Senaryosunu yazdığı Leyla ile Mecnun dizisiyle adından söz ettiren Burak Aksak, senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği ‘Bana Masal Anlatma’ filmiyle yeniden seyirciyle buluştu. Geçtiğimiz günlerde vizyona giren film için Aksak, “Ezberlerin bozulmasını istedim.” diyor.‘Bana Masal Anlatma’nın hikâyesi nasıl oluştu?Ben Yedikule ve Samatya civarında büyüdüm ve çocukluğumun geçtiği mahalleyi anlatan bir şeyler yapmak istiyordum. Bunu da ortada kalmış bir adamın hikâyesini yazarak yapmaya çalıştım. Filmdeki Rıza karakteri benim için ortada kalmış bir adam. Babası ismini koyarken bile Metin, Ali ve Feyyaz gibi efsanelerin isimlerini değil de Rıza ismini seçmiş. Ferdi, Müslüm ve Orhan varken Rıza, gidip inadına Hakkı Bulut dinliyor. Herkes yeni sarı dolmuşlardan kullanırken o eski minibüsünü bırakmıyor. Sonra dedim ki “Bir masaldan prenses çıkıp Rıza’nın hayatına girse bugünün İstanbul’unda ne yaşardı?” Böyle bir kız, Rıza’nın kahramanı olabilir mi ya da olmak zorunda mı? Bu ezberin bozulmasını istedim yani masallarda bir prens gelir ve kızı kurtarır bunu biliriz. Bense sınırların dışına taştım.Ne kadar süredir üzerinde çalışıyordunuz?Anlattıklarım uzun zamandır düşündüğüm şeylerdi. Leyla ile Mecnun’da kendimi anlatmak istemiştim burada da kendimi anlatıyorum. Yazım süreci iki hafta sürdü. Ama aslında yaşamış olduğunuz hayat ve yapmak istedikleriniz bu çalışmayı oluşturuyor. Tüm bunlar bir anda oluşmuyor. Bu sebeple uzun bir çalışmanın ürünü oldu diyebilirim.Filminizde kentsel dönüşümü de işliyorsunuz. Hatta bir yerde şehrin ölmesi üzerine konuşuluyor. İstanbul ölüyor mu, ne dersiniz?Biraz ölüyor biraz da ölmek zorunda. Ölmekten kastım, aşina olduğumuz, bildiğimiz şehrin dokusu tabii ki değişecek. Bu ortada olan bir şey ve engelleyemezsiniz. Filmde gördüğümüz insanlar, mesela son mahalleliler. Artık yakında mahalle diye bir kavram kalmayacak. Buna karşı duramıyoruz ama bir yandan da bunun için çok mutsuzuz.Beklentileriniz neler filmden?Galaya kadar tepkileri çok düşünmüyordum. Ama galada o kadar güzel şeyler söylendi ki biraz utandım, biraz da “Galiba güzel şeyler yaptım.” dedim. Film ve dizi yaparak insanlara ulaşıyorsunuz ama onlara dokunabiliyor musunuz, izlediklerinde kendilerinden bir şeyler bulabiliyorlar mı önemli olan budur. Filmden beklentim seyirciye dokunabilmek, çünkü bu hikâye bana dokunuyor.İlk uzun metraj yönetmenlik deneyiminizdi, nasıl geçti çekimler?Yönetmenlik dediğiniz şey aslında biraz da insanlarla ilişki kurabilmek. Bir film nasıl çekilir, bunu teorik olarak biliyordum fakat pratik dediğiniz şey bambaşka. Sete çıkana kadar herhangi bir fikrim yoktu nasıl yöneteceğime dair. İnsanlarla o iletişimi nasıl kuracağımı da bilmiyordum çünkü bu konuda iyi değilimdir. Ama yine de seti beş hafta iki gün programladık ve sorun olmadan planladığımız tarihte bitirdik. Sette çok eğleniyorduk ama biraz ciddi olmaya çalıştım. Çünkü gülmenin sonu yok, eğleniyoruz ama iş de yapmamız lazım. Bıraksalar dağılırdık, bu yüzden o dengeyi kurmaya çalıştık.Filmle gördük ki edebiyattan ve sinemadan göndermeler hâlâ devam ediyor…Evet, ama yaptığım göndermelerimin anlamı yok. Sadece okuduğum ve sevdiğim şeyleri yaptığım işlerde görmek istiyorum. Bir şeyin içinde Edip Cansever’i görsem mutlu olurum örneğin ya da ilgilendiğim ne varsa.Leyla ile Mecnun’dan bildiğimiz ve filmde de çalan arabesk şarkılar… Vazgeçmiyorsunuz...Bir film ya da dizi hesap ederek yazılmıyor. Yazıyorsunuz ve aşina olduğunuz ne varsa üstüne ekliyorsunuz. Leyla ile Mecnun’da Ferdi Tayfur vardı örneğin, babam ona benzetilirdi ve evde tüm kasetleri vardı. Ben onun şarkılarıyla büyüdüm, haliyle kulak aşinalığı var.Bana Masal Anlatma’nın siyahî oyuncuları çok dikkat çekiyor...Onlar artık bir İstanbul gerçeği. Çekim yaptığımız bir gün evlerden birinde yüksek sesle Fransızca konuşuluyordu. Bizim Fransız oyunculardan James, zili çaldı ve kapıyı açan başka bir siyahî vatandaşa Fransızca olarak “Biraz sessiz olur musunuz çekim yapıyoruz.” dedi. Orası o şekilde dil, din, ırk gözetmeden bir mahalle olmuş artık.Alışılmışın dışında bir mizah anlayışınız var. Bu sektöre atılırken endişeleriniz olmadı mı?Diziye başlarken tutacağına dair herhangi bir fikrim yoktu, hatta biz işe başladıktan sonra herhalde bizi bir on üç bölüm yayınlarlar diye tahmin ediyorduk. Güldüğümüz işi yapıyorduk ve ufak da olsa bir kitleye ulaşmak istiyorduk. Filmi yazarken de böyleydi ama dizide sonlara yaklaştıkça uçmaya başladık. Her şeyi yapma lüksü oluştu. Bu size seyircinin verdiği bir lükstü.Mizah anlayışınızın bu kadar benimsenmesinin sırrı ne olabilir?Sahici şeyler anlatmak istiyorum ve bunun peşinden gidiyorum. Genel olarak filmdeki gibi bir çocukluğum vardı. Acılarım da oldu ama çok komik ve saçma şeyler de yaşadım. Hayat dediğiniz şey zaten bu. Biz sadece bunun komik taraflarını alıyoruz, “Bu neden bizim başımıza geldi?” diye sormak yerine bununla eğlenmeye çalışıyoruz.Yazmak için belirli zamanlarınız var mı yoksa ilham bekleyenlerden misiniz?Benim hiç mesaim olmadı. Bugüne kadar bir şeyler yazmak için oturmadım. Bir an sıkılıp yazmak istiyorum ve onları kaleme alıyorum. Sonra bilgisayara geçiriyorum. Mesela bu filmi ilk önce bir deftere yazdım. Şu saatte kalkayım ve masa başına geçeyim gibi durumlarım yok. Anlık tamamen. Ama bir tek ‘Ben de Özledim’ farklıydı. O dönem TV için bir şey yapmamız gerekiyordu ve çok da severek yaptığım bir durum değildi.Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Bir İsmail Abi’niz ya da Erdal Bakkal’ınız var mıydı?Karakterler bire bir yoktu belki ama isimler benziyordu. Bizim mahallemizde de filmimdeki gibi Kahveci Nafi ve Lokantacı Yaşar vardı. Ama sadece isimleri aynı. Babam Yedikule’de oto lastikçiydi ve sabahları ben açardım dükkânı. Poğaça-çay yahut helva-ekmek, yanına kola büyük lükstü bizim için. Filmi galada izledikten sonra ertesi gün dükkânı açacakmışım gibi bir his geldi içime.Sinemayla olan tanışıklığınız…Liseye dayanıyor sinema merakım. Hiçbir zaman okuyup meslek edinmek gibi bir derdim olmadı. Zaten oto lastikçiydim ve en kötü onu yaparım diyordum. İyi lastik değiştiririm mesela, altın bilezik derler ya öyle işte (gülüyor). Kuzenim Selçuk Aydemir’le birbirimizi çok etkilerdik. Beraber kısa filmler çeker, izlerdik.Sinemada ve edebiyatta en sevdiklerinizi sorsak...Mike Leigh, Wes Anderson ve Coen Kardeşler. Ayrıca son filmlerinden birkaçını sevmesem de Woody Allen, izlemem lazım dediğim adamdır. Gerçek olan şeyleri çok seviyorum, insanların psikolojilerinin uzun uzun irdelenmesi ilgimi çekiyor. Bu sebeple sinemada Mike Leigh, edebiyatta da Dostoyevski yeri ayrı olan isimler.Farklı sinema projeleriniz olacak mı?Bir tane bağımsız film yapmayı düşünüyorum. Hayata dair daha sert ve daha gerçek, gişe beklentisi olmayan bir şey olsun istiyorum.Ve Leyla ile Mecnun… Neden bu kadar çok sevildi?Oyuncusu, yönetmeni her şeyi çok güzel denk geldi. Hepimiz aynı kafadaydık, iyi anlaşıyorduk. Farklı olanlarsa bu işten kendileri uzaklaşıyordu.Dizi tuttuğunda ne hissettiniz?İlk günden itibaren güzel şeyler söyleniyordu. Ama biz hep alt tarafı dizi yapıyoruz, abartmayalım diyorduk. Televizyonda görmek istediğim şeyi yaptım. Komiğiz diye iddiamız yoktu başlarken, sadece bir hikâyemiz vardı.Dizide ki “At” olayını sormasak olmaz..Bu bana hep soruluyor. Bilerek başlamadık atlardan bahsetmeye ama zamanla fark ettik ki çok fazla kullanıyormuşuz. Sonrasında devam ettirdik. Atları seviyorum, hüzünlü hayvanlar sonuçta.Final bu kadar hüzünlü bitmek zorunda mıydı?Bence seyirci bunu bekliyordu yani ben olsam beklerdim. Yaptığımız her bölümde hüzün bir şekilde vardı. Final Ali Atay’ın fikriydi. “Mecnun giderek aptallaşıyor, niye böyle oluyor bu çocuk?” dedi ve sonrasını detaylandırdık. Sonunun bu kadar konuşulacağını beklemiyordum. Benim kafamda ilk yazdığımda bir final vardı ve yapamadım. Bir gün o final olur mu bilmem ama yapılsaydı daha etkileyici olurdu.Yapar mısınız bir gün?Bana kalsa bir daha Leyla ile Mecnun’la ilgili bir şey yapmam derim ama büyük konuşmamak gerekir. Çünkü özlüyoruz hepimiz.Dizi tutuklamaları bana abartı geliyorLeyla ile Mecnun’un yayından kaldırılması konusunda ne düşünüyorsunuz?Dizi yıllarca sürsün ve hep yazayım gibi bir hayalim yoktu. (Gülüyor) Zorluyordu ama dizi sayesinde deşarj olabiliyordum. Derdim mi var, birisine mi kızdım oraya yazarak rahatlıyordum. Ama kaldırılması sürpriz olmadı. Zaten kalkıyor mu kalkmıyor mu süreci yaşanırken biz çekimlere devam ediyorduk. O hale gelmişti ki ne olacaksa olsun demeye başlamıştık. Elimde daha çekmediğim bir bölüm ve yapamadığım bir final vardı.O dönem diziniz yayından kaldırıldı şimdi ise dizi yüzünden tutuklamalar yapılıyor. Sizce nereye gidiyoruz?Alt tarafı dizi yapıyoruz. Hiçbir zaman toplum mühendisliği yapmaya çalışmıyorduk. Başarabilen biri varsa hayranlıkla izlemek isterim. Kaldırılmak bana ekstrem gelmemişti hele de öyle bir süreçten sonra ama tutuklamalar abartı geliyor. Ne gerek var böyle tepkilere.
↧