOKİ konutlarında bir yer ayrılabilir mi diye görüşmeler yapıyoruz.”Daha önceki yıkımlarda evsiz kalıp ellerindeki kira yardımları da bitince Sancaktepe'nin ilerisindeki boş bir araziye sığınan Romanlar 9 yıldır aynı yerde yaşamaya çalışıyor. Yüksel Dum bu yıkımın ardından hakları için direnmeye başlamış, mahkemeden “Yıkımın hukuksuz olduğu” yönünde karar almıştı. Bu arada yıkılan evlerin yerine çoktan siteler yapıldığı için, “Haklısınız” sonucu da yetersiz. Bu yıkımdan beri 230 kişi çadırda yaşıyor. Bunlardan biri de Yüksel Dum'un kardeşi Halime. Halime Hanım, kendisine düşen kira yardımını sağlık güvencesi olmayan eşinin katarakt ameliyatı için kullanınca, yeniden para toplayamadığı için, çadıra sığınmak zorunda kalmış. 63 yaşında günlüğü 3 ila 5 liraya hurdacılık yapıyor. Beş yıldır tüp almadan, soğuklarda çadırını yükseltip kenarını taşlarla sağlamlaştırarak, atık su kuyusundan çektikleri suyla yaşamaya çalışıyorlar.Ataşehir yıkımın olduğu gün, sosyal medyada evsiz kalan insanların altına bir yorum düşüyor; “Romanlar yüzyıllardır böyle yaşıyor.” Bir yanda kentsel dönüşüm sürerken, bir yanda Romanlar kendilerine önyargıdan uzak bir hayat arıyor. Roman havası yayından kalktı, klişeler devam ediyor Roman Dernekleri, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Platformu ve Sıfır Ayrımcılık Derneği, “Roman Havası” dizisi için ortak bir açıklama yapmış, dizinin önyargıları pekiştirdiğini belirtmişti. Tire Roman Dernekleri Başkanı Hasan Hüseyin Karabacak, 30 yıldır dizi ve filmlerde Romanların hep kötü temsil edildiğini şu sözlerle özetliyordu:“Sizi mahallelere davet ediyoruz. Çünkü bu mahallelere geldiğinizde ilk göreceğiniz şey vur patlasın, çal oynasın değil, yoksulluktur.”Dizi yayından kalktı ama Foggo bundan sonra Romanlarla ilgili çalışma yapanlara Toni Gatlif filmleri izlemelerini öneriyor:“Türk Havası diye bir dizi yapılabilir mi mesela Almanya'da? Böyle bir şey olamaz. Romanlarla ilgili yapılması da ayrımcılıktı. Görsel medya her şeyi birdenbire yok ediyor. Parıl parıl giysiler giyiyorlar, sürekli sokakta oynuyorlar, sürekli polisle başları dertte diye düşünüyorlar. Onların kendilerine ilişkin bir hayatı olduğunu anlamaları lazım. Bu dizi çekildiğinde günlerce ağlayan insanlar gördüm.” Hacer Foggo (ortada) ‘Şubatla beraber harekete geçeceğiz’ Yıllardır Roman hakları için mücadele veren Hacer Foggo, “Roman açılımının farkındalık yarattığını” söylüyor ama bu yetersiz:“Romanlarla ilgili sıfır bilgi var. Açılım bir farkındalık yarattı ama pratik sorunlar devam ediyor. Avrupa Birliği’nin Roman strateji planı var. Şu anda Türkiye de bunu imzaladı. Bu hazırlık sürecinde ben de bulundum, Roman dernekleri de bulundu. Şimdi bir taslak ortaya çıktı. Bu taslakla ilgili şubat sonu gibi bir açıklama yapılacak. Bu da olumlu bir gelişme. Bunun imzalanmasını da çok önemli buluyorum. Bir taraftan da bu teorik şeylerin hayata uygulanması gerekiyor. Romanlar her bölgede kamuyla haşır neşir. Belediyeyle, kaymakamlıkla, valilikle. Esas değiştirilmesi gereken kafalar bunlar. İlçe Milli Eğitim Müdürü “Çingene çocuklar okumaz” diyorsa, iş bu insanları eğitmekten başlıyor. Esas strateji kamudaki insanların eğitilmesi. Onların ilişki biçimi, Romanlarla ilişkide kuracakları dil. Biga’da bir okula ailelerin şikayeti üzerine gittim, bir sınıfı sadece Roman çocuklarından oluşturmuşlar. Ben görüşünce de “Eğitim düzeyleri düşük” cevabını aldım. Biz bildiğimize koşturuyoruz ama sivil toplum olarak nereye kadar gidebiliriz? Bu ayrımcılığın ayrımcılık olduğunu anlatmaları gerekiyor. Kaymakamından ilçe eğitim müdürlüğüne kadar bir eğitimden geçirilmeleri gerekiyor.”
↧